Takvimin yaprakları kanlı bir mart ayındayız yine.
12 Mart Darbesi, Gazi Olayları, 16 Mart Katliamı, Hasan Ocak'ın katledilişi vb. olaylar, ülkede yaşanan zamanlara kanın rengini verdi. Belki verecekleri de geride.
Dalından koparılan yapraklar gibi öldürdüler ve ölümlerin zamanı, sayfası koparılan takvimlerin geçmişinde aktı. Ya da öldürdüklerinin üzerine koydukları çarpı işaretleri, takvimdeki günlere konan çarpı işaretlerinin geçmişi içerisinde bir yitişe bırakıldı.
Onlar yaptıklarının takvim yapraklarının uçuşunda bir unutuluş yaşayacağını sandılar.
Peki, onlar kim?
Onlar "Derin Devlet"!
Evet, doğru ama bu cevap yetersiz ve yetersizliği ölçüsünde yanlış!
Derin devletin gerçekliğinin alt yapısını göremezsek, derin devlet tanısı bir illüzyona dönüşür.
Ya hastalığı bünye üretiyorsa?
Bu görüş toplumda şöyle bir yanılsama doğurur: Son 30-40 yıldır devletin içinde bir kısım kendini bilmezler, maddi ve siyasi çıkarları için bir araya gelmişler ve devletin imkânlarını kullanarak darbelere ortam yaratmaya çalışmışlar, toplumda kaos yaratarak maddi menfaat temin etmişler, siyasi görüşleri gereği cinayet işlemişler, faili meçhulleri yapmışlar, provokasyonlarda, şantajlarda bulunmuşlar...
Derin devlet meselesi asli ortamından koparılarak salt görüngüler yoluyla böyle ortaya konulursa, hem sorunun çözümü basitmiş gibi yüzeyselleştirilir hem de gerçeğin asıl kısmı gizlenir!
Eğer ortada bu şekilde bir derin devlet varsa, çözümü de basittir: Derin yapıyı devletten keser atarsın. Bünyede hastalıklı bir ur oluşmuş da, operasyonla bu uru kesip atarak bünyeyi bu tehlikeden kurtarmak gibi, devleti de kurtarmış olursun. Ancak bu son derece yanıltıcıdır.
Hemen belirtmeliyim ki, son yıllarda bu yönde atılan adımları kesinlikle küçümsemiyorum. Tersine, yetersiz de olsa bu adımları destekliyor ve önemsiyorum. Bütün bunlar daha fazlasıyla yapılmalı; hesap sorulmalı, yargılanmalı...
Ancak derin devletin tasfiyesi adı altındaki adımların kadük olmamasının, bu adımların amacına uygun genişlikte ve derinlikte atılabilmesinin ve bir daha bu yapılarla karşılaşılmamasının yolu ilkin şu soruyu sormaktan geçiyor: Ya bünye o hastalığı üretiyorsa?
Zurnanın zırt dediği yer burasıdır!
Devlet, devlettir; bunun derini, yüzeyseli, ağırı, hafifi yoktur.
Devletin hiyerarşisi, egemenlik biçimine göre şekillenmiş ve ağırlığı/belirleyiciliği merkezde olmak kaydıyla örgütlenmiştir.
Eğer bir devlet, daha baştan toplumuyla kavgalıysa, o devletin meşruiyet sorunu var demektir. Tek tip toplumun bir meşruiyeti yoktur ki, bunu uygulamaya çalışan devletin bir meşruiyeti olsun. Devletin toplumuyla çatışmasının nedeni de bu zaten. Meşruiyet sorunu olan yapıların yasal olması, hem ona bir yeterlilik kazandırmaz hem de sorunu ortadan kaldırmaz!
Devletin parmağı
Görüldüğü üzere tek parti dönemi de dâhil, bu ülkenin takvim yaprakları hep kanlıdır. Çok sayıda darbe ve darbe teşebbüsleri oldu. Binlerce siyasi cinayet, işkence, hapishane, çatışma yaşandı. Bütün bu dönem boyunca yaşanan kanlı siyasi olaylarla kamu kaynaklarını talan, birlikte yürütüldü. Mart ayı gibi bütün aylarımızın, yıllarımızın kanlı olması salt egemen yapının devamı için değil, aynı zamanda iktisadi hayattaki soygunların devamı için de yapıldılar!
İttihatçı geleneğin içerisinde kurulan devlet, ondan devraldıklarını daha bir geliştirerek "derin" denilen birçok yapıyı üretebilir güce sahip oldu. Devlet toplumla kavgasında, onu baskılamasında duruma göre yasal pozisyona sahip ya da gayrı yasal yapılar üreterek devreye soktu. 16 Mart'ta öğrencilere bomba atılmasında, Gazi'de Alevilerin katledilmesinde, Kürtlerin yok sayılarak öldürülmesinde, Hrant'ın katlinde ve daha binlercesinde bu devletin parmağı var!
Aslında şöyle sormak lazım: Türkiye'deki siyasi cinayet, suikast, çatışma ve benzeri olaylarda, devletin parmağının olmadığı olay var mı acaba? Düşünüyorum, bildiğim kadarıyla yoktur. İsterseniz sizler de bu soru üzerine bir beyin jimnastiği yapabilirsiniz.
Bu bünyenin bizatihi kendisi hastalıklı haldedir. Bu bünyenin ürettiği "derin devlet" olgusunu bünyeden kopararak ve mevcuttan bir sapmaymış gibi göstermek, ülkedeki haklar ve demokrasi mücadelesinin önünü perdelemeye hizmet eder.
Elbette sivrisineklerle mücadele edilmeli. Ancak aslolan, bataklığı kurutmaktır!
Yeni ve demokratik bir anayasa yapmadan; diğer tüm yasaları demokratikleştirmeden; devleti dönüştürmeden; kimlikçilik bataklığına düşmeden bütün kimliklerin haklarını vermeden; siyasetin kaynaklarını şeffaflaştırmadan; devlet merkezli değil, birey hakları merkezli bir hukuk oluşturmadan; adil bir gelir dağılımı kurmadan; özgür toplum adımları atılmadan bu bataklığın kurutulması mümkün değildir!
O halde demokrasi talep eden bütün toplumsal kesimler demokratik bir anayasa talebini daha yüksek sesle dile getirerek siyasi gündemi belirlemeye çalışmalılar.
Başka türlü "derin devlet"ten kurtulmak mümkün değil.
Bu devletten kurtulursak, derininden de kurtuluruz! (HŞ/HK)