Okulun, hayatın, dünyanın bana hiç bahsetmediği şeyleri öğreten günler geçiriyorum. Hızına yetişemediğim, çok fazla okuyup “Twitter’dan mı okudum, Ahmet Hakan mı, Can Dündar mı yazdı, neyse bilmiyorum…” cümleleriyle çevreme aktardığım bir bilgi akışı, olay hızının olduğu bir 12 gün.
12. gününü dolduran bu direniş bana Siyaset Bilimi lisans ve yüksek lisansının, iş hayatının- yani hayatın öğretemediklerini öğretti. Meşruiyetini şiddete karşı duruşundan, zekasından, mizah yeteneğinden, sanatından alan bir direniş öyküsünün bana öğrettiklerini anlatıyor bu yazı.
Ortak vicdanı öğrendim
“BİZ AKP’siz dine, CHP’siz Ata’ya, MHP’siz vatana, BDP’siz Kürt’e sahip çıkarız. BİZ HALKIZ” diye yazıldı duvarlara.
Hep var olan, hiç ortaya çıkmayan bu ortak vicdan, savaşta düşmana yapılan bir Şafak Operasyonu’nun arkadaşına, çocuğuna, kuzenine yapılmasını sorguladı. Bu ortak vicdan, insanlara “Eğer ülkücüysem, vatanseversem; o ağaç benim de ağacım.” dedirtti. Müslüman’a Hz Muhammed’in hadislerini, muhafazakarlara Fatih Sultan Mehmet’in sözlerini hatırlattı. İşte bu ortak vicdan oldu Fener taraftarını “Yardımaaaa yardımaaaa Beşiktaş’a yardıma” diye tezahürat eşliğinde Gümüşsuyu’na yürüten. İşte bu ortak vicdandı ülkücü bıyığı tabir edilen bıyıkları olan bir grup ile solcu gençleri İstiklal’de arkalı önlü yürüten.Gazetelerden değil, orada bulunarak öğrendim, bizzat gördüm tüm bunları. Ortak vicdanı ve ortak vicdanın siyasi bir olgu olmadığını öğrendim bu direniş ile. Biz halktık, beyaz yakalı ile işçi, Beşiktaşlı ile Galatasaraylı, ülkücü ile solcu, müslümanı ile ateisti ortak bir paydada buluşabilir; internette izlediğimiz videolara ağlayabilir ve buluştuğumuz ortak paydanın adını “özgürlük, hoşgörü, sağduyu, aklıselim” koyabilirdik, koyduk da.
Kendimizi korumadan direnemeyeceğimi öğrendim
Ortak vicdanı oluşturduk, ancak bu ortak vicdanı oluşturan gençlerin çoğu 1980 sonrası doğmuş, post-modern olanlar dışında bir darbe görmemişti ve araştırmalara göre çoğunun ilk katıldığı eylem Gezi Parkı idi. Bir başka deyişle biz superman olmadığımız gibi biber gazı acısını bile çekmemiştik.
Bu kişilerden biri olarak ben de Hrant Dink Anma Törenleri ve kürtaj eylemleri dışında bir eyleme katılmamış, biber gazının tadına henüz bakmamıştım. Giderken meşhur solüsyonu hazırlayan arkadaşımıza güldüm, espriler yaptım “İksirini hazırlıyor.” diye. Kendim polis kontrolü endişesiyle yanıma solüsyon, maske benzeri ekipmanları almadan gidiyordum. “Solüsyon ve maske bulduklarında göz altına alıyorlar.” denmişti çünkü. O akşam tecrübe ederek öğrendim, acıyı yaşadım ve ertesi gün sırt çantasıyla çıktım sokağa. Yol boyunca tahminlerde bulunuyorduk, sırt çantalı erkekler ve çapraz çantalı kadınlar tecrübeli idi. Kalanları ise kendi deyimimizle “Turistik” idi. Korunmak için maskeyi, sirkeyi, sütü, solüsyonu; koşabilmek için uygun çantayı almayı öğrendim ben bu 12 günde.
Direnmenin anlamını öğrendim
Taş atana nasıl cevap vereceğini biliyor ama “Vedat Milor önerdi, biz de geldik” diyen bir duvar yazısı ile, Kardeş Türküler’in “Tencere Tava Havası”, Boğaziçi Üniversitesi Caz Korosu’nun “Çapulcu musun” şarkısı ile baş etmeyi bilmiyorlardı. Meşruiyetimizi korumak, bu haklı direnişi sürdürebilmek için en büyük kozumuz başbakanın kabadayı tavrına karşı kullandığımız “orantısız zeka, orantısız mizah” oldu.
Cumartesi Taksim’de Beşiktaş’a inip inmemek tartışılırken yanımda 19-20 yaşlarında bir grup kendi aralarında konuşuyorlardı: “Bugün sıkıntı olur. Bak biz de dün gazı yediğimizde koşmamayı bilmiyorduk, şimdi daha çok insan bilmiyor. ”Sakin, sakin” dendikçe gazdan kaçamayacağımızı, koşmanın daha da kötüleştireceğini öğrendik. Bugün izdiham olabilir.” Sonunda “Sakin, sakin, koşmayın” demesi gereken grubun artık kendileri olduğuna, dün öğrenenlerin herkesi sakinleştireceğine karar verdiler.
Direnmenin şiddet, cam, pencere indirmek olmadığını öğrendik ve bizzat şahit olduğum bir olayda hamburgercinin camını çekiçle kırmaya çalışan grubu durdurmaya çalışan, sözle durmayan grubu kötekle durduran; kenetlenmiş insanlarla birlikte “direndik”. 24 saat önce korkuyla gazdan kaçan gencecik kadın ve erkeklerin, 24 saat geçtiğinde yeni görevleriyle korkmadan meydanlara aktığını gördüm.
