2001'de Cenova şehrinde düzenlenen G8 zirvesi sürerken Cenova Sosyal Forumu katılımcılarının uğradığı polis saldırısını ve akabindeki işkenceleri teşhir eden DIAZ/ Don't Clean Up This Blood adlı film 13 Nisan'da İtalya'nın 242 salonunda gösterime girdi.
Uluslararası Af Örgütü olayı "İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra bir Batı ülkesinde demokratik hakların en ağır şekilde askıya alınması" diye yorumlamış olsa da yönetmen Daniele Vicari kimseyi incitmemeye meyilli ticari bir film çekmekle suçlanıyor.
Gün geçtikçe kapılarını dışarıdan gelenlere kapatan ve faşizan önlemler almaktan çekinmeyen kıt hafızalı Avrupa'da buna da şükredip Berlin Film Festivali'nde seyirci ödülü alan filme yolun açık olsun diyelim.
21 Temmuz 2001 günü zenginler kulübü G8 zirvesine alternatif olarak İtalya'nın Kuzebatısındaki liman şehri Cenova'da toplanan 300 bin civarındaki Sosyal Forum katılımcısı bir gün önce 23 yaşındaki Carlo Giuliani'nin polis tarafından öldürülmesi nedeniyle moral bozukluğu içindeydi.
Dışişleri Bakanlığı genel sekreteri Umberto Vattani'nin zirve için sırtını sarp yamaçlara dayamış eski bir yerleşim merkezini seçmesi ta başından beri yanlıştı; bu durumlarda öngörülen aşırı güvenlik önlemlerini almanın zorluğu bir yana, şehrin gelecekleri bilinen protestocuları kaldıramadığı aşikârdı.
Filmde İtalyanların Demokrat-Hıristiyan ruhuna uygun olarak her renk, millet, yaş ve sosyal statünün duygusal biçimde yansıtıldığını görüyoruz, bazı polislerin merhametli yüzünün gösterildiğini söylemeye bilmem gerek var mı?
Her ne kadar DIAZ'ın başrolünde şiddet olsa da son zamanların revaçtaki oyuncusu Elio Germano'nun canlandırdığı Luca karakteri nedense ön plana çıkıyor; Ferzan Özpetek'in Muhteşem Misafir filminde birçok İtalyan erkeği gibi eşcinselliğini bile yaşayamayan taşralı Pietro'yu canlandıran Germano, DIAZ'da aslında sağcı bir gazetenin muhabiridir.
Otellerin müşteri kabul etmediği şehirde yaşlı sendikacı Anselmo da üs ve yatakhane haline getirilen Diaz lisesinde geceleyecektir. Bu arada medya Cenovalıları da galeyana getirip aslında barışçıl amaçlarla şehre gelenlere tepkili olmalarını sağlamıştır. Özellikle Black Bloc'lar ortalığı iş olsun diye karıştıranlar olarak hedef gösterilince nefret odağı haline gelmekte gecikmezler.
Gerginlik yükselir ve gece çevik kuvvet teçhizatına sahip 400 polis mevzubahis binaya girerek 93 savunmasız kişiyi kıstırır, tekme tokat ve coplarla girişirler, amiyane tabiriyle insanlar eşşek sudan gelinceye kadar dövülür, ortalık kan gölüne dönüşür.
Güvenlik kuvvetlerinin acımasız müdahalesi bununla da bitmez, hastanelere kaldırılan ağır vakalar dışındaki herkes Bolzaneto kışlasına götürülerek sorgu mazeretiyle 24 ile 48 saat arasında işkenceye tabi tutulur.
Durumu doktorlar tarafından o kadar da vahim görülmeyen Alman anarşist kız Alma da kışlada insanlık dışı muamelelere maruz bırakılacaktır.
