Giderek artan kadına yönelik şiddet olaylarının sonunda hep aynı istek dile getiriliyor: "Devlet kadını korumalı", "Devlet kadını korumada yetersiz"...
Hatta TBMM Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu'na seçilen CHP Antalya Milletvekili Gürkut Acar, kadının korunması için gerekirse kimliklerinin bile değiştirilmesi gerektiğini ifade etti.
Tüm bu istekler her ne kadar iyi niyetli ve masum bir talep olarak öne sürülse de aslında sürekli eleştirdiğimiz medyadaki kadına yönelik şiddet haberlerinin veriliş biçiminin ne kadar da zihnimize yerleşmiş bir kalıp olduğunu gösteriyor.
Ana akım medyada yer alan çoğu kadına yönelik şiddet haberlerinde, başlıkta ve fotoğrafta erkek fail yer almaz, edilgen bir fiil ile sadece mağdur kadın yer alır. "....öldürdü" yerine kadın odaklı "....öldürüldü" gibi ifadelerle erkek olaydan uzaklaştırılır ve olayın öznesi belirsiz, meçhul hale getirilir. Şiddeti uygulayan bir anda görünmez olur.
Bu olayların sonunda sürekli olarak devlet kadını korumalı dendiğinde aslında yine fail meçhul hale getiriliyor. Yine olayın öznesi kadındır, yine kadın üzerinden değişimler yapılması gerekiyor. Bu esnada erkeğin ne olduğu veya ne olacağı konuşulmaz, işin fail kısmı yine belirsiz kalıyor. Oysa esas sorun kadının korunması veya korunmasına ihtiyaç duyulması değil, suç işleyen erkeklerin gereken ve caydırıcı olacak cezayı alması ve ileride aynı davranışı tekrarlamaması için eğitilmesidir. Ancak tartışmalarda sürekli kadının korunması meselesinin öne çıkarıldığını görüyoruz, bu durum erkeği değiştirmeyecektir.
Kadın korunsa da, suçu işleyen erkek kısa süreli verilmiş cezalarla dışarı çıktığında ve hiçbir tutum değişikliği yaşamadığında aynı davranışları başka kadınlara yönelik de sürdürecektir. Bu durumda kadının korunmasının vurgulanması mantıksızlık olur çünkü şiddet eğilimli erkekler serbestçe yaşamını sürerken, giderek daha fazla kadını korumaya almak gerekecektir.
Kadının devlet tarafından korunmasında ikinci tehlike, devletin de ataerkil bir zihniyete sahip olmasından doğabilecek ayrımcı veya baskıcı uygulamalardır. Nitekim Kadın Zirvesi'nde kadınların sığınma evine kabul edilmesi tartışılırken, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu (SHÇEK) yetkilileri 'Hayat kadınları diğerlerinden ayrı bir bölümde kalsın' önerisinde bulunmuştu. Gerekçeleri ise hayat kadınlarının, diğer kadınları ayarttığı iddiası. Üstelik bu durumu ifade ederken hayat kadınları ile ilgili "fuhuş yaptığını gizliyorlar, araştırınca asıl meslekleri ortaya çıkıyor" gibi önyargı ve ayrımcı sözler kullanmışlardı.
Bunun yanı sıra Kadın ve Aile Bakanlığının isminin değiştirilip Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı yapılması da devletin kadına aile içi bir rol biçtiği ve o perspektiften baktığını gösteriyor. Devletin kadını algılayışı tarafsız değil. Bu sebeple devletin kadını koruması da tarafsız ve ayrımsız olamaz. Kadının mesleği ile başlayacak sorgulamalar birçok yöne kayabilir ve kadının korunması, tekrar bir ayrımcılığa dönüşebilir.
Devletten sürekli kadını korumasını talep etmek yerine, erkeği eğitmesini ve şiddet uygulayan erkeklere gerekli caydırıcı cezaların verilmesini talep etmek gerekir. Bu yönde yasalar gözden geçirilmeli ve yenilenmeli.
Mardin'deki veya Fethiye'deki toplu tecavüz davalarında olduğu gibi savcıların kişisel görüşlerinin davanın önüne geçmesi engellenmeli. Talepler bu doğrultuda olmalı. Aksi takdirde kadın, koruma adı altında sürekli kısıtlanacak, kapatılacak ancak şiddet uygulayan erkekler ellerini kollarını sallayarak eylemlerini gerçekleştirmeye devam eder.
Üstelik devletin kadını korumasını istemek, "kadın korunmaya muhtaç bir varlıktır" düşüncesini de destekler. Kadın korunmaya muhtaç olarak görülmeye başlandığında da, koruma adına kadının kısıtlanma tehlikesi ortaya çıkacaktır.
Kadının şiddete karşı korunmak için kapatılması amaçlanmamalı, kadın özgürce yaşamalı, kapatılması gereken şiddet uygulayan erkektir çünkü işlenmiş suç ona aittir. (AT/HK)