Dersim 38 belgeselinde Dünya Ana şöyle sesleniyordu bizlere, "Bari halklar halka ağlasın"
Halkların halklara ağlamasını sağlamak için izletilmeye çalışılan ve izlenen bir belgeseldir Dersim 38. Dünya Ananın da işaret ettiği gerçek halkların kardeşliği ve sistemin biçimi ne olursa olsun onunla yaşadığı çelişkinin hep ortak olduğudur.
Ortak çelişkiye karşı da ortak bir karşı duruş sergilenmeliydi. Halkların başka halkların acılarına, kederlerine ve uğradıkları zulüm ve haksızlığa nasıl duyarsız kaldığına vurgu yapmakla birlikte, bunun bugünden yıkılması için bir arayıştır aynı zamanda Dersim 38 belgeseli.
Mardin'den bir öykü ile durumu betimlemeye çalışırsak, bahçe sahibi bir ağanın tarlasına biri Süryani, biri Yezidi, biri de Müslüman üç yoksul insan girer ve bahçeden meyve koparırlar. Bunu gören ağa bahçesini ve meyvelerini koruma kaygısıyla tepki gösterir ama bakar ki üçüne de gücü yetmeyecek.
Bunun üzerine önce Müslüman ve Süryani'ye, sizin tanrınız bir ama bu Yezidi şeytana tapıyor diye kışkırtır ve üçü birlikte Yezidi'yi döverler. Sonra Yezidi ve Süryani'yi, bu Müslüman'dır diye Müslüman'a saldırtır.
En son da Müslüman ve Yezidi'ye siz Kürtsünüz bu ise Süryani diyerek Süryani'yi de tasfiye eder. Sonunda ağa amacına ulaşır her üçünü de döverek bahçesini ve mallarını korumuş olur. Yoksul köylüler ise oturup düşünürler ve şu kanıya varırlar, Yezidi'ye sahip çıksaydık başımıza bu gelmezdi.
Dersim 38 tam da bunu anlatmak istiyor; zalimin zulmüne uğrayan insanlar halk olma ya da ezilen olma gerçekliğinden ziyade kendilerince kutsallıklar belirlediklerinden hep ayrı durmuş ve güçsüz kalmışlardır. Ama zulmün saltanatlığına karşı halkların haklı mücadelesini örmek zorundadırlar.
Neden Dersim ve neden bu tarz katliamlar?
Devlet kendisine bir takım kutsallıklar atfetmiş (din, dil, millet, vatan, bayrak ve namus) ve bu kutsallıklara dayanarak savaşlar başlatmıştır. Resmi tarih ve resmi dille kendisini var etmeye çabalayan resmi ideoloji vatanının her karış toprağında kendi milletini yaratma, kendi inancını ve kendi diline hâkim kılma yoluna gitmiştir.
Öylesine ki Türk soyundan olmayanlara bir tek hak verilmiştir o da köle olma hakkı. Bütün dillerin tek bir dilden o da Türkçeden türediği ve bütün dünyanın Türk soyundan geldiğini ispatlama yarışına girilmiştir.
Vatanın kutsal toprağında bunlar olup biterken elbette dünyada da bu tarz kutsanmışlıklar için kanlar dökülüyordu. Ve kutsallığa karşı gelişen her tür tepki isyan olarak algılanmış ve bastırılması pahasına elden gelen hiçbir şey arda konulmamıştır.
1929 ekonomik buhranı ve bununla birlikte gelişen Alman ve İtalyan faşizmi dünyaya hâkim olurken, sahaya çıkmaya çalışan bazı ülkelerde de bu kulvarda önemli işler yapılacaktı. Birinci dünya savaşı ile ikinci dünya savaşı arası olması, bu tür katliamları meşru kılmış ve bu tarz katliamlara ortam hazırlamıştır.
Ve Dersim Tertelesi...
Dünya da bunlar olup biterken devlet tarafından önceden planlanmış bir çıban olarak görülen Dersim, Dersim'lilerin tabiriyle terteleye uğratılmış yani kökünden kazılmıştır. Yaşanan egemenin söylemiyle bir isyan değil tam tersine yaşama hakkını koruma ve hayatta kalmak için mücadele etmekti. Bu nedenle Dersim isyan etmemiş, Dersim katledilmiştir.
