Geçen günlerde kitap yığını üzerinde kedisi ve bir kapı enindeki ufacık vitrinine asılmış çok dilli tabelasıyla Samatya Sahaf ve sahibi Devrim Tarım ile ilgili bir mesaj dolaştı sosyal medyada. Şöyle yazıyordu o mesajda:
“Samatya’da beş dilde (Türkçe, Kürtçe, İngilizce, Ermenice, Rumca) tabelası olan bir sahaf. Kitapçısı Devrim doğuştan görme engelli. ODTÜ eğitimli güzel bir insan. Gezi’ye katıldığı için işinden olmuş, sonra da bu dükkânı açmış. Bazen 10-15 gün hiç satış yapamadığını söylemiş. Samatya Sahaf’a gidip ondan kitap alsanıza, mutlu olur. Adres: Samatya, Marmara Caddesi, 82/A, Surp Kevork Ermeni Kilisesi karşısı, Fatih.”
Arkadaşlarımın da bu gönderiyi WhatsApp gruplarında paylaştığını ve bazılarının konuyla ilgilendiklerini görünce bir süredir aklımda olan Devrim Tarım’a uğramak ve birkaç kitap da almak üzere Samatya yürüyüşünü yapmak elzem oldu. Güneşli bir havada Yenikapı İstasyonu’nda Marmaray’dan inip Langa Caddesi’nden denize paralel yürüdüm. Cerrahpaşa Hastanesi’nin altından ve eskiden “Samatya SSK” dediğimiz İstanbul Eğitim Araştırma Hastanesi önünden geçip Samatya’ya vardım. Bu güzergâh dünün çok kültürlü İstanbul’undan nostaljik izler taşıdığı gibi, benim için de anılarla doludur. 12 Eylül öncesi yıllarda Kocamustafapaşa sokaklarında epey dolaşmışlığım vardır. Bir üstte olan Marmara Caddesi’ne çıkınca çan sesleri beni Surp Kevork Kilisesi’nin önüne getirdi. Samatya Sahaf, bu kilisenin tam karşısında.
Sulu Manastır’da çan sesleri
O civara gidince veya sahil yolundan geçerken kilisenin heybetli yapısını görmemeniz olanaksız. “Sulu Manastır” diye de bilinen Surp Kevork, bu taraflardaki en büyük kiliselerden biridir. Tarihi 1031 yılına kadar giden bir Ortodoks mabediyken, İstanbul’un Osmanlılar tarafından alınmasından sonra Sultan İkinci Mehmet tarafından Ermeni Patrikliğine verilmiş ve Patrikliğin ilk merkez kilisesi olmuş. Defalarca tahrip olup yeniden yapılan ibadethane en son 1963’te onarılmış. O gün bir cenaze vardı ve bahçesi kalabalıktı. Duyduğum çan sesleri de ondanmış.
Surp Kevork’a sırtımı dönünce karşıda Dostlar Çay Evi ve yanında Samatya Sahaf. Ben yanına yanaştığımda Devrim dışarı çıkardığı bazı kitaplarını bir sehpanın üzerine düzgün yerleştirmeye çalışıyordu. Birinin geldiğini ve fotoğraf çekildiğini hissetti. Bana doğru dönüp “Hoş geldiniz ama fotoğraf çekip kitap almadan gitmek yok” dedi.
Biz Devrim Tarım ile 2003’te ABD’nin Irak işgaline karşı yürütülen savaş karşıtı eylemler ve Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu kampanyaları sürecinden tanışıyoruz. Ankara’ya trenle kitlesel bir eyleme de birlikte gitmiştik. Neşeli, coşkulu bir seyahatti. Sohbetimizi hatırladı Devrim. “Ya abi, senin tane tane konuşman pek güzel, keşke körlere şiir okusan” dedi.
Güneşi hiç görmemiş ama içi güneşli
Devrim, doğuştan görme engelli ama gönül gözüyle görenlerden. Güneşi hiç görmemiş ama içi güneşli. Daha ilk kelimede tanıdıklarının sesini bilir. Küçücük dükkanına binlerce kitaptan bir dünyayı sığdırmış. İnsanların iyiliğine inanır. Kötülüğü sevmez, bir de yalnızlığı.