Tabii insanın aklına Pier Paolo Pasolini'nin Salò ya da Sodom'un 120 günü adlı filmi gelmiyor değil: şiddetli dayak ve aşağılayıcı davranışlar sadizme dönüşür, yüzlerine gazlı kalemle çarpı işareti yapılır, saçlarından çekilerek oradan oraya sürüklenirler, bayılmış insanların yarı çıplak vücutları üst üste yığılır, birine köpek taklidi yaptırılr, Alma çırılçıplak soyularak taciz edilir ve tuvalette kendisine temiz bir kâğıt bile çok görülür, Mussolini ruhu sanki hiç ölmemişçesine nöbettedir.
Filmin anlatmadıkları
Bolzaneto kışlasında görevli olarak hemşirelik yapmış olan Bologna'lı Marco Poggi olayların ağırlığını taşıyamadığı için daha önce bir kitap yayımlamıştı.
Poggi gözaltına alınanların maruz kaldığı psikolojik baskılar dışında kafalarının duvara çarpıldığını, bacaklarının kırıldığını, kemiklerinin seslerini hafızasından silemiyor.
Arjantin'in Pinochet dönemi gizli Videla hapishanesini hatırlatan kışladaki olaylara mani olmaya çalışmış, ihbarda bulunmuş, ihanetle suçlanmış, tehdit edilmiş, arabasının lastikleri patlatılmış, geceleri telefonları susmamış, "Bunları sana ödeteceğiz" denmiş.
Kışlada kadınlara copla tecavüz tehditlerinde bulunulduğuna, kendilerine "Pis (Kızıl) Tugaylar" dendiğine, tuvaletlerini üzerlerine yapmak zorunda kaldıklarına şahit olmuş, ortalık "Tuvalet sizin için fazla, hayvansınız çünkü" sesleriyle inlemiş, kurbanlara faşist marşlar söyletilmiş.
Poggi 2001'de kışlada görevli olan Doktor Giacomo Toccafondi'nin Sağlık Bakanlığı çalışanı olarak Cenova'da hâlâ mesleğini sürdürebiliğini, oysa gözaltında tutulanların acısını azaltmaya değil de artırmaya yönelik girişimlerine şahsen tanık olduğunu söylüyor. Meslektaşlarının çoğunun işlenen suçları saklamayı tercih ettiklerini, daha önce Dışişleri Bakanı olarak Türkiye'ye de resmî ziyarette bulunmuş olan sağcı Gianfranco Fini'nin o sırada Cenova'da olduğunu, Adalet Bakanı Roberto Castelli'nin de kışlada bulunduğunu, o aralar memleketin sol kanadını temsil edenlerin esamesinin okunmadığını da hatırlıyor.
Gerçekleri daha önce görülmemiş şekilde teşhir etme iddiasıyla yola çıkan DIAZ adaletin yerini bulamaması karşısında âciz kalan teşebbüslerden biri daha mı yoksa?
Cenova Sosyal Forum'un o zamanlardaki sözcüsü Vittorio Agnoletto ise olayın siyasi sorumluluk boyutunun ve devlet kurumlarının katkısının film tarafından yeterince verilmediğine işaret ediyor.
Her ne kadar filme baz oluşturan olaylar mahkeme zabıtlarından birebir alınmış olsa da suçluların kimliği adeta saklanmış, birilerinin rencide olma ihtimali varmışçasına...
Tabii aynı zamanda olayların hafızalardan silinmesi için elinden geleni ardına koymayan yöneticilerin entrikalarına karşı etkili bir hatırlatma olduğunu da kabul ediyor Agnoletto.
Fakat filmin prodüktörlerinin gururla duyurduğu, senaryonun polis teşkilatı başkanı Antonio Manganelli'ye yollanma işlemine anlam veremiyor, ne de olsa Manganelli'nin olaylar sırasında hemfikir olmadığı ve göstericilerden yana tavır alan Savcı Zucca konusunda sarfettiği nahoş bir cümle kayda alınmış durumda.