Direnmek polisin bizden korkarak, ardına bakmadan oradan kaçması değildi. Direnmek polisin biber gazı bitene kadar gaz atmasını sağlamak da değildi. Direnmek nefes aldığımız sürece orada olacağımızı birilerinin kulağına duyurmak idi. Direnmek bize nefes aldıracak ekipmanları yanımıza alarak, nefesini nefesimize katacak insanların yanında yer almak idi.
Yalnız olmadığımızı öğrendim
Medya bizi görmezden geldi, Halk TV ve Ulusal TV dışında sesimizi duyuran olmadı. Bunun adı yalnızlıktı, tek amaç dünyaya sesini duyurmak oldu. Tweet’ler İngilizce yazıldı, yabancı gazeteler iletilere eklendi, sesimizi duyurmak için tek silahımız sosyal medya oldu. Anonymous’un devletin website’lerine siber saldırı düzenleyeceği açıklaması, Madonna’nın direniş desteği ve Roger Waters’ın mektubu ve İstanbul’daki Erasmus öğrencileri’nin “Yalnız değilsin Türkiye! Mesajını Polonya/Litvanya/İngiltere/Hollanda’da yayacağım” sözü verdiği video ile anladım ki, sesimiz duyuluyordu, hem de oldukça yüksek. Nuri Bilge Ceylan’ın Cannes Film Festivali’nde yalnız ve güzel olarak tanımladığı bu ülke, sonunda bu yalnızlık hüznünü üzerinden atıyor ve dünyanın dört bir yanından gelen desteklerle var olan cesaretini katlayarak direnmeye devam ediyordu.
Tepkimle somut bir etki yaratmayı öğrendim
Seneler önceydi, henüz ortaokula yeni başlamıştım. Yabancı şarkılar dinlemeye çalışıyor ve bunu havalı buluyordum. “Walkman”imde “Ti Amo” şarkısının çaldığını duyan kuzenim “İtalya’yı protesto ediyoruz, dinleme şarkıyı.” deyince kapatmak zorunda kaldım ve ben de protestoya katıldım. Bunca sene geçti, hala düşünürdüm bu protestoların hangi seviyede etkili olduğunu. Bu hep bir soru işareti olarak kaldı aklımda. Yayından kalkmasını istemediğim bir dizi olduğunda ben izlesem ne faydası olacak ki… Rating ölçümleme beni görmüyor. Termik Santral kurduğu için bira içmediğimde bir faydası oluyor mu acaba? Tek kişiyim, ne kadar etkileyebilirim ki?
Artık biliyorum. Oluşturulan ortak vicdan, mizah ve zeka ile birleşti Etiler’in ortasında mangal yakıldı, Taksim’i göstermeyen NTV kendisini protesto eden eylemcileri göstermek zorunda bırakıldı, Garanti Bankası Genel Müdürü Ergun Özen “Ben de çapulcuyum” dedi ancak borsadaki değer kaybına mani olamadı. İnsanlar restoranlarda hesap öderken “Garanti posundan değil lütfen” dedi, AVM’ler Garanti’ye POS’ta koydu. Üstelik bu güç yalnızca kötülemeye yönelik de değildi.
NTV bizi duymazken sesimiz olan Halk Tv ve Ulusal Kanal’a da ulaştı gücümüz.
Dün televizyon eşliğinde Twitter’ı takip ederken Ulusal Kanal olmasına rağmen horlama önleyici alet, kendiliğinden uzayan hortuma ek olarak ana akım medyada yer alan çeşitli reklamların Ulusal Kanal’da reklam verdiğini fark ettim. İnsanlar ne verirsen onu izlemiyordu, hem rating ölçümlerinde hem sokakta hem de haber binalarının önünde seslerini yükseltiyor, tepkisine bir suret ediniyordu. Sermaye ise istese de istemese de yönünü bu surete çevirmek zorunda kaldı. Güçlüydük ve bu güç fiziksel değildi, öğrendim.
Başka bir dünyanın mümkün olduğunu öğrendim
Hafta içinde aklımdaki soru “Peki şimdi ne olacak?” oldu. Muhalifliğini bir siyasi örgütlenmeden değil, 10. Yıl Marşı yerine Gençlik Marşı’nı seçecek kadar sivil ve kişisel hayatına müdahale edilmesine “Yeter!” diyen grup idik.
Biz tek bir adamın düşüşüne odaklanmış bir grup değildik. Biz bir anlayışa karşı mücadele verdik ve bu mücadele asla geri adım atmayan, kendi kibri gözlerini kör etmiş tek bir adama yöneldi çünkü adam sayımız yükselse de, dünya bizi duysa da görmezden gelmeye devam etti. Bizim arkasından yürüdüğümüz bir muhalif liderimiz yoktu, peşinden koştuğumuz düzen hayalimiz vardı. 12 günün ardından şu an baktığımda görüyorum ki; ben artık başka bir dünyanın mümkün olduğunu öğrendim. Bunu inşa edecek gücün, sağduyunun ve aklıselimin halkta var olduğunu gördüm.
Hafta başında beni umutsuzluğa düşüren “Peki şimdi ne olacak” sorusu şu an beni meraka düşürüyor sadece ve umutla soruyorum: Peki şimdi ne olacak? Bu sorunun cevabı ise yine bu “Halk” tarafından bu “sivil direniş” tarafından verilecek ve tarih kitapları bu hikayeyi yazacak.
“Bulunur bir çare halk ayaktadır, Taksim yolunda barikattadır.” (ES/HK)