Şükür halkımızın ileri demokratik koşullara alışmaya çalıştığı bir dönemden geçiyoruz. Halkımız bundan önce de çeşitli "demokratik" koşullar görmüş, bunlardan da yara bere içerisinde de olsa sağ çıkmayı başarmıştı.
Bir dönemler, "laik, demokratik, sosyal hukuk devleti" kelimeler, gerek Demirel gibi büyüklerimizin, gerek Genelkurmay Başkanları'nın ağzında gümbürdediğinde hep birlikte bir ferahlama yaşıyorduk. Askeri vesayet rejimi hiç yokmuş, sivil siyaset alanı Milli Güvenlik Kurulu (MGK) çemberi içerisinde kısılı kalmamış gibi hayaller kurmaya devam ediyorduk.
Bu dönem, 27 Nisan muhtırası, Anayasa Mahkemesi'nde açılan davanın büsbütün etkisiz kalması, MGK'da yapılan düzenlemeler, sivil siyaset alanın genişlemesi ve Ergenekon soruşturmaları gibi ikonik yapıtlarla geride kalırken, yeni düzen de kendine bir müstear isim seçti.
Az ileri bir demokrasiyiz
Hopa olayları, madencilerin kaderinde ölüm olması, seçim meydanlarında "Kız mıdır kadın mıdır bilemem" sözleriyle gösterilen merak, protestocu gençlerin aldıkları 15 aylık hapis cezaları, polisin yükselen, "orantı kaybına" uğramış şiddeti, KCK tutuklamaları, basın özgürlüğünün zemin kaybetmesi ya da internet özgürlüğü noktasında gelinen yere baktığımızda bu ileri demokrasinin tam olarak ne kadar ileri olduğunu anlamakta zorlanıyoruz.
Birleşmiş Milletler (BM) insani gelişmişlik endeksine göre 85. sırada, NEF tarafından açıklanan Mutlu Dünya endeksinde 83. sırada, Economist tarafından açıklanan Demokrasi endeksinde de 89. sırada olduğumuzu bildiğimizde, rahatlıkla "ilerlemeye daha yeri olan az ileri bir demokrasi" olduğumuzu söyleyebiliriz.
Bu nokta önemli. Demokrasimizin hala ilerlemeye yeri var. Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) açılışında yaşananlar da daha ileriye gitmek için bize önemli bir fırsat sunuyor. Yalnızca uzun tutukluluk süreleri, milletvekili seçilmiş birinin "kaçma" veya "delilleri karartma" ihtimali olup olmadığı üzerine hukuki yorumlara dayanan bir alandan değil, Hatip Dicle örneğinin bize sunduğu, net, ilkesel, son derece hayati bir olgudan bahsediyorum.
Prangayı takan sizseniz, onu siz çıkarmalısınız
Hatip Dicle, 2007 yılında yaptığı bir konuşmadan ötürü, "silahlı terör örgütünün propagandasını yapmak" suçuyla yargılandı ve 1 yıl 8 ay hapis cezasına mahkum edildi.
Anayasa'nın 76. maddesi, "Terör eylemlerine katılma ve bu gibi eylemleri tahrik ve teşvik suçlarından biriyle hüküm giymiş olanlar, affa uğramış olsalar bile milletvekili seçilemezler." ibaresini taşıdığı için de, Diyarbakır bağımsız milletvekili adayı olan ve gene halkın verdiği oylarla seçilen Hatip Dicle'nin milletvekili olması engellendi.
Yargı kararı var mı? Var. Kanuna uygun mu? Uygun. İleri demokrasimizin ileri saygınlıktaki Başbakanı ne diyor? "Kimsenin kanunları hiçe sayma hakkı yoktur." Bu elbette, "Başka aday mı bulamadılar" sorusundan daha akılda kalıcı.
Evet, kimsenin kanunları hiçe sayma hakkı yoktur. Ancak kanunların evrensel standartlarla, demokratik toplumun temel değerleriyle, insan özgürlüğü ile çatıştığı noktada değiştirilmesinde fayda vardır.
Bir insanın ayağına bir pranga takıp onun hareket kabiliyetini engellerseniz, "Ne yapalım ayağında bir pranga var, bununla yaşamaya alış" diyemezsiniz. O insan prangadan kurtulmak, daha rahat hareket etmek isteyecektir.
Şayet prangayı takan sizseniz, bu prangayı çıkarmanızı da doğal olarak sizden talep edecektir. O halde, kanunları hiçe saymamakla beraber kanunların değişmesi gerektiğini ve değişebileceğini de kabul etmemiz lazım.