Karadeniz Teknik Üniversitesi’nden güler yüzlü bir genç aradığı kitapları bulmuş. Onu yolcu ettikten sonra, kitap alacağımı ama aslında sohbet için geldiğimi söyleyince, yan kapı önünde oturan komşularının da yardımıyla iki sandalye çektik altımıza. Sosyal medyada dolaşan son çağrıdan söz ettim. “Kim paylaşmışsa eline sağlık” dedi. Dayanışmanın iyileştirici gücüne inanıyor Devrim. Takipçisi çok olan bazı dostlarının Samatya Sahaf ile ilgili yazılarının ardından bir geri dönüş oluyormuş. Kitap soran ve kitap almaya gelenler de genellikle böyle ulaşıyor buraya.
“Telefonum hep açık. E-maillerime ve mesajlarıma bakıyorum. Bir Facebook profilim var onu takip ediyorum. Instagram da var ama onu pek kullanmıyorum. Twitter ise takip edebildiğim bir mecra değil. Trafiği bana göre yoğun.”
Mahalleli ile ilişkilerini soruyorum.
“Ben bu semtte altı yedi gence bonzaiyi bıraktırıp kitaba başlattım. Sabırla oldu tabii. Konuşa konuşa, yani muhabbetle. Beni kandırmaya çalışan çocuklar da oluyor. Benim hediye ettiğim kitabı getirip bana satmak gibi örneğin. Ama olsun ben Samatya’nın insanlarını, çocuklarını seviyorum.”
Her şeyi hissederek yapmak…
Hemen yan komşusu olan Dostlar Çay Evi’nden geldi çaylarımız. Demli ve güzel çayları içerken konuşmaya devam ettik. Aslında fazla konuşup meşgul etmek istemiyorum ben Devrim’i. Ne yaptığı ve nasıl yaptığı ortada zaten, görülüyor. Daha doğrusu o görmüyor, biz görüyoruz. Devrim Tarım yaptığı her şeyi hissederek yapıyor.
“Yedi yıldır yapıyorum bu işi. Osmanlı Arşivleri'nde çalışıyordum. Gezi Parkı günlerinde bir gazete haberinden sonra işimden atılınca başladım. Burası 15 metrekare. Başta kendi kitaplarımı getirdim. 1500 kadar vardı. Şimdi 15 binden fazla kitap vardır burada. Koyabildiğim her tarafa raf koydum. Biraz sıkışık oldu.”
Aradığın kitabı veya konusunu söylersen Devrim sana yerini söylüyor. Her kitabın rafını biliyor. Hepsini elleriyle dizmiş. Dolaşıp bakmak isteyenler de oluyormuş. O zaman kendi çıkıyor müşteri giriyor. O kadar sıkışık. “Senin gibi iri yarı olanlar için biraz zor abi ama benim gibi ufak tefek olanlar için daha kolay. İçeriye doğru geçebilirsen arkası biraz daha genişliyor. Kafana dikkat et, yukarıda da raf var!”
Devrim Tarım. Eskişehirli. Körler Okulu’nun ardından 1995-2003 arasında ODTÜ’de eğitim görmüş. 1978 doğumlu, 2000 kuşağı sayılır demek ki. 68’lilerden, 78’lilerden konuşuyoruz. Devrim siyasetle de hep ilgili olmuş. 1995’lerde Geleceği Birlikte Kuralım (GBK) sürecinden başlayarak, solda yenilenme ve birlik projelerinde yer almış. Birçok toplantıya ve etkinliğe heyecanla katılmış. “Ben geçen yıllar boyunca gücüm yettiğince savaş karşıtı mücadeleye hep destek verdim. Barış mücadelesinin çok önemli olduğuna inanıyorum“ diyor.
“İngilizce biliyorum. Dillere çok ilgim var. Samatya Sahaf çok dillidir. Sadece tabelası değil, 20 dilde kitaplarım var burada.”
Bir güvencesi yok Devrim’in. Bu küçücük dükkândan başka yapacağı bir işi de yok. İki kez KPSS’ye girip kazanmış. İlk bine girmiş hatta, ama ataması yapılmamış. “İsmimin üzerine çizik atılmış belli ki. Özel sektör de bir iş de olabilir belki ama onlar engelli çalıştırmak istemiyor. Oysa çalışabilirim ben.”
Bağ-Kur’lu olduğunu söylüyor ama tabii prim falan ödeyemiyor. Annesiyle oturduğu eve ve bu sahaf dükkânına kira veriyor. Annesi yazın köye gidiyor.
