Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD) Başkanı Türkan Saylan Zaman gazetesinin haberine göre idam edilen eski Başbakan Adnan Menderes'i hatırlatarak dahil olmuş "türban" tartışmasına, "Menderes ne dedi? 'Odunu koysam mebus yaparım. Siz isteseniz şeriatı bile getiririz' dedi. Bunlar geçmişte olan şeyler. Ne oldu sonuçta? Onlar ne oldu?" demiş.
Evet. Onlar ne oldu? Onlar asıldılar. Ve bir de Milliyetçi Hareket Partisi'ni (MHP) asla affetmeyeceğini söylemiş. Beklemediğimiz, güvendiğimiz biri bizi ihanete uğratırsa "Onu asla affetmeyeceğim" duygusuna kapılırız, sonradan affetsek bile..
14 Nisan mitinglerinden bu yana Türkan Saylan, yani "altı çizilmiş laik kanat" ve "yükselen milliyetçi dalga" -tabii MHP- bir ortak paydada buluşuyorlardı, hiç dile getirilmese de.
O günlerde, Türkan Saylan'ı bianet'in cumhurbaşkanı adaylığından geri çekmiştik hatta, yani geri çekmeden edememiştik.
Saylan cumhurbaşkanlığı seçimine ön gelen gerilimler sürecinde "ne darbe ne şeriat" sloganına sahip çıkar görünse de antidemokratik 27 Nisan muhtırasını desteklemekten geri durmamış, Hürriyet'ten Ayşe Arman'a verdiği söyleşide 27 Nisan muhtırası için "Allah'tan ordu var, onlar görüyor, vazifelerini yapıyorlar. Biz de buna sevineceğimize, söyleniyoruz. Bunu darbe çağrısı gibi algılıyoruz. Çok kızıyorum buna. Çünkü orduya zarar vermeye çalışıyorlar" demişti.
Bununla da kalmamış, toplumu silahlı kuvvetlerin emrine girmeye çağıran ve açık militarist karakteri dolayısıyla hiçbir onay kazanamayan "teröre karşı toplumsal refleks" mitinglerinin de başlıca düzenleyicisi olmuştu.
Eski defterleri karıştırıyor gibi oluyoruz fakat, "türban" konusunu siyaset tarihinde utanç hanesine kayıtlı "idam" anıştırmaları içinden tartışmak öyle bir anda gelişiveren bir tavır değil. Kökü diplerde, derinlerde.
Bahçeli öyle özgürlükçüydü ki...
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli de bugün türbanla ilgili "Özgürlük karşıtlarının ruh sağlıkları ile ilgili ciddi soru işaretlerinin oluştuğunu" söylemiş. Ama bir süre önce, 22 Temmuz seçimlerinden önce yani, meydanlarda kendisini dinleyen kitleler üzerine ip atmıştı, "Öcalan'ı assana" diye seslenmişti Başbakan Erdoğan'a.
Şimdi, 301. maddenin vahim sonuçları, Hrant Dink cinayeti hakkında kalkıp da tek sözcük etmeyen Bahçeli'nin "özgürlük" edebiyatına inanmamız mı bekleniyor?
Bahçeli partisinin TBMM'deki grup toplantısında "Başörtüsü sorunun toplumun gündeminden çıkarılması için başlatılan çalışmaya farklı tepkiler gelmektedir. Çok yönlü bir istismar aracı olan başörtüsü bir gerilim dinamiği haline gelmiştir. Akla, hayale ve hukuka sığmayan tepkiler toplumca korku yayma yarışına dönüştü. Laiklik tartışmaları şaşırtıcıdır. Bunlardan bazılarının ruh sağlığı ile ilgili soru işaretlerini beraberinde getirmiştir. Kışkırtıcı söylemler samimiyetten uzaktır" demiş.
Burada yüksek "özgürlük", "demokrasi", "çağdaşlık" iddialarıyla varolan Bahçeli ve Saylan'ın aslında çatışma ya da anlaşmazlık gibi görünen uzak düşmeleri bir yanılsamadan ibaret... Aralarında bir tek fark var, o da şu: Saylan'ın otoriter-totaliter ve anti demokratik karakterine rağmen, yine de laiklik iddiasında bir kendine haslık ve samimiyet var. Buna inanmış... Bahçeli'ninse uzun süredir sükunet ve abartısızlık üzerinden güttüğü siyaset eğer rüzgar tersten esse "aşırı laik" bir yöne de kayabilirdi...
Ölüm cezası, derin bağ
Fakat onları derinden bağlayan bir "ölüm cezası" kavrayışı hâlâ mevcut. Bir Bahçeli'de dile geliyor, bir Saylan'da. Buna inanıyorlar, bunu yeniden dile getiriyorlar.... Bundan söz etmekten hiç utanç duymuyorlar... Bir insanı öldürmekten söz etmenin derin soğuğu onları üşütmüyor. (NZ/TK)