Devlet, kuruluşundan itibaren, içinden çıktığı Osmanlı geleneklerini kullanarak, böl ve yönet politikasıyla toplumu önce nüfus açısından en büyük iki kimliği, Türk ve Kürt’ü birbirine düşman ederek başladı.
Kürtler düşman ilan edilerek asimilasyon ve katliamlarla yok edilmeye ve yok gösterilmeye çalışıldı. Koçgiri, Ağrı, Dersim katliamlarıyla bir taraftan öldürülerek yok edilmeye çalışıldı diğer taraftan Dili ve kültürü yasaklanarak, Kürtçe isimler değiştirilerek, Kürt olma aşağılanarak ve asimile politikalarıyla da yok sayılmaya çalışıldı.
Bunun dışında toplum sağ ve sol olarak bölündü. Sağ ve sol kesim kendi aralarında amip misali bölünmeler yaşadı. Sağ kesimde çok fazla görünmeyen bölünme solda aşırılığa ulaştı.
Birbirine düşman, birbiriyle mücadele eden ve bu nedenle asıl hedeflerinden uzaklaşan yüze yakın sol örgüt veya çevre oluştu. Sol, gerçek kimliği ve içeriğinden uzaklaştı. Sadece kendini var etme mücadelesi yürüttü. Birleşme ve ittifakların ömrü kısır tartışmalar yüzünden çok kısa sürdü.
Günümüzdeki iktidar ise, böl ve yönet politikasını daha da geliştirerek ülke yönetiminde uygulamaya başladı.
Bölünmelere Alevi – Sunni, Laik – anti laik, gelenekçi – yenilikçi, Batılı – doğulu gibi yeni ayrımlar koyarak, toplumu daha küçük parçalara ayırarak düşmanlıkları büyütüp yönetimini daha kolay hale getirdi.
Aleviler, laikler, yenilikçiler, Doğulular, kendilerine muhalif tüm kesimler ayrı ayrı düşman edilerek, hedefler çoğaltılarak küçültüldü.
Devletin ve yönetenlerin bu tür bölünmeleri desteklemenin amacı aynı baskı altında, aynı sefaleti, aynı acıları farklı biçimlerde yaşayan toplumun, aynı sorunlar için bir araya gelmesinin, birleşmesinin önünü kesmek, engellemek, muhalefeti küçülterek yok etmekti, başardı.
Yaşadığımız coğrafyada acılarımız, yaşadığımız baskı, hak ihlalleri, sefaletimiz ve çıkarlarımız aynı olmasına ve aynı mengenede ezilmemize rağmen yaratılar düşmanlık ve bölünmeler yüzünden bir araya gelmek, birlik ve cephe oluşturmak neredeyse imkansızlaştırıldı.
Birimizin acısı diğerini mutlu etti.
İki kuruş maaş zammı alan diğerlerini sattı. Makarna ve kömürü kapan gözünü ve kulağını kapattı. Koyun oldu, kasaba kendi bacağını uzattı.
Öldürülenin kimliğine bakarak döküldü gözyaşları. Ölen Kürt ise, Alevi ise, Laik ise, Solcu ise ağlamadı bazılarımız hatta güldü, sevindi, “oh olsun” dedi.
Birileri hakkını almak için ayağa kalktı mı diğeri destek vermek yerine onu suçlamayı, küçük düşürmeyi tercih etti.
Suçlayan taraf hak aramaya başladığında, suçlanan taraf “onlar bize yardım etmemiş, destek vermemişti, bize ne” diyerek destek vermedi.
Hak arayanlar birbirlerini suçlayarak yalnız kaldı. Bölündü.
Bölündük onlarca parçaya. Birbirimize düşürdüler. Her ezildiğimizde, vurulup öldüğümüzde, ağıtlar yakıp acıyla inlediğimizde, bize bunları yaşatanlarla değil kendimizle, birbirimizle kavga ettik. Bizi ezenler rahat koltuklarında bizi seyretti sırıtarak.
“Çocuklar öldürülüyor, çocuk ölümlerini durduralım” dedik, “terörist” damgası yedik, “PKK’lı” olduk, suçlandık. Korktuk, korkudan özürler diledik, yaptıklarımız nedeniyle, yetmedi. Ferman katlimize verildi.
Bölündük, bölünmez bütünlüğümüzün tam orta yerinden, “vatanın” birlik ve beraberliği için, istikrar ortamı için.
Savaş alanına çevrildi toprakların dörtte biri. Çocuklar, sivil insanlar sorgusuz, bedelsiz, yargısız öldürüldü ve öldürülmeye devam ediyor, “Teröristleri”in dışında.
“Teröristler” ve onun dışındakiler diye bölündü ülke.
“Terörist” olarak tarif edilenlerin aileleri, anne ve babaları, kardeşleri, akrabaları, komşuları, soydaşları da potansiyel olarak “Terörist” ilan edildi ki “teröristler” imha edilirken yanlarında anne, baba, kardeş, akraba, komşu ve soydaş da beraberinde ölmesine olumsuz bir durum gibi bakılmıyor. Doğal karşılanıyor. “Savaştır, bu tür durumlar olabilir” denerek bu durum destekleniyor. Çocuk ölümleri bile yadırganmıyor.
İşte asıl bölücülük budur.
Bazı insanların ölümlerini hoş karşılayabilme, normalmiş gibi görme, ölümlere sevinme durumu, toplumun bölünmez denilen noktasından paramparça olduğunun en açık göstergesi.
Adeta savaş alanına döndürülen yerlerde yaşayanlara “Kendi devletinizi kurun, bizden ayrılın, yoksa sonunuz iyi olmayacak” deniyor.
Ayrılmaları için şiddet uygulanıyor, bölmek için şiddet uygulanıyor, bıktırmak için şiddet uygulanıyor gibi.
“Senin ölümlerin bile yadırganmıyor” demek gibi.
İnsan değerinin bölgelere göre değişmesi gibi.
Yaşam koşullarının, hayat standardının, ömrün, hak ve adaletin, suç ve yasanın bölgelere göre değişmesi gibi.
Hala “bölünmez bütünlük” kaldı mı?
Sen Kordon’da en ufak endişe duymadan biranı yudumlarken, ölüm korkusunu bıraktık bir kenara, yiyecek bir şey bulamayan, evleri yıkılmış, gidecek yeri olmadığı halde göç eden Sur’daki ailenin durumu bölünmüş olmanın mihengi değil midir?
Vatandaşlık statüsünün uygulanmadığı, uygulanamadığı, rafa kaldırıldığı coğrafyada insan bile sayılamıyorsan, itaat etmek dışında sana bir yol tanınmıyorsa, hatta öldüğünde gömülemiyorsan günlerce kendi toprağına hangi birliktelikten, beraberlikten, eşitlikten söz edeceğiz?
Sahi, bölünmüş olmak nerede başlıyor? (NT/HK)
* Fotoğraf: Ömer Yasin Ergin - Diyarbakır/AA