Erdoğan da böyle düşünmüyor muydu?
Erdoğan da bir zamanlar bu fikirdeydi. 2002 seçimlerinden önce Edirne Selimiye Camii önünde partisinin yaptığı bir mitingde konuşurken şöyle diyordu: "Pınarhisar'da yattık çıktık ama 'girdin yattın yeterli değil, biz seni ömür boyu siyasetten de yasaklayacağız' diyorlar. Şimdi hukuk dünyasını bile, verdikleri kararla şaşırttılar. Ömür boyu bir şiirden dolayı olur mu? Bir taraftan Avrupa Birliği (AB), temel hak ve özgürlükler diyeceksiniz, din ve vicdan özgürlüğü önündeki engeller kalksın diyeceksiniz, sonra yasak diyeceksiniz."
Doğru. Erdoğan, Siirt'te yaptığı bir konuşmanın o zamanki TCK'nın 312. maddesine aykırılık teşkil ettiği iddiasıyla yargılandı, mahkum edildi, hapis cezası aldı ve ceza infaz edildi. O zaman Anayasa'nın 76. maddesinde bugünkü "terör eylemlerine" ibaresi yerine "ideolojik ve anarşik eylemlere" ibaresi yer alıyordu.
Hani kimsenin kanunları hiçe sayma hakkı yoktu?
Erdoğan'ın aldığı ceza, bu kapsamda olduğu için kanun özetle, "Erdoğan milletvekili olamaz" diyordu. Ne oldu? Meclis toplandı, Anayasa'nın bu maddesini değiştirdi.
Yetmedi normalde bu Anayasa değişiklikleri bir sene geçmeden uygulanamazdı ancak Anayasa'nın 67. maddesi de bu kapsamda değiştirildi. Yetmedi, Erdoğan'ın milletvekili seçilebilmesi için 78. maddede de bir değişiklik yapılarak, Siirt seçimleri düzenlendi. Böylece, Erdoğan milletvekili seçilerek Başbakan olma hakkını kazandı.
E hani kimsenin kanunları hiçe sayma hakkı yoktu? Hani "Başka aday mı bulamadınız"dı?
Neticede bugün AK Parti yöneticilerinin sahip olduğu müstebit dile rağmen, o zamanki AK Parti milletvekili olamayacağını bile bile Tayyip Erdoğan'ı Genel Başkan seçti. Hatta daha önce Hasan Celal Güzel için Anayasa Mahkemesi'nin verdiği bir kararı da Erdoğan'ın siyasi yasağının kalktığına yordu/umdu, yetmedi meydanlarda bu haksızlığı ifade etti, dahası Anayasa değişikliği de yaptı.
Dicle'nin suçu adının Erdoğan olmaması mı?
Hatip Dicle'nin suçu adının Tayyip Erdoğan olmaması mı? Bir fikri ifade ettiği için ceza almış, halkın seçtiği bir insan, cezasını çekmesine rağmen hala fikrinden dolayı siyasi yasaklı hale geliyorsa bu evrensel demokrasi standartları ile uyuşuyor mu?
Bugün hükümet temsilcilerinin kullandığı dil yalnız kendi tarihçelerini reddetmiyor; daha vahim olarak Türkiye'de demokrasinin standartlarının nereye kadar genişleyebileceğinin de ipucunu ortaya koyuyor. Yani, ötekinin uğradığı haksızlığın, hakim durumda olanın umrunda olmadığı bir demokrasi.
Hükümetin sorumluluğu
Ancak bu cendereden çıkmanın da bir yolu var. Anayasa'nın 76. maddesine 'iki seneden fazla ceza alanlar' ibaresi eklenebilir, yasama organı harekete geçerek, bu haksızlığı kökten düzeltebilir.
Önemsenmeyen veya reva görülen haksızlıkların bedellerini uzun vadede çatışma, şiddet, toplumsal huzursuzluk, ayrışma, kutuplaşma gibi bedellerle ödedik. Ancak artık bu sorunlar sebebiyle, insanların hayat standartları ile ilgili sorunlarla uğraşacak takadı kalmadı.
Böyle bir yapıda da kısılı kalmamız gerekmiyor. Özgürlük ile ilgili sorunlar arazisinden çıkmamız ve artık hepimizin daha iyi bir yaşam için ihtiyacı olan temellere yoğunlaşmamız lazım.
Bu görev de tabi, Nikaragua Büyükelçisi'ne değil hükümete düşüyor. Onlar, yaptıkları kadar yapmadıklarından da sorumlular. Fakat yapmadıklarının bedellerini bütün bir ülke ödüyor. (GT/IC)