Bahçelievler katliamı faili, Susurluk davası mahkumu Haluk Kırcı, televizyonda yaptığı açıklamalarda hem kimsenin kendisini korumadığını söyledi hem de idam edilmekten, Abdullah Çatlı’nın yaptığı anlaşmayla kurtulduğunu anlattı:
“Abdullah Çatlı yurt dışına firar etmişti. Avrupa'da biz bunlara hamle yapalım. ASALA tarafından birçok kişi katledildi. Abdullah Çatlı'ya böyle bir teklifle gidiliyor. O da yaparım ama şartlarım var. Şartlarında ‘Bizim arkadaşlarımız var asılmasın. İdamlar durdurulsun. Ülkemize rahat dönelim’ var. Onlar da bunu kabul ediyorlar. Orada Fransız istihbaratı Çatlı'ya tezgah kuruyor. Orada oyun bitiyor. Burada beni ve arkadaşlarımı korumak adına teklife böyle cevap verdi.”
HaberGlobal televizyonundaki 40 programında Jülide Ateş’in sorularını yanıtlayan Kırcı’nın sadece ekrana çıkarılması bile sosyal medyada tepkiyle karşılandı.
Peki, neden? Haluk Kırcı ne yaptı da kendisine söz verilmesi insanları bu kadar kızdırdı?
Derin devlete kim inanır?
“Ben derin devlete inanmıyorum. Devletin derin aklı olur. Bunun getirdiği bir ilişkiler yumağı olur. Devletin dinamikleri olması gayet doğaldır.”
Haluk Kırcı, derin devlet var mı, şeklindeki soruyu böyle cevapladı. “Derin devlet” diye adlandırılan oluşuma mensup biri olarak, oluşumu da en iyi kendisi tarif etti. Derin devlet adlandırmasıyla devletin bu yapılar olmasa muteber olacağını savunanların aksine, bu yapıların, adını koyalım çetelerin de devletin oluşumuna içkin olduğunu, kendilerinin de “devletin dinamikleri” olduğunu söyledi.
Susurluk davasında ise bu kez sinirlenmiş olacak ki devleti hakkında daha sert konuştu, devletin Çatlı’yı kullandığını söyledi.
Hatta Çatlı'ya sahte pasaport, kimlik verdiğini öne sürdüğü Mehmet Ağar ve diğerlerinin konuşması gerektiğini, Çatlı'nın devlet için çalıştığını ifade etti ve “Öyle ben tanımıyorum demekle olmaz, gelip burada ifade verecekler. Onlar yine devlet kurumlarındalar, yine resmi görevdeler, yine itibar görüyorlar ama Çatlı kokaiman oldu, kara para aklayıcısı oldu, mafya oldu” diyerek sitemini dile getirdi.
Gazeteci öldürülmez, İpekçi hariç mi?
Dün akşamki konuşmasında Kırcı, Abdi İpekçi’ye de değindi. Milliyet gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İpekçi, 1 Şubat 1979 gecesi İstanbul Maçka'daki evinin yakınlarında aracındayken öldürüldü.
Can Dündar’a saldırıyla ilgili soruyu cevaplarken gazeteci cinayetlerini kınayan, “Gidip vurmak aptallık” diyen Kırcı, İpekçi’nin katili Mehmet Ali Ağca ile 20 günlüğüne aynı evde kalacak kadar yakındı.*
Zaten sözlerinin arasına “Ben azmettirsem gidip öldürttürürüm” lafını sıkıştırmayı da ihmal etmedi.
Muhtemelen doğru söylüyor, çünkü Türkiye kendisini işlediği cinayetlerden tanıyor.
“Ben telle boğarım” demişti
8 Ekim 1978'de, Ankara'nın Bahçelievler semtinde, TİP üyesi öğrenciler Lâtif Can, Efraim Ezgin, Hürcan Gürses evde kurşunlanarak, Osman Nuri Uzunlar telle boğularak öldürüldü. Salih Gevenci ile Faruk Ersan'ın iple bağlanmış cesetleri Eskişehir yolunda, başlarından kurşunlanmış olarak bulundu. Ağır yaralı kurtulan Serdar Alten de 8 gün sonra hayatını kaybetti.
Katliamının ardından verdiği ifadesine göre, Faruk Ersan ve Salih Gevenci aslında 4-5 ay önce Abdullah Çatlı’nın emriyle öldürülecekti. Çatlı, Haluk Kırcı’yla birlikte ismini vermediklerini birini, sosyalist gençlerin dolmuşa bineceği durağa yolladı. Gerisini şöyle anlatıyor:
“Ben bu kişileri bir iki gün Demirtepe köprüsünün altındaki dolmuş durağında bekledim. Ancak gelmediler, eylemi gerçekleştiremedim. Ankara’ya geldiğimde bu konu aramızda tekrar konuşuldu.”
