Gezi’de destan yazan kahraman polisimiz, iki haftadır kendi gibi köklü bir geçmişi olan zabıta ile beraber ODTÜ’de destana devam ediyor. “Zalım danalar lahanaları yemesin” diye bostandan elbirliğiyle kovalıyorlar. Bu sıcaklık Ankara’nın her yerine yayılmış olacak ki mecliste konu dönüp dolaşıp Gezi’ye geliyor. Demokrasi paketi konuşulurken AKP mebusu İsmet Uçma "Gezi'de 77 düvelle savaştık, Çanakkale’de olduğu gibi" buyuruyor örneğin.
Uçma’nın cümlesi üç açıdan önem taşıyor. Öncelikle partisinin ve temsil ettiği görüşlerin yaşayan bir efsane olduğunu ifade ediyor. Bir nevi Erol Büyükburç. Öyle Van Gogh gibi öldükten sonra anlaşılanından değil yani.
Diğer taraftan, Uçma bu cümle ile yıllardır faşist baskılarla belli çevrelerin tekelinde olan Çanakkale Destanının gerçek sahibinin kim olduğuna vurgu yapıyor. Gerçi ilçe teşkilatları bu konuda uzun zamandır canla başla çalışıyor ama meclis tutanaklarında yer alması başka bir şey elbette.
Çanakkale Şehitler anıtı etrafını, Türkiye’nin dört bir yanından gelen ilçe belediyesi araçlarının doldurduğu görebilirsiniz. Öğrenci usulü gezenleriniz, dâhil olmadıkları turların rehberlerine hemen kulak kabartacaktır. Rehberin anlattıklarına hiçbir ders kitabında rastlayamazsınız –çünkü bazı çevreler müsaade etmez. Ağustos ortasında taşan dereler mi istersiniz, komutanlara akıl veren evliyalar mı, cengâverlere kol kanat geren ermişler mi. Bu tarihsel dersler yanında ibret öyküleri ve menkıbeler de cabası.
Son olarak sayın mebusun açıklaması ülkemizin ne kadar büyüyüp geliştiğine işaret ediyor. Eskiden sadece yedi düvele karşı mücadele ederken, artık 77 düvele karşı durabiliyoruz. 41 kere maşallah!
Bir-takım-çevrelerin tutunduğu destan, Turgut Özakman’ın 400’e yakın baskısı yapılan “Çanakkale Diriliş 1915” eseri ile tavan yapmıştı hâlbuki. Lisede Türkçe kitabının okuma parçalarını bile okumayan arkadaşlarımız yaz tatiline bu kitapla çıkmıştı. Bir süre metro istasyonlarımız aynı Japonya gibi olmuştu hatta. Oturduğu semtin adını “Faltay”* zanneden dostlarımız ateşli birer tarihçi kesilmişti.
Kitabın girişinde yazar evliya menkıbelerinden sıyrılmış bir tarih eseri yazdığını vurguluyordu. Tarihinin şanlı sayfalarını aralayan okur da cinsiz perisiz tamamen seküler bir destan ile coşuyordu.
Aynı tarihin iki destanı kapışıyor. Bir yanda uhrevi destan, bir yanda laik. Kimin destanı tutarsa artık. Çünkü iki taraf da biliyor kitlelerin masal sevdiğini. Bakıyorlar, toplumcu gerçekçi filmler yıkık binalarda, macera-gerilim filmleri ise AVM konforunda izleniyor. Kitle partileri de, tabii ki, adı üstünde, kitlenin filmine göre konuşacak.
Bu filmlerdeki/destanlardaki kahramanlar akıl almaz güçlüklerden sağ salim çıkar. Kötü adamı pataklar, fukaranın ekmeğini kollar, sonunda illa ki güzel kızı/yakışıklı erkeği kapar. Kahraman ateş çemberlerinden geçerken veya psikopat katil elinde bıçak kahramanı kovalarken kitle güvenli koltuğunda heyecanlanır. Tehlikeye girmeden heyecan yaşamak için 10 liralık bir sinema bileti ucuz bile sayılır. Üstelik başrolün galibiyetinden kendine pay çıkarılacak, kötüler cezalarını bulduğu için rahatlanacak. Arada ölen, yaralanan, sakat kalan olursa, artık çok üzülmeyeceksin; sonuçta iyiler kazandı.
Destancılar birbirleriyle didişedursun, gece vakti konforlu yataklarındaki masalları bırakıp ağaçları kollayanlara gerçeklerle vuruluyor. Gerçek kapsüllerle gözleri çıkıyor, son derece gerçek kepçelerle ağaçları sökülüyor. Hatta gerçek ötesi iddialarla gerçek gözaltılara alınıyorlar. Haklarında destan yazılsın, konforlu koltukların güvenli havasında anlatılsın diye değil, ev bildikleri yer yıkılmasın diye. (BT/HK)
* İzmir’de Fahrettin Altay meydanında bulunan durağın adı, otobüslerde “F.Altay” olarak kısaltılarak yazılır.