Davut Sulari, 1925'te Mans'da (bugün Erzincan'ın Çayırlı ilçesi) doğdu. Kureyşan ocağından olan Davut Sulari'nin dedesi Pir Kaltuk, Dêrsim'in Nazmiye ilçesine bağlı Kureyşan köyünden Tercan'a göç etmişti.
İlk eğitim ve ozan kültürünü dedesi Pir Mehmet Kaltuk ve diğer dedelerin cem ve cemaatlerinden alan Davut Sulari'nin gençlik yılları bir biçimiyle Karacaoğlan'la benzerlikler taşır. Sık sık aşık olur ve evlenir. Boşanır, yeni bir güzele gönül verir ve ona atfen şiirler ve türküler yakar.
Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunun ardından getirdiği değişimler ve çalkantıların etkisi altında yetişen Davut Sulari'nin yaşadığı Dêrsim coğrafyasındaki değişimler, Alevi Kürtler açısından çok trajik boyutlara varmıştır. Koçgirî ve Dêrsim katliamları gibi kan ve vahşetle tüm Kızılbaş Alevilerin ruhuna işlenen bu trajedilerin Davut Sulari gibi aynı çağda yaşamış bir ozanca hissedilmemesi mümkün değildi.
Cumhuriyetle birlikte gelen inkar ve imha pratiğinde Kürtler, en çok da Alevi Kürtler etkilendi. Cumhuriyeti başından itibaren hayırhah bir tutumla destekleyen Sünni Kürtlere oranla Alevi Kürtler, Cumhuriyet'e ve Kemalistlere büyük destek vermişlerdi. Bu destek tüm katliamlara rağmen devam etti. Bunun ilk bakışta anlaşılması mümkün gözükmezse de, gelişmeler ve özellikle devletin inkar ve imha boyutu, dayatmaları iyi irdelendiği durumda anlaşılabilir.
Kürt Aleviler verilen sözlerin tutulmaması üzerine başlattıkları Koçgiri ve benzeri daha küçük çaplı direnişler sırasında Kemalistlerin çok sert karşı saldırısıyla karşılaştılar. Kürt Aleviler kendisine Osmanlı karşıtı görüntüsü veren Kemalizmi anlamakta zorluk çekiyorlardı. Kürt Aleviler daha bu şoku üstünden atamadan çok daha planlı Dêrsim katliamıyla karşı karşıya kaldılar.
Dêrsim kırımı ve sonrası
Tam bu süreçte Kürt Aleviler yeni boyutları çok daha büyük olan bir şok yaşadılar. Katliamın boyutu gerçek anlamda bir jenositti. Kemalizm bu katliamla birlikte Kürt Alevilere açıkca şu mesajı verdi; "Bakın, 1915'de gördünüz Ermenilerin sonunu! Yok ettik! Sizi de yok edebiliriz. Ve sizin geri kalanlarınızı da istersek bugün veya ileride istediğimiz zaman yok edebiliriz! Ona göre kendinizi ayarlayın!"
Dêrsim kırımından arda kalan Dêrsimliler, bu mesajı gayet iyi bir şekilde aldı ve sosyal davranış biçimini tam bu mesaja göre yeniden düzenleyerek yaşadı. Bu süreçte sıradan bir köylüden, sürgüne gönderilenlere, asimilasyon amaçlı yurtlarda okutulan Dêrsimli çocuklara, yazan-çizen, saz çalıp söyleyen ozanlarına kadar her Dêrsim insanı kendisine "çeki düzen" vermek durumunda kaldı. Davut Sulari gibi büyük bir ozanın da bundan nasibini aldığını söylemek hiç de haksız bir sav olamaz.
Gençliğinde daha yaşının "kemale" ermediği yıllarda çeşitli ev muhabbetlerinde ve cemlerde Alevi ve Dêrsim kültürünü, inancını içeren Zazakî deyişleri söylediğini bugün biliyoruz:
"De sewe nawa şikiye
Virênîya Taburû vejîye
Ez qurbanê xortê verî bî
İmdadê minê sêy de bêro
Qilawizê mi Sah Hêyderî"...
"Rew Bê, rew Bê, rew Bê, rew Bê,
Da da, da da, da da Duzginê min..."
(...)
Dêrsim katliamı ile oluşturulan Dêrsim travması kuşaktan kuşağa varlığını sürdürdü; günümüze kadar etkin bir şekilde devam ettirdi. Aynı zamanda asimilasyon birçok boyutu ve metodu ile hiç azaltılmadan devam ettirildi. Orman yakmalardan sürgün ve yerleşim yerlerinin yok edilmesine, barajlarla, yapılan camilere, çocukların zorla alıp dini okullarda sünnileştirilmesine kadar devam ediyor. Kemalizmin bu çok yönlü saldırıları karşısında Dêrsim insanı iliklerine kadar yok edilme korkusu ile yakın tarihe kadar bir travma içinde yaşadı. Davut Sulari de gençlik dönemlerini geride bıraktıkça, bu travma ve asimilasyonun etkisi altında değişime uğrayarak, artık Zazakî yerine sadece Türkçe deyişler söylemeye başladı:
(...)
