Türkiye gündeminde, bir süredir yer alan bir tartışma; müebbet hapis cezası almış politik mahkumlar bugün neden serbest bırakılıyorlar?
Uzunca bir süredir, sosyal medyada mecralarında paylaşılan bilgilerin doğruluğu değil, aldığı beğeni sayısı belirleyici. Zamanın ruhunu da yansıtan bir durum. Gerçeğin gücünün yerini, verilen bilgiyi onaylayan taraf sayısının çokluğunun almış olması.
1990’lı yıllarda, DGM yargılamalarında müebbet hapis cezası alanların teker teker tahliye ediliyor olması ve bunun PKK’nin silah bıraktığı, devlet ve hükümetle görüşmelerin başladığı döneme denk gelmesi tartışmaları alevlendirdi. Acaba bir anlaşma kapsamında mı serbest bırakılıyorlar şüphesini kimi kötü niyetli, kimi bilinçsizce büyüttü.
Diğer yandan da bu tartışma, Türkiye’de on yılların birikimi olan derin ırkçılığın boyutunu da gösterdi. Bu ülkenin aydını olması beklenen, en asgari düzeyde kamuoyunu doğru bilgilendirme yükümlülüğü olan kimi gazetecilerin kaleminden, 12 Eylül’ün ‘’asmayalım da besleyelim mi’’ zihniyetini taşıyan sözler döküldü.
Halkı yanıltıcı bilgiyi düzeltmediler, özür dilemediler. İçinden geçtiğimiz dönem, barışa ihtiyacı olanlarla, savaş politikalarından nemalananlar arasındaki çelişkilerin daha görünür olacağı ve derinleşeceği bir dönem.
Peki gerçek durum nedir? Bir anlaşma kapsamında, yasalarda esneklik sağlanarak mı tahliye edildiler? Neden sadece PKK’li mahkumların tahliyesini duyuyoruz. Türkiye’de, başka örgütlü suçtan müebbet hapis cezası alıp tahliye olan yok mu ?
Gerçek şu ki, müebbet ve/veya ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alanların büyük çoğunluğu PKK davalarından yargılananlar, bir kısmı da Hizbullah dosyalarından yargılananlar.
Hizbullah davasından hüküm alanların büyük çoğunluğu (bu davadan hükümlü olup cezaevinde olan kimse kaldı mı bilmiyoruz) bir yargı kararı sonrası serbest bırakıldı. AİHM, PKK davasından hüküm giymiş bir mahkumun başvurusu üzerine,19/10/2006 tarihli (B. No: 66354/01) kararı ile DGM yargılamalarında, heyette askeri hakimin bulunmasının adil yargılanma hakkının ihlali olacağına karar verdi.
İhlal kararının uygulanmaması üzerine yapılan başvuruda ise, Anayasa Mahkemesi 17.07.2018 tarihli 2014/2894 nolu kararı ile ihlal tespiti etti ve yeniden yargılama yapılmalıdır dedi. Lehine ihlal kararı verilen tutsağın yeniden yargılama başvurusu defalarca red edilirken, Hizbullah davalarından yargılanıp ceza almış mahpusların eredeyse tamamı, bu karar gerekçe gösterilerek tahliye edildiler.
PKK ve Sol örgütlerden ceza almış olanların tamamının başvuruları ise reddedildi. İkili uygulanan hukuk nedeni ile bu mahkumlar infaz sürelerinin dolmasını beklemek zorunda kaldılar.
2000'li yılların başında, Avrupa Birliği uyum süreci kapsamında yasal düzenlemeler yapılmaya başlandı. 03.08.2002 tarih ve 4771 Sayılı Yasa’nın 1/A maddesi ile idam cezaları müebbet ağır hapis cezasına dönüştürüldü. 21.07.2004 tarihinde Ceza Kanunu maddelerinde geçen “idam”, “ölüm” ibareleri “ağırlaştırılmış müebbet hapis” olarak değiştirildi. Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alanlar için ,olağanüstü infaz rejimi uygulanmaya başlandı. Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği’nin (CİSST) bu konuda oldukça ayrıntılı raporları mevcut.
Terörle Mücadele Kanunu'ndaki değişiklikle de, cezaları idam cezasından ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çevrilen ‘’terör suçluları’’nın koşullu salıverilme hükümlerinden yararlanamayacağı, cezalarının ölünceye kadar devam edeceği düzenlemesi getirildi.