“Kitapların ömrü sahiplerininkinden uzun”
“İşimi seviyorum. Kitapları seviyorum. Sahaflık elden çıkarılmış, atılmış kitaplarla uğraşmak onları yeniden okuruyla buluşturmak demek. Kitapların ömrü sahiplerinin ömründen çok uzun çünkü. Sokağa bırakılan eşyalardan, vefat eden yaşlı insanların kitaplığından kitaplar gelir bazen. Eskileri kendisi getiren de oluyor tabii. Hepsini inceler, ne durumda olduğuna, kondisyonuna göre ilk sayfasına fiyat yazarım. Alıcısının, seçtiği kitabın fiyatını söylemesini özellikle isterim. Çoğunu ben de bilirim tabii ama kendimce bir test yapmış olurum.”
Bir de Samatya Sahaf ve kendine özel mühür yaptırmış Devrim. Kitap damgası yani. Tasarımı kendisine ait, bir arkadaşına yaptırmış. Ece Ayhan’ın şiirinden almış ilhamı. Bir kara kedinin okuduğu kitabın kapağında “Bakışımsız kedikara” yazıyor. Samatya Sahaf’tan alınan her kitabın kapak içine basıyor damgasını. Samatya Sahaf her yerde!
“Bazen çok özel anılar da çıkar. Bir keresinde 1971’den bir dergi buldum. Künyesine bakınca Eşber Yağmurdereli ve Arkadaş Z. Özger’in ismini okudum. Götürüp Eşber abiye verdim dergiyi. Çok sevindi, çünkü onda yoktu. Böyle özel şeyler elime geçince kıymetini bilene veriyorum.”
Kitaplar, isteyene kargolanıyor
Dükkâna gelenler dışında, kargoyla kitap yolluyor isteyenlere. Hatta Fransa’ya, Almanya’ya kitap yolladığı oluyormuş. “Aksaray Postanesi’ne gidiyorum yurt dışına kargo yollamak için. Haftada bir gün Cağaloğlu’na gidip sipariş kitapları buluyorum. Haftada iki yarım gün bana yardıma gelen arkadaşlar oluyor. Onlarla yapıyoruz kargoları. Genellikle burada yalnızım ama.”
Son altı ayda üç kez hırsız girmiş dükkâna. Bilgisayar ve telefonunu almışlar. Onun için büyük zorluk tabii. Kamera koymasını önerenler olmuş ama Devrim istememiş. “Zaten her yer kamera oldu. Burası eksik kalsın” diyor.
Körlerin hayatını biraz daha kolaylaştıracak yeni teknoloji ve programlardan haberi var ama alamamış bunları.
“Bir ayın 15 günü siftahsız kapattığım oluyor burayı. Bazı günler daha çok gelen olur. Gelenlerin hepsi kitap almıyor, benimle bir fotoğraf çektirip gidenler oluyor. O yüzden fotoğraftan önce kitap diyorum.”
Arada dükkânı bir arkadaşına emanet edip Samatya’yı dolaşıyor Devrim. Deniz kokusu rüzgâr estiğinde buraya kadar geliyor. Ama denize doğru yürüyor. Samatya meyhanelerinde rakı balık yaptığı da oluyor. Hele bir dost ile olursa!
Aldığım kitaplara Samatya Sahaf damgasını bastırdıktan sonra, ayrılmadan önce, halinden memnun mu, bir isteği var mı diye soracak oluyorum. Her zamanki gibi gülümseyerek yanıtlıyor Devrim Tarım.
“Gezi’deki insanlar buradalar, biliyorum”
“İyiyim ben. Kitaplarım ve arkadaşlarım var. Bir de kedim var. Şimdi burada değil, gezmeye çıkmıştır. Hayalin nedir dersen, buradan iki kat büyük olan ve içinde lavabosu, tuvaleti olan bir yerim olsun isterim. Şimdilik tek hayalim bu. Yalnızlıktan çekiniyorum. Ülkenin haline üzülüyorum. Toplumsal mücadeledeki düşüş her muhalif insan gibi benim de sorunum. Ama Gezi’deki insanları tanıdım ben. O günleri yaşadık hepimiz. O insanlar uzaydan gelmediler. Buradalar onu biliyorum…”
Samatya Sahaf haftanın her günü 11.00’den 23.00’e kadar açık. Yolunuzu düşürün yalnız bırakmayın Devrim’i. Aradığınız bir kitabı bulursunuz orada.
Kitap sormak ve kitap istemek için Devrim Tarım’ın telefonu 0535 743 3564; hep açık. Mail adresine de yazabilirsiniz isteklerinizi, o da şöyle: [email protected]
(DŞ/NÖ)