Kulağa çok güzel gelen bir söz değil mi? Demokrasiyi tüm unsurlarıyla yaşayamayan bir ülke ve toplumda ne güzel bir dilek. "Devlet-Sivil Toplum Diyaloğu" ya da "Devlet-Sivil Toplum Buluşması" veya "Devlet-Sivil Toplum İşbirliği"
Yalnız güzel bir söz değil, bir çokları için "güzel" bir "hedef.!" Bazıları için ise gerçeklik. Yani olan, yapılan, uygulanan bir durum. Devletin yapması gerekenleri "devlete rağmen" yapanlara ise söylenecek söz yok. Onlar "diyalog" olsa da olmasa da bildiklerini yapıyorlar.
Ben o aradaki "tire" işaretinin "iki eşiti", "iki benzeri" ayırdığı bir durumdan, yani gerçek bir "diyalog"dan söz etmek istiyorum.
Bir çağrı
Çağrıyı yapan Egemen Bağış. Devlet Bakanı ve AB ile ilişkilerde "Baş müzakereci". Başka bir deyişle "Hükümet"in temsilcilerinden birisi.
STK'ların birbirleriyle iletişimini sağlayan bir haber portalında yer alan bir çağrı bir doğrudan içinde yer aldığım örgüte yönelik olmasa da bana da ulaşmıştı. Şöyle diyordu mesajında Egemen Bağış:
Ülkemizin Avrupa Birliği tam üyelik süreci toplumun tüm katmanlarını birleştiren stratejik bir hedef ve bir devlet politikasıdır. 1959 yılından bu yana iniş ve çıkışlarla devam eden ilişkilerimiz, 2005 yılında katılım müzakerelerinin başlamasıyla yeni bir döneme girmiştir. Bu sürecin başarıyla sonuçlanabilmesi için siz sivil toplum kuruluşlarımızın katkıları büyük önem taşımaktadır.
Bugüne kadar Avrupa Birliğine katılım yolunda sivil toplum örgütlerimiz önemli roller üstlenmiştir. Sizlerle çeşitli vesilelerle bir araya gelinmiş ve ortak çalışmalar yapılmıştır. 2009 yılı ile ivme kazanan katılım sürecinde sivil toplum örgütlerimizle işbirliğimizin daha da geliştirilmesi, görüş alışverişinde bulunulması ve katkılarının alınması benim için büyük önem taşımaktadır.
Bu çerçevede, Avrupa Birliği üyelik sürecimize katkıda bulunabilecek sivil toplum örgütleri temsilcileriyle 6 Mart 2009 tarihinde Ankara'da bir diyalog toplantısı düzenlemeyi kararlaştırdık. Bu toplantıda sizlerin değerli görüşlerini dinlemek, not etmek ve görüş alışverişinde bulunmak arzusundayım. 6 Mart'ta görüşmek dileğiyle, saygılarımı sunarım.
Çağrı AB'ye katılım sürecinde bir destek ve işbirliğinden söz ediyordu. AB'ye katılımın yalnız "devlet", yalnız "hükümet", yalnız "iktidardaki parti"nin talebi olmadığını, tüm toplumun istek ve beklentisinin bu yönde olduğunu var sayarak bu çağrıyı yapıyordu.
Başka bir deyişle yine kendi kararları doğrultusunda ve onların somut bir gereksinimine yönelik bir çağrıydı.
Kendi kendime "olsun" dedim, "ne güzel" dedim ama aynı zamanda haberle uğraşan birisi olarak kafama takılan soruları da sormadan edemedim. Bunları aslında bir STK yöneticisi olarak da merak ediyordum. Söz konusu haber portalının yöneticisine bir mesaj yazdım. Şöyle dedim:
Etkinlik güzel, haber de yerinde ve doğru. Ancak eksiği var: "Toplantı nerede ve ne zaman olacak?", "Kimler katılabilir?", "Katılmak için gerekli koşullar nedir?", " Katılım için özel bir çağrı/davetiye olması gerekiyor mu?" gibi ayrıntılar olmaksızın bu haberin bir "haber" değeri var mı sizce?
Yanıt gelmedi. Alışıldık bir durumdu. Haberciler haberlerinin eksiklerini görmek istemez.
Ama ben aynı zamanda AB Sekreterliği'ne yani bu eksikliğin asıl sorumlusu olanlara da aynı soruları yöneltmiştim. Oradan da bir yanıt gelmedi. Beklemiyordum zaten!
