Onu, belki de ondan çok iki şiiriyle tanır okur! Biri, şarkılara da düşen ve her hâlûkârda illa ki rakı sofralarında dillere pelesenk olan meşhur "Haydi Abbas" şiiridir. Öbürü ise büyük çoğunluğun "Dantel" diye salkım saçak telaffuz ettiği yedi asır önce yaşamış büyük İtalyan edebiyatçı Dante Alighieri'ye gönderme de yaptığı "Otuz Beş Yaş" şiiridir.
Geçtiğimiz yüzyılın başında dönemin Diyarbekir'inin kentsoylu ailelerinden ve "Pirinççizadeler" olarak bilinen Sıtkı Bey ile Arife Hanım'ın beş çocuğundan en büyüğüdür Cahit Sıtkı. "Tarancı" olan aile soyadını, soyadı kanunu çıktığı yıl pirinç işinden çok zarar edince kızarak çiftçi anlamına geldiği için almıştır babası...
Bu iki paragraflık girişi şu nedenle paylaşıyorum. Malum, ekim ayı Cahit Sıtkı Tarancı'nın hem doğum (2 Ekim), hem de ölüm (13 Ekim) ayı/tarihidir.
İşte, Diyarbakır Devlet Tiyatrosundan dostum Mustafa Turan'ın yönetiminde Engin Yüksel'in Cahid'in şiirleri, yaşamı ve metinlerinden yola çıkarak oyunlaştırmasıyla yine Cahid'in bir şiirin dizesiyle "Gün Eksilmesin Penceremden" oyunu hazırlandı.
COVID-19 belası hayatı her şekilde vurdu. İki yıldan uzun bir süre öncesinden bu yana hazırlanan ama pandemi nedeniyle ertelenen oyun, nihayet Cahid'in doğum ve ölüm ayında seyircisiyle buluşuyor olacak. Oyunun prömiyeri 5 Ekim günü Diyarbakır Devlet Tiyatrosunun Oda Tiyatrosu adı verilen küçük sahnesinde seyircisi ile buluşacak.
Ben oyunun prömiyerden önceki son kostümlü provasını değerli dostlarım Mustafa Turan ve oyunun ışıklarını yapan İzzettin Biçer'in davetleri üzerine teknik ekiple birlikte bir başıma keyfini çıkararak izledim.
Bir saatlik ve tek perdelik oyun yakışmış. Cahit Sıtkı Tarancı'nın ölümünün 65'inci yılında kendi şehrinde sahneleniyor olması kadirbilirlik anlamında çok kıymetli.
Oyun, sahnenin orta yerine iki kişi tarafından taşınan bir sandıkla başlıyor. Hani her birimizin büyüklerimizden kalan içinde hatıralarımızın simge parçalarının saklı oldukları nadide sandıklardan biri! İşte öyle bir sandığın kapağı açılıyor, sadece şapkalar ve ceketler çıkıyor ortaya. Şapkalar yan yana rafa diziliyor, ceketler ise askıya asılıyor.
Sonra sahnenin bir köşesinde yüzünde soluk almasını kısmen kolaylaştıran şeffaf maskesiyle adeta "ölümünü bekleyen" çizgili pijamasıyla yatağında uzanmış bir adam. Cahit'tir o adam! Sanki Diyarbekir Cami Kebir Mahallesi'nin arka sokağındaki evin şahnişinli odasının penceresinden ölümünden bir yıl kadar önce o hasta hâliyle "yeter ki gün eksilmesin penceremden" der gibi!
Ve oyun başlar "Yaş otuz beş yolun yarısı eder"le. Şairin her bir dönemi sahnede film şeridi misali akar gider. Hep ses vardır şiirleriyle. Bir de sıkça değişen ceket ve şapkalar. Arada türküler. Cahid'in kelamınca "Yeryüzünde yaşamım boyunca güzel türküler söyleyeceğim, sonra da ölüp gideceğim" diyerek.
"Gün Eksilmesin Penceremden" oyunu aslında sadece Cahit Sıtkı'nın 1910 ile 1956 arasındaki 46 yıllık ömrünün serencamını ve dönemin köşe taşlarını izleyiciye vermekle kalmıyor! Küçük simgesel dokunuşlarla an'a dair göndermeler de yapıyor. Aslolanın yaşamın kutsallığı ve kardeş kavgasının bir son bulması realitesi üzerine!
Ve madem Cahid'in şehrinden Cahit sesleniyor izleyiciye;
"Ben ölürsem ölürüm, bir şey değil;
Ne olursa garip eşyama olur.
Bir hayır sahibi çıkar mı dersin,
Mektuplarımı iade edecek?
Ya kitaplarım, ya şiir defterim?
Yanarım bakkal eline düşerse.
Kim bilir bu döşekte kimler yatar,
Hangi rüyaları örter bu yorgan;
El sırtında böyle zarif duramaz,
Ismarlamadır elbisem, pardösüm;
Her ayağa göre değildir kunduram;
Bu kravat ben bağladıkça güzeldir;
Bu şapkayı kimse böyle güzel giyemez." diyerek aslında yaşamın ne denli anlamlı olduğunu vurgulayarak...
Ama "Bir Diyarbakırlı ölümden korkar mı?" da diyerek! "Kapımı çalıp durma ölüm/Açmam/Ben ölecek adam değilim " demiştir ya!
Sonra yine "Otuz beş yaş"la o bütün şapkalar, ceketler, kitaplar, kadehler tekrar sandığa konur ve kapağı kapatılır.
Hayat, Cahid'in hayatı kendi evinin avlusundaki hayat misali Diyarbekir sahnesinde bir saate sığdırılmıştır. Ve, desem ki vakitlerden bir vakit Cahid'in şehrindesiniz işte! Çıkın salondan ve ciğerinizi doldurarak soluk alın ve sadece "memleket isterim..." demiş bir şairi düşünün...
(ŞD/AÖ)