Şair Heberto Padilla'nın tutuklanıp 37 gün hapis yatmasına yol açacak hadiseler silsilesinden ilki, Küba'da müziğin ön planda olduğu gece hayatıyla alakalı bir belgeselden yana tavır alması olmuştu.
Ülkenin devrimci imajına aykırı bulunan film, kültürden sorumlu bürokratların asabını bozmuş, belgeselin gösterimi yasaklanmıştı.
Akabinde yazar, şair ve sanatçılarına yönelik itimadını zaten yitirmeye başlayan rejimin resmî temsilcileri onları gerçek sosyalist olmamakla itham etmiş, mesele büyüyünce karizmatik lider Fidel Castro, hükümetin kültür politikaları hakkında son noktayı koymuştu: Her türlü sanatsal ifade hoşgörüyle karşılanacak, yeter ki esasen devrimi destekliyor olsun!
Altmışlı yılların sonuna yaklaşılırken var olan düzenleri altüst eden olaylar dizisi gezegende isyan ateşini körüklerken Küba'da iktisadi krizin tesiri hissedilmeye başlamıştı. Devrimci kimliğinden başlarda kimsenin şüphesi olmayan Padilla şimdi de devletin desteklediği yazar ve aynı zamanda bürokrat Lisandro Otero'yu hedef almış, devrime ihanetle itham edilen yazar, çevirmen ve senaryo yazarı Guillermo Cabrera Infante'ye yönelik övücü bir tavır sergilemişti. Hükümetin kültür siyaseti Padilla'yı zaten epeydir rahatsız ediyor, örseliyor ve geriyordu.
Bu arada Fuera del juego (Oyun dışı) adlı şiir kitabının Yazarlar ve Sanatçılar Birliği (UNEAC) tarafından ödüllendirilerek satışa sunulması sağlanmış, fakat kitapta yer alan ufak bir uyarı notunda birliğin bu yayınla ilgili, Padilla'ya ait siyasi görüşlere katılıyor olduğu anlamına gelmediği belirtilmişti. Şairin düzene yönelik eleştirilerini ifade ettiği şiirler onu bir "Devrim düşmanı" haline getirmiş, kötü misal olan Padilla 20 Mart 1971'de tutuklanıp hapse atılmıştı.
El caso Padilla (Padilla Vakası/The Padilla Affair) adlı belgesel günümüzde yalnız Küba'da değil, tüm dünyada düşünce ve ifade özgürlüğü için sesini yükseltmekte olanlara bir ders niteliğinde. Padilla'nın hapisten çıktıktan hemen sonra devletin öngördüğü ve UNEAC üyelerinin davet edildiği uzun toplantıdaki konuşmasının görüntüleri 50 sene sonra ilk defa seyirciyle buluşuyor. Yönetmen hanesinde Pavel Giroud adını gördüğümüz 2022 İspanya-Küba ortak yapımı 78 dakikalık belgesel şimdilik Telluride, San Sebastián ve Roma film festivallerine katılmış oldu.
O zamanların en mühim edebiyatçılarının resmi geçidi sayılabilecek izlenesi belgesel, zamanla yıprandığı aşikâr Küba devrimine dair üzücü detaylar içeriyor desek yalan olmaz...
"Dilini teslim etmesi istendi"
Gerçeği söyle
En azından kendi gerçeğini söyle
Ve sonra ne olacaksa kabul et
En sevdiğin sayfayı yırtabilirler
Veya kapını taşlayarak yıkabilirler
Veyahut insanlar bedeninin etrafına
Sen bir deha veya bir ölüymüşsün gibi toplanabilirler
Sıcaklığın, dolayısıyla oksijen eksikliğinin gittikçe arttığı kalabalık toplantı mekânında devletin Padilla'dan beklentisi aslında "seviyeli" bir şekilde "günah çıkarması". Özeleştiri yaparken bunu fazla ileriye götürmüş ve ifadelerini abartmış olduğu, mesele hakkında fikri sorulan Alberto Moravia'nın, "Castro'ya karşı değilim, Padilla'ya da; özeleştirinin karşısındayım" demesinden belli.
Fakat duruşundan pek de ödün vermeye meyilliymiş gibi görünmeyen Kübalı şair, amacının devrimi aşağılamak, yaralamak, gülünç hale getirmek veya yıkmak olmadığını, eleştirilerinde yapıcı olmaya çalıştığını da söylüyor, aynı zamanda, toplantının düzenlenmiş olmasının bile devrimin cömertliği olarak algılanması gerektiğinin altını çiziyor.