Ortak Çalışma Grubu
Sevgili Şanar Yurdatapan'ın binbir zorlukla sürdürmeye çalıştığı "TBMM-STK Ortak Çalışma Grupları" faaliyeti sırasında da ortak çalışma konularından birisinin "sağlık ve sağlık hakkı" olmasını istemiştik.
Adını da "Sağlık Olsun Demeyelim" demiştik. 20'yi aşkın milletvekiline ulaşarak bu çalışma grubuna katılımlarını istemiştik. Ama kimse bir yanıt vermemişti. Çünkü bazı konular "dokunulmaması" gereken konulardı.
AKP'yi iktidar yapan ve şimdilerde de sonunu getireceği söylenen sağlık alanı bunlar arasındaydı. Orada hiçbir farklı sese tahammül yoktu. Alanın bilgisine en üst düzeyde sahip olan tıp fakültelerinin halk sağlığı ana bilim dallarıyla ile hekim meslek örgütünün bile değil "ortak-paydaş" olmak "işbirliği yapılacak yapıların" arasında bile yer alamadığı bir alandı sağlık alanı.
Ben bildiğimi okurum diyen, ama aslında kendisine dikte edilenleri, o da çarpık çurpuk biçimde yerine getirmekten başka bir şey yapmayan, dün yaptığını bugün bozan, dün olacak dediğine bugün "bizde olmaz" diyen "karar veremeyici"lerin elinde kalan bir alandı "sağlık".
Sözlerimizin dinlenmeyeceğini biliyorduk. Ama yine de bir umudumuz vardı. Çünkü AB ölçeğinde "activecitizenship"in öncülüğünde oluşturulan "Hasta Hakları Ağı"nın içinde temsil ediliyor, bu ağın çalışmaların katılıyor, dahası "18 Nisan Avrupa Hasta Hakları Günü" gibi ortak etkinlikler düzenliyorduk. Diyeceğim o ki gerçekten de bir katkımız olabilirdi. Ama olmadı, olamadı!.
Sivil toplumla asıl buluşan?
Aslında STK'larla buluşmak isteyen, buluşacak olan devlet değildi. Hiçbir zaman da olmadı. Çünkü bizdeki gibi "demokrasisi eksik gedik" olan ülkelerde "Cabbar, Kahhar, Rahim, Rahman" vb pek çok nitelemeyi adının önüne ekleyebileceğimiz "Kutsal Devlet"imiz öyle ayağa inip "sivil toplum"la falan bir araya gelmez, gelemezdi.
Olsa olsa hükümetler o da bazen ve sıklıkla da işlerine geldiği sürece, işleri geldiği zaman, işlerine gelen sivil toplum kesimleriyle ve daima "patron" olduğu koşulda STK'larla buluşabilirdi. Öyle de oluyor. Görünen o!.
Oysa "sivil toplum"la ilişki konusu 59. ve 60. hükümetler çalışma programlarında da yer alıyordu. Burada yazılı olanlar aslında bir anlamda verilmiş söz ve taahhüttü.
59. Hükümet programında şöyle denilmişti:
Bize göre, katılımcı demokrasiden yoksun siyasal davranışlar, devletin sahip olduğu denetim gücüyle ara kurumlarda geniş tahribat meydana getirmiş ve özgürlüğü büyük ölçüde kullanılamaz hale getirmiştir. Bize göre, demokratik bir toplumda sivil toplum örgütleri büyük önem taşırlar. Sivil ve özgürlükçü bir ortamın oluşabilmesi ve bireyin devlet karşısında korunabilmesi buna bağlıdır. AK Parti iktidarı, sivil siyaseti önemsemekte, siyasette sivil toplumun etkisine inanmaktadır.
Aynı konu 60. Hükümetin programında sanki biraz daha çekingen de olsa üç ayrı yerde ifade ediliyordu.
Hükümetimiz, demokrasimizin daha da kökleşmesi için, sivil toplumun güçlenmesini ve etkili bir kamuoyu denetimini gerekli görmektedir.
AK Parti iktidarı döneminde bunu sağlamaya yönelik, başta Dernekler Kanununda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine uygun olarak örgütlenme özgürlüğünün sağlanması olmak üzere, çok önemli düzenlemeler gerçekleştirilmiştir.
Hükümetimiz, çoğulcu ve katılımcı demokratik siyasal sürecin sivil toplum örgütlerine daha fazla açılmasına ve siyasal karar alma süreçlerinde ilgili toplum kesimlerinin görüş ve önerilerini almaya devam edecektir.
Anayasal değişikliklerin, temel yasal düzenlemelerin ve yapılmasında mümkün olabilecek en geniş toplumsal mutabakatı sağlamaya özen gösterecektir.