2005 yılında ise İnfaz Kanununun 107. Maddesine 16. Fıkra eklenerek “Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar” ve “Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar” “Milli Savunmaya Karşı Suçlar” altında yer alan suçlardan birinin bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi dolayısıyla “ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına mahkûmiyet” hâlinde, koşullu salıverilme hükümlerinin uygulanmayacağı, cezanın ömür boyu süreklilik arz edeceği hükmü eklendi. Koşullu salıverilme hakkının bu şekilde ortadan kaldırılması umut hakkı tartışmasını da gündeme getirdi. AİHM İkinci Daire 18 Mart 2014 tarihinde Türkiye hakkında vermiş olduğu ve doğrudan Türkiye’deki infaz sistemini ihlal olarak kabul eden Öcalan/Türkiye (Başvuru no: 24069/03, 197/04, 6201/06 ve 10464/07)kararı ile, ölünceye kadar hapis cezası ve infazını Sözleşme’nin “işkence yasağı” başlıklı 3. Maddesinin, işkence ve insanlık dışı veya aşağılayıcı muamele yasağının ihlali olarak değerlendirdi. 25 yılın sonunda tahliye koşullarının yeniden değerlendirilmesi gerekir dedi. Umut hakkı tartışmalarının temelini de bu karar oluşturmaktadır. Ancak bu karar 10 yıldan fazla bir süre geçmiş olmasına rağmen hâlâ uygulanmıyor.
Müebbet hapis cezası alan mahkumlardan adli suçlular 24 yıl, politik mahpuslar 30 yılı sonunda koşullu salıverilme hakkından yararlanabiliyorlar.
14 Nisan 2020'de, İnfaz Kanunundaki koşullu salıverilme şartları değiştirildi. Kanunların yürürlüğe girdikleri tarihteki olay ve ilişkilere uygulanacağı, geriye yürümezlik ilkesinin ceza hukukundaki istinası, yürürlük tarihine bakılmadan lehe olan kanunun uygulanacağıdır. Yeni düzenlemeler aleyhe olmasına rağmen politik mahpuslara uygulanıyor.
Yıllarca insanlık dışı ağır bir tecrit altında, politik ve fiziki varlıklarını sürdürmeye çalışan mahpuslar için eziyetin yeni adı; İdare ve Gözlem Kurulları oldu. Adalet Bakanlığı’nın, yargı Reformu Strateji belgesi hedefleri doğrultusunda yasa da yaptığı düzenlemeler ile, İdare ve Gözlem Kurulları’nı aktif hale getirecek şekilde çalışma şekli ve usulü yeniden düzenlendi. 10 Yıl ve daha fazla ceza almış olanlar ile terör, uyuşturucu, kasten öldürme ve cinsel suçlardan ceza almış olanlar mahkumların iyi hal değerlendirmesinin, Cumhuriyet Başsavcısının başkanlık edeceği İdare ve Gözlem Kurul kararı ile yapılabileceği,40 puan altı alan mahkumun iyi halli kabul edilmeyeceği gibi düzenlemeler getirildi. Örneğin mesleki faaliyetleri nedeni ile cezaevinde olan avukat Selçuk Kozağaçlı tahliye edildikten saatler sonra, değerlendirme puanının 37.75 olduğu gerekçesi ile tahliye kararı kaldırıldı. Tüm cezaevi yaşamı okumak ve yazmakla geçen Kozağaçlı, 2.25 puanlık eksiklik iddiası ile cezaevinde tutulmaya devam ediyor.
2021 yılından bu yana, Bakanlığın pilot cezaevi olan Sincan Ceza İnfaz Kurumunda başlayan, koşullu salıverme hakkını kullandırtmamaya dair sistematik uygulamalar tüm cezaevlerine yayıldı. Bu tarihten sonra politik mahkumların koşullu salıverilme hakları sistematik bir şekilde ihlal edilmeye başlandı. Anlaşma ile tahliye ediliyorlar iddiası tümüyle yanıltıcı bilgi. Çoğunluğu yasal sürelerinin çok üzerinde tutulduktan sonra, avukatlarının uzun ve ısrarlı başvuruları itirazları sonrası bir kısmı serbest bırakıldılar.