Sosyal Forum katılımcılarına şiddet uygulamaktan yargılananlar genelde sorumluluğu Roma'dan Cenova'ya bu vesileyle gönderilen ve kısa bir süre sonra vefat eden yetkili Arnaldo La Barbera'ya yüklemiş, oysa 2001'de Emniyet Genel Müdürü olup bugün istihbarat birimlerinin güçlü başkanı olan Gianni De Gennaro'dan veya dönemin İçişleri Bakanı Claudio Scajola'dan bahis yok.
Tabii acı gerçeklerin doğrudan ifadesi sözkonusu olduğunda bir kişi veya eserin, kendisini demokrasi ve insan haklarının bayraktarı sayan AB kapsamındaki İtalya'da sansürün hışmına uğraması ve toptan lanetlenmesi pek mümkün.
Fakat oraya toplanmış yüzbinlerce kişinin hangi sebepten orada bulunduğu, Seattle'dan başlayarak Occupy Wall Street'e kadar varan hareketlerin neyi talep ettiği, Susan George'un Forum'un açılış konuşmasından kısa bir kesitle bile verilebilirdi.
Filmi kafalarına göre yorumlamak isteyenler oradan oraya bilinçsizce sürüklenen zombi sürüsünün başına gelenleri bazı aşırılara uygulanan münferit baskılar olarak algılayabilir.
Oysa globalleşen dünyadaki birçok devlet gibi İtalyan devleti de maşaları aracılığıyla tahammülsüzlüğünü her an, her yerde yüzsüzce teşhir etmekte.
Yabancı düşmanlığının günbegün arttığı ülkede göçmen kamplarındaki muamele bu gidişatın doğal bir sonucu. Misafir merkezleri olarak adlandırılan ama cezaevlerini andıran kamplarda mültecilerin suçlu muamelesi görmesi, kaba kuvvet uygulanması sonucunda yaralanma vakaları olağanüstü durumlar teşkil etmiyor.
Avrupa Birliği'nin yıllardır bu yönde beklediği reformlara İtalya'nın yüz vermemesi ve bu amaçla ayrılan fonları kullanmaktan âciz kalması sonucunda entegrasyon gecikiyor, halk bilinçlendirilmediğinden ırkçılık ve tahammülsüzlük artıyor, ekonomik krizin müsebbibi gibi görülen göçmenler dışlanıyor, sık sık şiddete maruz kalıyor.
Taze hükümet
Neyse ki DIAZ filminin kısa bir kadrajında görünen ve her zamanki gibi Cenova olaylarını savuşturan Berlusconi sahneden şimdilik (!) çekildi.
Suyu çıkmış İtalyan siyasetine bir daha asla bulaşmaması dilenen bir diğer politikacı ise ülkenin şu anda ayakta durabilen en eski partisi sıfatını taşıyan 1989'da kurulmuş ayrılıkçı Lega Nord'un başkanı Umberto Bossi. Politikaya halefi olarak lanse ettiği Trota (Alabalık) lakaplı oğluyla ilgili bir yolsuzluk ortaya çıkınca istifa etmek zorunda kalan ve ırkçılığıyla da tanınan Bossi'nin mafya ile bağlantıları dahil olmak üzere her şeyi ortaya saçıldı.
Fakat geçen cumartesi Pescara futbol takımının Piermario Morosini adlı bir oyuncusunun maç sırasında sahanın ortasına yığılıp ölmesi ve bir haftalığına da olsa tüm lig karşılaşmalarının askıya alınması gündemin tam ortasına düştü.
Bu arada teknokrat hükümetinin başındaki Mario Monti ve Çalışma Bakanı Elsa Fornero kemer sıkma politkalarını uygulamakta kararlı görünüyorlar; ellerini çabuk tutsalar fena olmaz, ne de olsa 2012'nin başından 14 Nisan tarihine kadar yurt sathında intihar eden işadamı sayısı 23'e yükseldi. Yunanistan ve İrlanda'da da bolca görülen bu vakalar yürürlükteki ekonomik sistemin ölüm çanları mı? (MT/BA)