İttihat ve terakki ile başlayan sürecin mantığı Türkleştirmek yada raporlarda geçen haliyle Türk Kitleleri yaratmaktı. Sermayenin ele geçirilmesi ve bunun ilk provası olan Ermeni Tehciriyle başlayan süreçte devlet gücünü toparlamış ve Cumhuriyet mantığının bir gereği olarak Tunçtan Elini Dersimin üzerine indirmiştir. Bunu yapmaya çalışırken demir ağlarla örmüştür anayurdu, karakollar ve yollar yapmıştır, köprüler kurdurmuştur. Hatta vergi vermeyen Dersimlileri bu işlerde çalıştırmıştır.
Tüm bunlar asimilasyonun alt yapısını hazırlamaya yönelikti, bunlar tutmayınca ve tepki ile karşılaşınca da soykırım devreye girmiştir. Türk'üz bütün başlardan üstün başlarız anlayışıyla egemen olan kendisini zorla kabul ettirmeye çalışmıştır.
Binlerce insanın kellesini götürerek muktedir olduğunu göstermeye, rüştünü ispatlamaya çalışarak şu mesajı vermeye çalışmıştır, başkaldıran herkesin akıbeti bu olacaktır. Türk devletinin kahredici ordularından kaçınılamaz ne de olsa!
Bu anlamıyla Dersim 38, sistemin kendisi gibi olmayana bakışının gen haritası ve DNA'sıdır.
Dersim 38 yaşanırken, diğer halklar neredeydi?
Her şeyden önce o dönemin olanakları ölçüsünde değerlendirildiğinde fiziksel uzaklıklar ve iletişim engellerinin olması Dersimin çığlığını kendi içinde boğmuştur.
Dersim 38 seyredildiğinde orada dikkat çeken bir yan o dönemin gazete manşetleri ve haber başlıkları, ciddi bir manipülasyon ve sansür uygulanmış, oradaki olaylar meşrulaştırılmıştır, asiler aslında bunu hak etmiştir.
M.Ali Birand'ın basını bir dönem Kürt sorununa yaklaşımı boyutuyla eleştirdiğini ve timsah gözyaşları döktüğü hatırlandığında aslında hiçbir şeyin değişmediği ve hala gazetelerin aynı manşet ve başlıkları attığı görülecektir.
Seyit Rıza İngiltere'ye mektup yazdırırken, diğer Kürtlerle iletişim kurabilmiş midir? Mesele Alevilikle ilişkilendirilecek olursa acaba sunni Kürtler görmezden mi geldi? Yâda Kürt meselesiyle ilişkilendirse, acaba o zamanlarda Türk Alevileri ne yaptı?
Sorular uzatılabilir ama hiçbir cevap sanırım bizi geçmişe götürüp tüm bu katliamları önlememize engel olamayacaktır. Ve hala bunlara net bir cevabın bulunamadığını da üzülerek belirtmek zorundayız. Eğer bunların cevabı bulunmuş olsaydı, ne Çorum, ne Maraş, ne Sivas, ne Gazi yaşanır ne de 90 yıllarda başlayan köy yakmalar, köy boşaltmalar ve faili meçhuller, ne de toplu mezarlar ve kayıplar olurdu. Ya da Kürtlerin uğradığı zulüm karşısında kahredici bir sessizlik olmazdı.
Peki neden bu haldeyiz ve neden acılarımızı ortaklaştıramıyor yaralarımıza neden merhem olamıyoruz. Sanırım bunu anlamak için rahmetli Evrim ALATAŞ'ı anarak MIN DİT filmini seyretmek gerekir. Sistem tarafından mağdur edilen, yok edilen, katledilen herkesin kendi derdine düşmesi ve başkasına karşı duyarsızlaşmasıdır. Herkes hayatta kalma mücadelesi verirken sadece kendini kurtarma güdüsüyle hareket ediyor. Sistem bu noktada herkese 'adaletine' yada zulmünü eşit dağıtıyor. Herkese öyle darbeler indiriyor ki onun tekrar doğrulmasını engellemekle birlikte, başkalarıyla bir araya gelmesini de engelliyor.
Min Dit filmini seyredenler nasıl olur, Diyarbakırlılar nasıl bu kadar duyarsız kalabiliyorlar diye hayıflanırken, filmin yönetmenin ise mağdurların sadece kendini gördüklerini bu anlamda körleştirildiklerini ve filmi yaparken ki amaçlarının da görmeyi sağlamak olduğu çağrısına kulak kabartmak gerekir.