Katliam Kırcı’nın deyimiyle “uzun sürmüştü”.
“Ben telle boğarım” diyen* Kırcı, ellerini ve ayaklarını bağladıkları Osman Nuri Uzunlar’ı elleriyle boğdu.
“Katliam için değil intikam için gittik” (?) diyen Kırcı ve yanındakiler, Çatlı’nın emriyle yedi üniversiteliyi vahşice öldürdü.
Ama Kırcı “olayı çok büyüttüğümüzü” düşünüyormuş: “Sanki bu ülkede tek bir tane katliam yaşanmış, başka hiçbir şey olmamış gibi insanlara yedirilmeye çalışılıyor. Türkiye'de tek katliam Bahçelievler olmadı. Bunu sağ da yaptı sol da yaptı. Ben şahsi olarak hiçbir şekilde iç dünyamda bunun sıkıntısını yaşamıyorum.”
Darbe olana kadar “yakalanmadı”
Ama Haluk Kırcı 2 yıl boyunca firariydi, 12 Eylül darbesine kadar “yakalanamamıştı”.
Açılan davada yargılanan Haluk Kırcı, Ünal Osmanağaoğlu, Bünyamin Adanalı, 7’şer kez ölüm cezasına mahkum edildi. Sanıklardan Ercüment Gedikli ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı, diğer sanıklar Mahmut Korkmaz, Duran Demirkıran ve Ömer Yavuz Hacıömeroğlu da hapis cezasına mahkum oldu. Sanıklardan İbrahim Çiftçi hem bu davada hem savcı Doğan Öz’ün öldürülmesiyle ilgili davada beraat etti.
Firariyken Vali şahitliğinde evlendi
Haluk Kırcı infaz kanunundan yararlanıp 1991’de Bursa Cezaevi’nden tahliye edildi. Tahliyesinin ardından “hesaplarda yanlışlık olduğu” anlaşıldı ve süresi tamamlanmadığı gerekçesiyle hakkında yakalama kararı çıkarıldı.
Polisin “aradığı” Haluk Kırcı, Mehmet Ağar’ın şahidi olduğu nikahla 1 Ağustos 1992’de Erzurum’da evlendi. (Haluk Kırcı dünkü programda bu dönemde firari olduğunu inkâr etti.)
Mehmet Ağar o dönem Erzurum Valisiydi.
Firar/tahliye, firar/tahliye, firar/tahliye…
Haluk Kırcı evlendikten sonra İstanbul’a yerleşti, çocukları oldu. “Normal” bir hayat sürüyordu, kendi işini bile kurmuştu.
Ocak 1996’da rutin trafik kontrolünde yakalandı. İstanbul Emniyet Müdürlüğü Asayiş Şube’de gözaltındayken polislere iftar açmaları için para bile verdi.
Ama bu “kapatılması” da uzun sürmedi. Bir hafta sonra kaçırıldı.
Polisler firarla ilgili ifadelerinde, şubeye “üst düzey kişilerden telefon geldiğini” söyledi. (Bu firar Susurluk davasında gündeme geldiğinde, emekli Yarbay Korkut Eken’in de şubeyi arayanlardan biri olduğu anlatılmıştı.)
Kendisi o zaman da bugün de kendi imkanlarıyla kaçtığını, tek başına yürüyerek çıkıp gittiğini söylüyor ancak bu kimseye inandırıcı gelmiyor.
Üç yıl sonra yakalandı ve Bahçelievler katliamından değil, Susurluk davasından mahkum olarak hapse gönderildi.
Ve evet, yine “yanlışlıkla” tahliye edildi, ardında da firar etti.
Kaçarken pasaportu kimden aldı?
2004’teki tahliyesinin ardından yurtdışına çıkan ve bu kez de Ukrayna’da yakalanan Kırcı’ya pasaportu da yine Korkut Eken’in verdiği iddia edildi.
Burada geçen isimler ve daha nicelerini, 40 yıldır zaman zaman gazetelerde, ekranda görüyoruz, yap-bozun fotoğrafı çok net, neredeyse eksik parçası yok. Siyasetçisi, mafyası, çetesi, bürokratı, polisi… Hepsi bu gibi katliam hikayelerinin bir ucundan kendini gösteriyor. Hatta içlerinden cinayetleri itiraf edenler bile oldu.
Ama devlet yekpare bir bütün gibi, kendisine sadık olan hiçbir “dinamiğini” harcamıyor.
Maraş katliamcısı Ökkeş Kenger’in (Şendiller) Meclis İnsan Hakları Komisyonu üyesi olduğu memlekette bir tetikçinin anılarının basında yer bulması da kimseyi şaşırtmıyor.
* Kaynak: 5-6-2 Tamam Reis, Saygı Öztürk, Ümit Yayıncılık, Haziran 2003.
** Programın tamamını buradan izleyebilirsiniz.
(AS)