“Yazdıkça kamburlarım düzeldi dersem abartmış olmam sanırım.” Böyle yazmış Aytekin Yılmaz “Yoldaşını Öldürmek” adlı kitabında. Bu cümleye Sorgul’un örgüt içi infazını anlattığı bölümün sonunda ulaşmış.
Sorgul, Betül Cici’nin PKK’ye katıldığında aldığı kod ismi. “Sorgul kefensiz yatanlardandır” diyor Aytekin Yılmaz: “Gerillada kefensiz olan ve mezarı bugün belli olmayan epeyce arkadaş vardır. Onlar operasyonlarda, çatışmalarda veya eylemlerde şehit olan arkadaşlardır. Sorgul ise arkadaşları tarafından hiç yere infaz edilen ve kefensiz, tanıksız, arkadaşlarından uzak ve gizli gömülenlerdendir.”
“Yoldaşını Öldürmek”, Sorgul gibi örgüt içi infaz ile öldürülenlerin ve işkence görenlerin hikayesini anlatıyor. Aytekin Yılmaz tüm bunları kendi hapishane günlerinde örgüt içi işleyişi sorguladığı ve eleştirdiği için yaşadığı dışlanmayı, yalnız bırakılmayı ve sürgünü anlatırken yüzleşmeci bir tutumla aktarıyor.
Aytekin Yılmaz Sorgul ile 1991 sonbaharında tanışmış. Yılmaz o yıllarda üniversite gençlik çalışmaları içinde. Dağa çıkmak isteyen bir arkadaş var denilince, buluşup konuşmuş kendisiyle. Kitabında “Sorgul, kısa boylu, esmer, minyon tipli, genç bir üniversiteliydi. Çok heyecanlı bir hali vardı” diye anlatıyor onu.
Üniversitedeki örgütten hoşnut olmadığını, dağa, kampa gönderilmeyi talep ediyor. Özellikle parti kampını istiyor, “Parti önderini görmek benim hayalim” diyor. Birkaç kez görüşüyorlar. Bir keresinde elinde Mitka Gribçeva’nın “Seni Halk Adına Ölüme Mahkum Ediyorum” romanıyla geliyor görüşmeye. 1940’larda Nazi faşizmine karşı Bulgaristan Komünist Partisi saflarında savaşan Mitka Gribçeva’nın öyküsünden bir hayli etkilenmiştir; şöyle der “Bizim de Gribçevalara ihtiyacımız var”. Birkaç gün sonra Sorgul’u parti merkez kampına yolcu ederler. Bir yıl kadar sonra Bayrampaşa Hapishanesinde karşılaşıyorlar.
O sırada Aytekin Yılmaz “Hapishane yaşamımda tanık olduğum ilk infaz Osman Tim’in öldürülüşüdür” diyerek anlatmaya başladığı infazın etkisindedir. Bayrampaşa’daki örgütü sorgulamaya ve eleştirmeye başladığı ve yavaş yavaş yalnız bırakıldığı, takip edildiği günlerdir. Sorgul ile görüş yerinde karşılaşırlar; Aytekin Yılmaz’a kızgın olduğunu söyler ve “Örgüte muhaliflik yapıyormuşsun Heval, şimdi bunun zamanı mı” der. Yılmaz’ın tahminine göre yaklaşık beş yıl sonra Güney Kürdistan’da Karadağ bölgesinde örgütten arkadaşları tarafından infaz edilir.
Haberi duyduğunda Aytekin Yılmaz hapistedir. Haberi önce doğrulatamaz, sonra örgüt sorumlularından olmuş olabilir diyenler çıkar; bir türlü inanamaz çünkü onun tanıdığı Sorgul inançlı, kararlı bir devrimcidir. 10 yıl sonra tahliye olunca Sorgul’un akıbetini öğrenmek için araştırmaya başlar. “Sorgul’un izini sürerek aslında geçmişimi arıyordum”.
Ulaşacağı gerçek yüreğin kaldıracağı gibi değildir. Sorgul’un infazına giden öyküsünü büyük uğraşlar sonrasında edinir. İnfaza adım adım nasıl gidildiğini detaylı bir biçimde anlatıyor yazar. Aynı zamanda dağda idama mahkum edilen üç kadın gerillanın hikayesini anlattığı yazısı aracılığıyla eski bir gerilla komutanı olan Dursun Ali Küçük’ün Sorgul hakkında bilgisi olduğunu öğrenir ve onunla yaptığı röportajı da Sorgul’un ulaştığı hikayesini teyit olarak kullanıyor. Dursun Ali Küçük’ün anlatımı ve Aytekin Yılmaz’ın ulaştığı öyküyü burada tekrar etmeyelim. Ayrıntılarıyla okunması daha doğru. Ancak Aytekin Yılmaz’ın Sorgul’un örgüte olan eleştirisinin temel mantığını anlattığı bölümü aktarmak gerek.