Öyle bir coğrafyadayız ki herkes herkese karşı suçlu ve herkesin herkesle görülecek bir hesabı var. Zaman hesaplaşma ve halk olma gerçekliği etrafında birleşme zamanıdır. Halk olma gerçekliği sistemler, zalimler ve egemenler tarafından ezilme ve yok edilme gerçekliğidir. Her halk kinini toplayıp ezenin, egemenin ve güçlü olanın üstüne kusmalıdır. Haykır acını ey halk!
Bitmedi, sürüyor kavga ve sürecek...
Umur Hozatlı'nın bir panelde yaptığı şu tespit Dersim 38 in hala devam ettiğine dair önemli bir göstergedir. "Yıllardır devletin Dersimi insansızlaştırma politikası olduğunu ve bununda iki şekilde yapılmak istenmiştir. Biri silahla, ikincisi vadileri su ile doldurarak..."
Peki, bu doğru muydu? Diğer söylenenlere bakalım...
Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde hazırlanan iki rapordan bahsedecek olursak; 1896 yılında Osmanlı Umum Müfettişleri tarafından hazırlanan rapor ile 1930 yılında Mareşal Fevzi Çakmak tarafından hazırlanan raporlar Dersimde "blok havuzlar" oluşturarak bu havuzlar sayesinde aşiretleri yerleştirdikleri bölgelerden sürmeyi hedefliyordu. Bu blok havuzların modernleştirilmiş hali olar enerji amaçlı barajlar bugün bu yörenin insanlarının çoğunluğunda tedirginlik yaratıyorsa devletin bu politikaları başat rol oynamaktadır.
Enerji Ulusal Çalışma Grubu Başkanı Prof. Dr. İlyas Yılmazer, barajlar katliam projeleridir, çevre katliamlarıdır, tarih katliamlarıdır, kültür katliamlarıdır ve insanlık suçudur. Eğer soykırım adı kullanılacaksa savaş anındaki ölümlere değil, soykırım barış anındaki yapılan barajlar için kullanılır şeklinde açıklama yapmıştır. Ve soykırım devam ediyor.
Uzunçayır barajının su toplaması üzerine Av. Barış Yıldırım, "2009 ağustosu Dersim tarihinde şimdiden bir milat olarak yerini almıştır. 1937-1938 tedip ve tenkil harekâtı Dersimlilere neyi hatırlatıyorsa 2009 Dersim Doğa Jenosidi de Dersimlilerce o çerçevede ele alınmıştır, alınacaktır. O gün tanıklığımız sadece Munzurun esaretine dair değildi elbette, Dersimin tarihsizleştirilmesi, geleceksizleştirilmesi planına dairdi de. Amaç belli, bölgeyi haritadan silmek..."
Evet devletin genetik kodları var ve hala aynı şekilde genetiğini belirliyor. Peki, Dersimin genetik kodları yok muydu? Elbette vardı, var ve var olmaya devam edecektir.
Dersimin DNA'sına dair üç örnek ve sonuç:
Dersim katliamı sırasında aşiret liderleri Halvori-Vank arasında yapılan toplantıda liderler kutsal Munzur Suyuna birer taş atarak birlikte direniş yemini ettiler ve savaşa topyekun devam kararı aldılar.
İkincisi, 17 ağustos günü bir grup Dersimli Uzunçayır Barajının gövdesinin bulunduğu yere giderek, baraj gövdesinin üzerine çıkıp, baraj gövdesini taşlarlar. Taşlamadaki amaç Munzur'da barajlara karşı bir intifada başlatmaktı.
Ve sonuncusu, Bahoz filmini seyredenler hatırlar, Cemal üniversiteye giderken Munzur'un kenarında durur ve memleketine dair tek bir şey alır yanına, Munzur'un kenarından aldığı bir TAŞ. Ve o taş Munzur'un genetik kodlarını ve ruhunu taşıyordu.
Filmin sonunda Cemal Dersimin ruhunu ve dedelerinin mirasını kuşanacak, o taşı Munzur'a atarak kendi intifadasını başlatacaktı. İşte halkların ortaklaşacakları bir değer; zulmü, katledeni, egemen olanı ve ezeni TAŞLAMAK...(ON/EÖ)