Ben aşık değilim yoksul ozanım
İçimde dert kaynar bünyem kazanım
Bazı yalçın dağım bazı sazanım
Davut Sulari'den kalan aşıktır."
Nota bilgisiyle gelen "Türklük"
Türklüğe vurgu yaparak kendisinin de soyunun Türk olduğuna ceddi Şeyh Mahmudi Hayrani'nin Horasan'daki birçok diğer büyük bir Türk evliyası gibi öz be öz Türk olduğunu deyişlerinde sık sık işlemeye başladı. Muzzafer Sarısözen ve diğer radyo ve "Türk Halk Müziği" araştırmacılarından nota dersleri alırken başka inanç ve etnik toplulukların müziğini ve ezgilerini bu hocalar ve TRT'nin potasında eritilmesi anlayışına dayana devlet politikasından da nasibini alır.
Gençliğinde aşk, sevda, Aleviliğin temel felsefesindeki insan sevgisi ve sosyal yaşamla ilgili deyişlerinin yanı sıra Dêrsim inancıyla ilgili ziyaretlere ve Dêrsim evliyalarına övgüler içeren tipik bir halk ozanı olarak Dêrsim Alevileri içinde çok kısa zamanda tanındı, sevildi. Xizir, Tujik Bava, Bava Duzgin vb. ziyaretgah ve evliyaları yücelten, toprağa doğaya ve Kızılbaş inancındaki temel öğe olan insana saygıyı en üst boyutta işleyen deyişler, Alevi Kürtlerin inançlarıyla bire bir ölçüşüyor ve Dêrsimlilerce hüsnü kabul görüyordu.
Davut Sulari, gençlik dönemlerinde sık sık Dêrsim'in köylerini gezerek insanlarla iç içe yaşayarak; hem Dêrsim kültürünün dile getirilmesi, zenginleşmesi hem de sesinin daha üst boyutta duyulmasına katkıda bulunuyordu.
Dêrsim dışında geniş kamuoyu içinde ve o dönemde yeni yeni ortaya çıkan radyo gibi kitle iletişim araçları ile de tanışmış oldu. Bu tanışıklık aynı zamanda Davut Sulari'nin tavrı ve düşüncesinin gözden geçirilmesine neden oluyordu. Bir Dêrsimli ozan olarak kemalizmin ruhunda yarattığı o ezeli "yok edilme travması" kendisini gösteriyordu. Ve kamuoyunda ne kadar çok tanınırsa o düzeyde Kürt Alevisi olmanın yanı sıra Kemalist devletin Sünni İslam anlayışına karşı da kendisine bir sorun yaratıyordu. Bu his içinde hem bir taraftan Türklüğe daha çok vurgu yaparken, Irak, İran vb. ülkelere yaptığı ziyaret ve gezilerle kendisini savunabilmek için özellikle Şii edebiyatından yararlanmaya çalıştıyordu. Mahzuni, Muhlis Akarsu vb. çağdaş ozanları etkilerken bu olumsuz mirası da aynı zamanda onlara aktarmış oluyordu.
60'lar, baskılarda göreceli bir azalma olsa da, Türk ırkçılığının ve asimilasyonun devlet ve kurumlar eliyle yoğunlaştığı yıllardı. Buna koşut olarak, Davut Sulari başta olmak üzere ilk defa, geniş kitlelere konserler ve basılan 45'lik plaklarla ulaşırken, bahsettiğimiz asimilasyon ve Türk ırkçılığından nasibini alarak ancak var olabiliyorlardı. Bunu, o süreçte çeşitli ozanların deyişlerinden ve söyledikleri taşlamalardan çıkarmak mümkün.
60'lı yıllardaki TİP ve gençlik hareketi ve 70'li yıllardaki anti-faşist mücadele diğer ozanlara nazaran Davut Sulari'yi daha az etkilemiştir. Fakat tüm bu toplumsal gelişmelerden azade bir tutum içinde olmamıştır. Özellikle dinci bağnazlığa eserlerinde sık sık yer vermiş bir ozandır. Seksenin üzerinde kaset ve plakları olan Davut Sulari'nin kayıt altına alınmamış birçok eserinin olduğu kesindir. Fakat bu kayıt dışı eserlerin bulunup halka ve tarihe mal edilmesi hala bir görev olarak durmaktadır. Sık sık Davut Sulari'nin adını anan ve onun eserlerini icra ederek yaşayan birçok 'sanatçı', şirket ve kurum bulunmasına rağmen, bu konuda kılını kıpırdatmamaları oldukça düşündürücüdür. Davut Sulari'nin kayıt dışı eserlerinin daha çok ozanın gençlik yıllarına tekabül ettiği ve dolayısıyla da birçok Zazakî eser içerdiğinin de ayrı bir öneme sahip olduğunu unutmamak gerekir.
Davut Sulari aynı zamanda gezgin bir ozan olarak tanınır. Atı "Leyla" ile Anadolu ve Avrupa'ya yaptığı uzun seyahatleri sonrası ihtiyar sayılmayacak bir yaşta (60) 18 Ocak 1985'de hayata gözlerini yumdu.
"Elin siteminden ağlarken gördüm
Gül dibinde kâkül bağlarken gördüm
Bir seher ak pınar çağlarken gördüm
Davut Sulari'deki sevdaya bakın..." (CE/EK)