Yılmaz şöyle diyor: “Sorgul’a göre örgüt içinde çok ciddi kadın sorunu vardır; örgüt içi yaşanan ilişkilerde kadın mahkum edilirken erkeklere dokunulmamaktadır. Kadın özgürlüğü söyleminin laftan öteye geçmediğini, devletten kopan kadının farklı biçimlerde örgütteki erkek egemen sisteme bağlandığını düşünür ve bulunduğu örgüt yönetimlerine karşı savunur bu tutumunu.”
Yılmaz, Sorgul’u araştırırken onu dağdan tanıyan eski kadın gerilla komutanlarından F. Zana ile de konuşmuş. Onu en son Gare kampında gördüğünde tutukluymuş. “Yaşadığı çelişkiler onu derinlemesine yaralamıştı. Hırçınlaşıp üstünü başını yırtma gibi davranışlar gösteriyordu.. Yaşadıkları benliğinde derin yaralar açmıştı, psikolojisi bunu kaldırmıyordu. (…) onunla konuşurken korkunç bir baskı altında olduğunu görebildim. Konuşmanın ona bir yarar getirmeyeceğini anladım ve ayrıldım yanından. Fakat arkadaşlara, onun iyi bir doktor ve psikoloğa ihtiyacı var dediğimde sadece gülüp geçtiler. ‘Savaş ortamında kimse bize bu lüksü dayatamaz’ dediler. Savaş acımasız ve keskindi doğru, fakat o, bu sonu yaşamak zorunda değildi. Sorgul arkadaşın çelişkisi esasta Apo ve örgütle olduğu için ve bunu açıkça dile getirdiği için onun yaşama şansı yoktu.”
Yılmaz, kitabında Sorgul’a ayırdığı bölümü F. Zana’nın şu sözleriyle tamamlıyor: “Bir kadın olarak genelde bu tür cinayetlerin, özelde de PKK içerisindeki kadın cinayetlerinin açığa çıkması taraftarıyım. Küçük de olsa bir katkım olacaksa sevinirim.”
Aytekin Yılmaz, İletişim Yayınları’ndan çıkan kitabının bitimine 1990-1999 arası hapishanelerde örgütler tarafından infaz edilen 34 kişinin adını, yattığı hapishaneyi, üyesi olduğu örgütü ve öldürülme tarihlerini içeren bir liste eklemiş. Aynı tarihler arasında hapishane dışında örgüt içi ve sivil infaz sayısını ise 1034 olarak vermiş. Bu infazların 64’ü DHKP-C, 62’si TİKKO ve 904’ü PKK tarafından gerçekleştirilmiş. “Yoldaşını Öldürmek”te Osman Tim’den başlayarak Betül Cici (Sorgul), Şerif Mercan (Devrim), Erdoğan Eliuygun, Ramiz Şişman, Mülkiye Doğan (Berfin), Mehmet Çakar, Şimel Aydın’ın hikayelerini ayrıntılı bir biçimde aktarıyor.
Belki de bu yazıyı, Aytekin Yılmaz’ın Şerif Mercan yani kod ismiyle Devrim için yazdığı cümleyle bitirmek en doğrusu. Şerif Mercan, tıpkı Osman Tim gibi polis sorgusunda çözülenlerden. Bursa Cezaevi’ne gönderiliyor. Çözüldüğü bilindiği için yönetimin ayrı kapatılma önerisini kabul ediyor önce; daha sonra örgüte ve davasına inancı dolayısıyla örgüt yöneticisinin geri dön çağrısına uyarak yönetimine başvuru yapıyor. Siyasi tutsakların yanına transferi yapıldığı gün tek kişilik hücreye kapatılıyor ve sorguya alınıyor. İnfaz kararını öğrenince: “Eğer hakkımda ölüm kararı varsa, bu eylemi kendim yerime getirebilirim. Yeter ki parti beni hain ilan etmesin. Ben hain değilim.” Devrim’e kendisini asması için ip verilir. Hücrede yalnız bırakılır. İlk seferinde ip kopar. Daha sonra yaşananlar hakkındaki bilgiler çelişkili ama büyük ihtimalle sonunda infaz örgüt sorumluları tarafından yerine getirilir. 15 Haziran 1994 günü sabahı gardiyanlar hücresinin tuvaletinde ölü olarak bulur. Örgüt sorumlusu bunun bir intihar olduğunu söyler. Birkaç gün sonra hapishaneden sorumlu başsavcı da aynı açıklamayı yapar.
Şerif Mercan’ın infaz edildiğini öğrendiğinde Aytekin Yılmaz günlüğüne şu cümleyi yazdığını aktarıyor kitabında: “Devrimciler Devrimi boğdular”. (HK)