Kim derdi, biri çıkıp gece yarısı merdivenleri rengârenk boyayacak ve ertesi gün bir bakmışsın pek çok şehirde pek çok merdiven gökkuşağı olup çıkmış. Gezi’yle birlikte eşik aşıldı derken, tam da kastettiğim şey buydu. Gezi Ruhu, bir kere yüz binlerce kişinin içine kaçtı ve çıkmaya hiç niyeti yok.
O yüzden, kendini umutsuzluğa kaptıranları anlamıyorum. Dışarı çıkmıyorlar galiba hiç. Sadece sokağa değil kendi içlerinden de dışarı çıkmaları gerek öylelerin, etrafta ve kendilerinde olup biteni anlamaları için.
Aynı toplumda yaşamamıza rağmen, kapitalizm sınıf engeliyle ve o engelleri içselleştirmemizi dayatarak bizi birbirimizden ayırmıştı. Gezi Ruhu, polis barikatlarını yıkar gibi o engelleri teker teker yıkıp atıyor içimizden.
Barış Günü’nde pek çok şehirde, pek çok farklı noktada, yoğun polisiye önlemlere rağmen on binlerce insanın el ele verdiği bir ülkede yaşıyoruz artık.
Direniş’te ölenlerin yası bu kadar taze ve hafızalarda yaralıların hatırası bu kadar canlıyken, Hükümet polisiye önlemlere bu kadar ağırlık vermese, her gün sokakların dolup taşacağı, yaratıcı coşkunun artarak devam edeceği kesin.
Hükümet’in ve elindeki medya gücünün dikkat dağıtma gayretleri, kendi kendilerini itibarsızlaştırmaktan başka bir işe yaramadı. Yargıdan eğitime, sağlıktan ekonomiye, iç politikadan dış politikaya her şeyin karmakarışık bir hale gelmesi de cabası. Başbakan, Malazgirt Savaşı’nın bininci yılı olarak 2071’i işaret etse de, “Barış Süreci” dahil her şeyin belirsizlik içinde olduğu bir ortamda, savaştan medet uman bir iktidar, şu an en büyük derdimiz.
Çünkü böylesi çaresiz iktidarların, ellerindeki gücü abartma eğiliminde olduğunu ve macera arayışlarına girdiğini görmek için tarihe bakmak yeterli. Gezi Direnişi ne kadar umut dolu hamlelerle sürüyorsa, Hükümet açısından tam tersi umutsuz bir tabloyla karşı karşıyayız.
Şimdi yapacağım tespitin yanlış anlaşılmaması önemli. Ergenekon meselesine ve Türkiye’nin devlet geleneğine, daha doğrusu devletin kendisine nasıl baktığımı, yazılarımı takip edenler bilir. Ergenekon süreciyle devlet içinde iktidarın el değiştirdiği söylenip durdu.
Ahmet Şık gibi yazarlar bu süreci çeşitli yönlerden aydınlattılar. Bugün her şeyin karmakarışık bir hâle gelmesinin nedeni de, aslında bu iktidar değişikliğinden başka bir şey değil.
Çünkü Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP)Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) gibi kurucu bir parti olarak kendisini görmeye, dış siyasetten ekonomiye, şehircilikten kültürel yapıya, her şeye müdahale edip değiştirmeye başladı.
Ama hem coğrafya, hem de sosyo-kültürel açıdan öylesine çetrefilli bir bölgede yaşıyoruz ki, düşünülmeden atılan her adım, dengelerin bozulmasına ve bambaşka sorunların ortaya çıkmasına neden oluyor.
Onlarca yıllık bir devlet geleneğini, bugüne kadar her şeyi yanlış yaptılar deyip, devlet kademelerinde yetişmiş tüm o kadroları tasfiye edip, ne olduğu tam olarak belirsiz bir modele göre siyaset yapmaya çalışmaları, Suriye’de olduğu gibi, geri dönülmesi zor hatalara sürükleyebilir ülkeyi.
Türkiye bugüne kadar, hemen yanı başında yaşanan ve neredeyse tüm dünyanın dahil olduğu İkinci Dünya Savaşı’na gösterilen tüm havuçlara rağmen, ekonomisi zayıf ve perişan bir haldeyken bile dahil olmadı.
Kore’de ya da Kıbrıs’ta yaşanan süreçlerin Suriye’de takınılan tutumla da bir benzerliği yok. Kore’de sadece asker vermişti, Kıbrıs’ta ise yaptığı müdahaleye bile “Barış Harekatı” adını vererek niyetini başka türlü göstermeye çalışmış ama işin içinden de bir türlü çıkamamıştı.
Şimdiyse, Osmanlı hayallerini Boğaz’a yapmayı düşündüğü köprüye Yavuz Sultan Selim adını vererek açık açık dile getiren, Arap halklarının gözünde Hilafet’i yeniden canlandırmaya çalışan bir iktidar tarafından yönetiliyor devlet.
Önceki devlet geleneğinin aranacak elbette bir yanı yok, askeri darbelerle halkı deli gömleği içine sokan ya da katleden, “solcu gençlerin karşısına elbette imam hatiplileri çıkaracaktık” diye açıklama yapan ordu komutanlarının gizli iktidarıyla yönetilen kirli ve karanlık bir devletti.
Ama şimdi de temiz ve aydınlık değil, üstelik deneyimsiz ve öngörüsüz de... Gezi Ruhu’na sıkı sıkıya sarılarak “ortak akıl”da buluşmak ve halkın yaratıcılığına güvenmek ve o yaratıcılığı beslemek dışında başka bir seçeneğimiz yok. (BU/AS)