Son haftaların moda konusu dershanelerin kapanıp kapanmayacağı tartışmasıdır. Kaynağını Adalet Kalkınma Partisi (AKP) ile Fethullah Gülen cemaati arasındaki iktidar kavgasından alan konuyu hem magazinsel kılan hem de insanları bir hayli düşündüren yanı ise kamuoyu nezdinde yürüyen tartışmaların örnekler üzerinden yürüyerek Kürt çocuklarının nasıl asimile edileceğine dönmüş durumda olmasıdır.
Konuya azıcık vakıf olanlar yapılan tartışmaların “kim daha iyi asimile etti?” noktasına geldiğini görür. Konu tartışmaya ilk açıldığında Emre Uslu adlı “akademik-polis”, “bölgede dershaneler olmasaydı KCK ile nasıl mücadele ederdik?” minvalinde “dershanemolmasaydı” adlı tartışmaya katılmıştı. Yani bölgede dershanelere salt bir öğretim kurumu olmanın ötesinde bir pay biçilmiştir. Mesela cemaate yakınlığıyla bilinen STV’de yapılan bir haberde “fırsat eşitliğine darbe vurmayın”, “dershaneler terör örgütü ile mücadelede bir yöndür” denilmektedir.
Ayrıca bazı diğer basın yayın organlarında “Mardinli, Diyarbakırlı, Şırnaklı çocukların önü kesiliyor, onlar batıdaki çocuklarla nasıl eşit şartlarda sınava girecekler” tarzında haberler yapılıyor.
Doğulu çocuklar ile batılı çocuklar eşit şartlarda yarışamadığı için dershaneler aracılığıyla aradaki fark kapatılıyormuş. İlk bakışta çok masum ve kabul edilebilir görünen bu yaklaşıma biraz daha derinlemesine bakıldığında, aslında egemen ulus anlayışının inceltilmiş bir versiyonu olduğu görülecektir.
Egemen ulus anlayışının temel gayesi farklılıkları asimile etmek suretiyle bastırmak, yok etmektir. Kendi üst kültürü içinde eritmektir. Bilindiği üzere şu anki Meclis Başkanı Cemil Çiçek, daha önceki bir konuşmasında Kürt çocuklarına yönelik “biz Somali’ye Türkçeyi öğrettik ama Hakkârili çocuklara Türkçeyi öğretemedik” demişti. Bu aslında şu anlama geliyor, biz dünya çapında asimilasyonu yapıyoruz ama Hakkâri’de başarılı olamıyoruz ’dur.
Yasama organının başındaki insanın itiraf mahiyetindeki bu sözlerine cemaatin ve onun sözcülerinin cevabı nasıl olabilir acaba? Onlar da, devlet bugüne kadar katletti, olmadı; milyonlarcasını sürgün etti, olmadı; binlerce köyü boşalttı, olmadı; “Dersim 1938” örneğinde olduğu gibi küçük çocukları ailelerinden koparıp yatılı bölge okullarına verdi, yine olmadı. O zaman en iyisini biz yaparız diyerek Türkiye’nin çarpık eğitim sistemini de fırsat bilerek Kürt çocuklarını “hizmet” adı altında asimile etmeye çalıştılar. Dershaneler yaygınlaştırıldı.
Yukarıda bahsini ettiğimiz anlayış, yani Kürt çocuklarının batıdaki çocuklularla eşit şartlarda yarışması için dershanelere ihtiyaç olduğunu söyleyenler aslında Kürt çocuklarının dershaneler aracılığıyla daha iyi asimile edildiğini savunmaktadırlar.
Ancak, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesine bakıldığında, Madde 1 “Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar. Akıl ve vicdanla donatılmışlardır, birbirlerine kardeşlik anlayışıyla davranmalıdırlar” derken; Madde 2/1’de ise “Herkes ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal ya da başka türden kanaat, ulusal ya da toplumsal köken, mülkiyet, doğuş veya başka türden statü gibi herhangi bir ayrım gözetilmeksizin, bu Bildirgede belirtilen bütün hak ve özgürlüklere sahiptir” denilmektedir. Bildirgede önce herkesin eşit olduğu söylenmekte, sonra ise herkesin ayrım gözetilmeden bütün hak ve özgürlüklere sahip olduğu söylenmektedir. Aynı bildirgenin madde 21/2’de Herkesin, ülkesinde kamu hizmetlerinden eşit yararlanma hakkı vardır” denilmektedir. Kamu haklarından bahsettiğine göre eğitim hakkı da bu kapsamda yer almaktadır. Acaba bildirge eğitim hakkını nasıl düzenlemiştir? Madde 26
“1. Herkes, eğitim hakkına sahiptir.
2. Eğitim, insan kişiliğinin tam geliştirilmesine, insan haklarına ve temel özgürlüklere saygıyı güçlendirmeye yönelik olmalıdır.”
İnsan haklarından bahsedeceksek eğer; bence bu maddeleri göz önünde bulundurmak gerekir. Ancak yukarıda sayılan haklar dikkate alınmamakla birlikte Türkiye’de “Kürt çocuklarına nasıl asimilasyon uygulanır” üzerine kafa yorulmaktadır.
Kürt çocuklarının mevcut sınavlarda başarısız olmalarının nedeni, anadilleri dışında bir dilde sınava girmeleridir. Türkiye’de İngilizce, Almanca veya Fransızca merkezi sınavlar düzenlenirken neden Kürtçe merkezi sınavlar düzenlenmiyor?
Hatırlıyorum da Mezopotamya Kültür Merkezi bünyesinde çalışmalarını sürdüren bir çocuk grubu olan Koma Gûlên Mezrabotan’ın “Em duxwazın” adlı parçasında çocuklar “Sanmayın ki akılsızız, okumayı sevmediğimizi sanmayın, Kürtüz, biz Kürt dilini istiyoruz” diyorlar… (MK/HK)