Bu bakış açısıyla hareket eden hükümetimiz, özel sektörün, sivil toplum kuruluşlarının, kültür ve sanat insanlarının kültür alanında etkin rol oynamasını teşvik etmiş ve bu alanda pek çok yeni girişimin öncülüğünü yapmıştır.
Çalışmalarımızı başta muhalefet partilerimiz olmak üzere, sivil toplum kuruluşları ve ilgili tüm taraflarla diyalog ve işbirliği içinde şeffaf biçimde yürüteceğiz. (Vurgulamalar bana aittir.)
Sevgili Şanar gibi, biz de bu sözlere inanmıştık, hemen her zaman hüsrana uğrayan işbirliği taleplerimizde. Sanki "kendi adımıza" bir şey isteyen insanlar gibi kabul edilmiştik.
Şunu baştan anlamalıydık aslında:
Onlar bu vaatleri, kendilerinin düşündüğü gibi düşünen, kendilerini destekleyen, kendi aldıkları kararları kabul edip, uygulayacak, muhalefet etmeyecek, en azından sorun yaratmayacak sivil toplum kesimleri için gerçekleştirmişlerdi.
Değişmeyecek en önemli nokta buydu ve sonraki pek çok örnekte de kendisini somut bir biçimde gösterdi. Hükümet de "işbirliği yapacağı sivil toplumu" değil, "emrinde olacak bir sivil toplumu" yeğliyordu. Bu yöntemle de "demokrasinin ve katılımcılığın gelişmesi"nin sağlanamayacağı açıktı.
Tabii müteşekkir olunur!
Egemen Bağış'ın çağrıda bulunduğu toplantıyla ilgili bilgiye Radikal Gazetesi'nin her ay başında ek olarak verdiği "Kriter Dergisi"nin Nisan 2009'da yayınlanan 34. Sayısı aracılığıyla ulaştım.
Avrupa Birliği Genel Sekreterliği'nden Dr. Burak Eldem toplantıyla ilgili yazdığı "haber-yorum"da toplantıya ilişkin bilgileri paylaşıyordu.
Onun belirttiğine göre bini aşkın sivil toplum gönüllüsü katılmıştı. Sekiz saat süren toplantıya 142 temsilciye söz verilmişti. Dr. Eldem aynen "Cumhuriyet tarihinde daha önce örneği görülmemiş bir devlet-sivil toplum buluşması gerçekleştirildi" diyordu.
Yazıda Bağış'ın ağzından aktarılan şu sözler de okuyunca insan çok güzel geliyor:
"Bu toplantıyı planlarken, 150-200 kişi gelse ve günün sonunda da 30-40 kişi kalsa benim için yeterli olur demiştim. Biz bin kişi ile başladık, günün sonunda 200'den fazla insan hâlâ salonda. Bir çok kişi bana teşekkür etti ama asıl teşekkür edilmesi gereken sizlersiniz. Hiçbir karşılık beklemeden bu ülkeye emek verip çaba sarf edip sivil toplum hizmeti veren sizlere müteşekkirim."
O toplantıya kimler, nasıl çağrılmıştı, o salonda hangi örgütlerin hangi temsilcileri vardı,orada neler söylendi, hangi noktalarda birleşildi, bundan sonra neler olacak?Tüm bunlar henüz yanıtlanmamış, ama yanıt bekleyen sorular olarak yanıtlanmayı bekliyor.
Engellenenler de var!
Pazartesi günü gerçekten de bir sivil toplum örgütü olan ÇYDD'nin ve onun kurucusu, yıllarca birlikçe çalıştığım Türkân Saylan'ın başına gelenleri gördükten sonra devletin kimlerle, hükümetin kimlerle ve nasıl bir diyalog içinde olduğunu çok daha iyi anladım.
Yalnız diyalog kurmamak değil, çok ileri gidilirse sivil toplum filan demeyip ortadan kaldırmak da bu sürecin unsurlarından birisi sanırım. Onun için tetik durmak gerek.
Bunlara hakkında dava açılan başka yapıları, örneğin Deniz Feneri Derneği'yle ilgili söylenenleri, söylenmeyenleri düşününce hükümet programında yer alan "katılım, işbirliği, birlikte davranma" konusundaki sözler yerli yerine tam olarak oturuyor.
Siz eğer "onlardansanız" ancak o zaman "sivil toplum" sayılıyorsunuz. Değilseniz, değil!
Bu da demokrasimizin daha "kaç fırın ekmek yemesi" gerektiğini bize çok iyi gösteriyor sanırım. (MS/EÖ)