Yerel seçimler hızla yaklaşırken son günlerde büyük bir ivme ile artış gösteren dijital linç görüntüleri sosyal medya platformlarında git gide daha da çok karşımıza çıkar oldu.
Her taraftan, her siyasi eğilimden kişiler kendilerinin hoşuna gitmeyen içeriği beğenmemekle kalmayıp o içeriği ortama çıkaran kişinin dijital varlığına tahammül gösteremeyip onu bir dijital linç için hedef gösteriyor, dijital saldırı çağrısında bulunuyor. Sekizinci defa yeniden kapatılan Ötekilerin Postası, Beşiktaş taraftar grubu Çarşı, anti-fa kitlelerin yoğunlukla takip ettiği DurDe ve birçok diğer sayfaların daha önce dijital kıyım siyasetine kurban giderek kapatılmasının ardından şimdi de bireysel kullanıcılar hedef alınıyor.
Bu gergin haliyle siyasi arena 1970'lerde olsaydı aynı tahammülsüzlüğü sergileyen kişiler nefret söylemine varan hedef gösterme tekniklerini fiziksel şiddet ve ölümcül linç çağrıları için yaparlardı. Uzaktan, etik değerleri hiçe sayarak, kişileri kendi fikirleri ve siyasi eğilimlerine göre yargılayıp onları belirli sınıflandırmalarda addetmek, bu gayri-etik yöntemi de bir bireye karşı hedef gösterme denebilecek bir şekilde kullanmak, o kişinin dijital varlığını ve kimliğini tehlikeye atacak ve de hatta fiziksel yaşamında saldırıya uğrayacak şekilde nefret söylemiyle hedef göstermek dijital linç için örnekler arasında gösterilebilir.
Siyasetçilerin ve özellikle de hükümetin maruz kaldığı en ağır eleştiriler (ve bazı ülkelerde hükümete hakaret ve küfür edilmesi bile) ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilebilir, bununla birlikte kendisini bu kişilerin savunucusu gören kişiler karşılık olarak bu dijital linçleri başlatamaz, başlatmamalı. Kendilerinin belli “yargılar” üzerinden muhalif kişileri çeşitli sıfatlarla nitelemeleri ve bağlantı vererek “işte bunu yapanlardan bir tanesi” demek, önceki dönemlerdeki karalama kampanyalarına benzetilebilir.
En çok şikayet edilen konulardan bir tanesi bu kişilerin hakaret ettiği olarak sunulurken önceleri, son zamanlarda bilgi sızdıran bireylere yönelen dijital linç kültürü daha çok “özel hayatın gizliliği” düsturunu öne sürer oldu. Halen iletişim çağının işleyiş tarzını ve siyasi etiğini anlayamamış olanlarsa imkansız olan sansürü bir şekilde uygulamaya çalışıyorlar, halen.
Dijital kıyım
Bundan yüzyıl önce olmuş olsa, toplumsal olaylar hareketlendiğinde, ya da siyasi bir gerginlik baş gösterdiğinde, memleketteki gücü elinde tutan kişilere muhalif olan yazarlar, şairler, gazeteciler toplatılır ve sesleri kesilmeye çalışılırdı. Bir başka ülkede, bir başka yılda ise hükümete muhalif kesimlerin kökeninden gelen insanların kitapları toplatılarak meydanlarda yakılırdı. Bugün bu yöntemler dijital linç ve dijital kıyımlar üzerinden devam ediyor.
Önceki çağda kitlelere ait olan yazarların eserleri saldırıya uğrarken, bugün saldırıya uğramak için bir birey olmak yeterli oluyor. Hedef listesine alınmak için yeterince muhalif içerik oluşturmak, oluşmuş içeriği yaymak ve diğer muhalifleri takip etmek bireyleri kolaylıkla linç hedefi yapabilir. Tahammülsüzlüğün körüklendiği bu ortamda kendisini hükümetin fedaisi olarak tanımlayan kullanıcılar adeta “ispiyonculuk” kültürünü geliştiriyor, profilin askıya alınmasını sağlayan spam kampanyaları başlatıyor, mahkemeye başvurup kullanıcıların sosyal medya hesaplarında yazdıklarını dava ediyor.
Nihai çözüm olarak belirlenen yöntemde, Avrupa Birliği tam üyelik müzakereleri yürüten, kendisini batı demokrasilerinin bir parçası olarak sunan bir ülkeyi tüm dünyaya rezil eden bir çıkışla twitter'ın yasaklanmasına hep birlikte şahit olduk. İşlevselliğinin kısa sürmesinin ötesinde, sansürün susturulmak istenen sesin daha da gür çıkmasını sağlaması yasakçılığın hezimeti olarak görülebilir.
1933'ün 10 Mayıs günü Berlin'in Babelplatz meydanında, Alman Nazi Öğrenciler Birliğinin “ahlaksızlık” olarak nitelediği eserleri (Albert Einstein, Karl Marx, Heinrich Mann, Erich Maria Remarque, Heinrich Heine gibi isimler dahil) gün boyu yakarak tarihe kapkaranlık bir leke olarak geçmeleri gibi en yüksek frekansta siyasi iletişimin sağlandığı, yazın örneklerinin en yoğun paylaşıldığı ve gayet demokratik bir ortamda yazın üreticisi ve okurun karşılıklı anında iletişimine olanak sağlayan twitter'ın sansürlenmesi girişimi de bu elzem olayı andırır.
Karşılaşılan yöntemler maalesef bizlere demokrasi kültüründen yoksunluğun bir aynasını sunuyor. Çıkarılan internet yasası, MİT kanunundaki gözetime olanak sağlayan maddeler, hukuksuz bir şekilde twitter kullanıcılarının evlerinden gözaltına alınması, yurttaş gazeteciliği platformları, taraftar grupları, hatta muhalif siyasi partilerin dijital sayfalarının kapatılması, kullanıcıların dijital lince maruz kalması ve son olarak da dijital kıyım olarak on milyonun üzerinde aktif kullanıcısı olan twitter'ın yasaklanması devasa bir susturma kampanyasının ürünleridir.
Sokakların, medyanın ve kültür yaşamının muazzam bir baskı altında olduğu günlerde sosyal medyanın kişi hak ve hürriyetlerinin yaşatılabildiği nadir ortamlardan biri olarak varlığını sürdürmesi bu dijital kıyımın ardındaki nedeni de açıklar nitelikte. Son olarak hatırlatmakta fayda var ki, sansür insan hakları ihlalidir, bireylere karşı suçtur, insanlık ayıbıdır ve bu değerlerin ardından sansür hem işleyemeyecek ölü bir yatırımdır hem de devlet kaynaklarının israfıdır. (GÖ/ÇT)