Bugün, mahkumların hastaneye sevk için bile personel yetersizliğinden 2 yıl beklediği bir cezaevi sisteminde, iyi hal değerlendirmesine esas olacak, eğitim programı ve puanlama sisteminin sağlıklı yürümesi mümkün değil. Birçok cezaevinde, adli mahkumlar dahil, ‘’tutanak tutarız puanınız düşer ‘’tehdidi ile haksızlıklara göz yummaları, itiraz etmemeleri sağlanmaya çalışılmaktadır. Politik mahpuslara uygulanan bu yeni cezalandırma sisteminin, adli mahkumlara da uygulanmaya başladığı, ciddi şikayetlere neden olduğu anlaşılmaktadır.
Pandemi ve sonrasında sosyal ve kültürel olanaklar neredeyse tüm cezaevlerinde en asgari hale getirildiği halde, sosyal kültürel etkinlik ve kurslara katılmama mahkumun düşük puan almasına sebep olmaktadır.
En büyük tartışma ise kurulların mahkumlar ile yaptığı mülakatta ‘’pişman mısın, değil misin’’ sorusuna verilen cevap ile sınırlı bir değerlendirme yapması. Politik mahkumlar açısından, ‘’suç işlemedim, pişman değilim’’ demenin bedeli 3 yıla kadar uzanan haksız mahpusluk. 30 yılın sonunda cezanın 1 gün dahi uzatılması, oluşan haklı beklentinin karşılanmaması, hem mahpus hem ailesi açısından ağır eziyettir.
"30 Yıllıklar" dediğimiz mahpuslar, hukuki güvenliğin olmadığı DGM yargılamaları ile ceza aldılar. Hemen hemen çoğu, uzun gözaltılarda ağır işkenceye maruz kaldıklarını aktardılar.
İnfazını tamamlayıp tahliye edilen Ahmet Oral, 1993 yılında tutuklandıktan sonra cezaevine götürülmek yerine işkencehaneye götürüldüğünü, sorgu mekanında 2 hafta işkence gördüğünü anlattı. Bir diğer mahpus Nusret Yıldız verdiği röportajda; 19 yılını geçirdiği Erzurum cezaevinde ilk 9 ay sürekli işkenceye maruz kaldığını söyledi.
Okuma yazması olmayan Fatma Tokmak işkence ile altına imza attığı ifadesi nedeni ile bir ömür cezaevinde. Üstelik ağır hasta mahpus olarak cezaevinde tutuluyor.
Masumiyet karinesini, adil yargılanma hakkını sistematik olarak ihlal eden ceza infaz ve adalet sistemimiz düşünüldüğünde, bu kurullar adeta 2. bir ceza yargılaması yapan kurumlara dönüştü.
Cezaevlerinin fiziki ve fiili koşulları itibariyle, bakanlığın belirlediği iyi hale ölçü tablolarının da uygulanması imkansız. Personel eksikliği, niteliksizlik, mahkumu haklara sahip insan olarak görmeyen yönetme şekli, cezaevlerini hem adliler hem politik mahkumlar için adeta toplama kampına çevirmiş durumda. Ağır bir tecrit olan F tipi cezaevleri sonrası S ve Y tipi (kuyu tipi denilen)cezaevlerindeki ağır tecrit ortamında nasıl bir iyi hal değerlendirmesi yapılabileceği de ayrı ve önemli bir tartışma başlığı.
Velhasıl, birçoğu koşullu salıverilme hakları 6 ay ile 3 yıl arası ihlal edilerek tahliye oldu. AİHM kararları, Bakanlar Komitesi tavsiye kararları dikkate alındığında 25.yılda tahliye edilmeleri gereken insanlar bir ömür içeride kaldılar.
Tahliye zamanlarının, PKK ve devlet arasındaki görüşmelere denk gelmiş olması, barış ihtimali karşısında huzursuzlanan çevrelerin yalan yanlış beyanlarına dinleyici bulmalarına yol açtı.
12 Eylül yargısı ile sorgulanan, yargılanan ve ceza alanların, 30 yılın sonundaki tahliyelerine gösterilen tepkiler, hukukun-yasaların, kişiye, etnik kökene, sosyal- politik konuma, döneme, bölgelere göre farklı uygulanması politikasının kimi kesimlerde destek buluyor olması, askeri dikta rejiminin tedrisatının etkisinin nesiller boyu nasıl devam ettiğini de gösterdi.
Bu ülkede barış ve demokratik toplumun inşasına dair çabanın uzun bir yolu var. Bu yolu birlikte ve kalabalık yürümek, eşit ve özgür bir yaşam için elzemdir.
(NÖ/EMK)