Anlattıklarında ne kadar samimi olduğunu kanıtlamak istercesine eşi dâhil aynı yolda yürümekte olduğu "dava" arkadaşlarının da desteğini bir şekilde talep edip konuşması bittikten sonra tek tek konferans masasına gelmelerini sağlıyor; hazır bulunanların ve dolayısıyla kameranın karşısında duruşlarını teyit ettiriyor. Yazar ve gazeteci Norberto Fuentes'in söylenenleri bir itham olarak algılayıp inkâr etmeye girişmesi ve devlet istihbarat teşkilatıyla yakın ilişkilerinin ortalığa saçılmasıyla toplantı devletin istediğinden farklı bir boyuta taşınıyor ve gayet değerli çekimlerin sonucu ancak 50 sene sonra karşımıza çıkabiliyor.
Araya serpiştirilmiş muhteşem fotoğrafların imzacıları arasında Agnès Varda'yı görmekten ayrıca mutluyuz.
Tecrübeli sinemacı Giroud'un adının, 2015 senesinde bilhassa müzik belgeselleri hayranlarını büyülemiş Playing Lecuona'nın yönetmenlerinin arasında geçtiğini hatırlamakta da fayda var.
"Ne hain, ne de kurban..."
Olağanüstü bir dönem belgesi niteliği taşıyan siyah-beyaz toplantı görüntüleri Küba'nın değerli edebiyatçılarının geniş spektrumu olmakla kalmıyor, muhtelif kameraların isabetli çekimleri mekândaki atmosferi, hazır bulunanların tepkilerini, hayal kırıklığı, üzüntü ve aynı zamanda gerginliklerini tenimizde hissettiriyor.
Montajdaki kıvraklık, kaynamakta olan bir kazan olarak yerkürenin genel vaziyetini yansıtırken belgeselin tümüne de hâkim. Cortázar, Márquez, Vargas Llosa, Fuentes, Sartre gibi dünya edebiyatının önde gelen simalarının mevzu hakkındaki fikirleri, Padilla'dan yana taraf olmaları, muhtelif arşiv görüntülerine dayandırılıyor.
Şili'nin ve Allende hükümetinin Havana'daki temsilcisi olup kısa bir süre sonra persona non grata (istenmeyen kişi) ilan edilmiş diplomat, gazeteci ve yazar Jorge Edwards'ın imalı eleştirileri de kayda değer. O ana kadar Küba devrimine koşulsuz destek veren entelektüel çevre, bilhassa Avrupa'da Castro'ya itimadını ilk defa tartışır hale geliyor.
Sonuçta o zamanlar, ekonomik kriz yaşanan tüm diyarlarda olduğu gibi Küba'da da bazı işler yolunda gitmemiş, müşkülatları, aksayan tarafları zamanında fark edip eserlerinde dışa vuranlar hedef haline gelmişti. Sevilen bir lider de olsa Castro suikast kurbanı olabileceği ihtimalini bir takıntı haline getirmiş, istihbarattaki aşırılık ve muhtelif güvenlik tedbirleri rejimi, dolayısıyla devrimi adeta kemirir hale gelmişti.
Zaman içinde dünyadaki güçlü sosyalist rejimlerin çoğu kapitalizmin yıkıcı etkisiyle bertaraf edilmişse de Padilla vakası adlı belgesel bize devrimin başlarındaki idealist Küba'dan layıkıyla sesleniyor.
Tartışma zemininin bir şekildeki varlığı, muhaliflerin de olduğu edebiyat dünyasının "medenice" bir araya gelip kendini ifade etmeye davet edilmesi günümüz rejimlerinde kolay kolay görülen bir olgu değil sanki.
Eleştirilen tarafları olsa da Heberto Padilla, devrimle gayet güzel özdeşleşen şair kimliğinden dolayı, rejimin yalakalığını yapmayı reddettiği için kurban edilmeyi birebir yaşadı. Bazılarının o dönemde davanın etrafında kenetlenerek akabinde sosyalizme ihanet edercesine saf değiştirdiği gerçeğini de inkâr edemeyiz tabii.
Fakat ne yazık ki filmin son sekansında haykırıldığı gibi esas mesele, devlette güçlerin ayrılığı olmadığı zaman düşünce ve ifade özgürlüğünün de kısıtlanmaya gidilmesi: Günümüzde Küba'da Kültür Bakanlığının önünde sık sık toplanıp seslerini duyurmaya çalışan şair, yazar, sanatçı ve entelektüellerin derdi hepimizin derdi değil mi zaten? (MT/SD)