İsrail askeri Hook'u yirmibeş metre mesafeden, dürbünlü bir tüfekle, gündüz vurdu. Dünya, askerlerin ambulansı 25 dakika geciktirmesi ve Hook'un hastaneye ulaşamadan kan kaybından ölmesi gibi "ayrıntılar"ı günler sonra öğrendi.
Bu arada İsrail Ordusu bir açıklama yapmıştı. Açıklamaya göre, ateş eden İsrail askeri Hook'un elindeki cep telefonunu silah sanmış ve onu terörist olabileceğinden kuşkulandığı için vurmuştu.
Bu olaydan kısa bir süre sonra, 20 Aralık 2002'de BM Güvenlik Konseyi'nde, önceki haftalarda Batı Şeria ve Gazze'de üç BM görevlisinin İsrail askerleri tarafından öldürülmesini kınayan bir karar tasarısı gündeme geldi. Amerika Birleşik Devletleri (ABD) büyükelçisi John Negroponte tasarıyı "tek yanlı olduğu" gerekçesiyle veto etti ve İsrail'in kınanmasını engelledi.
ABDnin 77. vetosu
Yaklaşık bir yıl sonra, 16 Eylül 2003de Negroponte veto hakkını bir kez daha kullandı. Önce "Arafat'ı süreriz", sonra da "Arafat'ı öldürme seçeneğimiz de var" diyen İsrail'e karşı Filistin liderinin desteklenmesini amaçlayan tasarı Negroponte tarafından veto edilirken, ABD de 1948'den (BMnin kuruluşu) beri 77. kez veto hakkını kullanmış oluyordu.
Negroponte tasarıyı "defolu" bulmuştu. "Tasarıda neden terör eylemleri, Hamas ve İslami Cihad gibi örgütler kınanmıyor?" diyordu.
Aynı konu üç gün sonra tekrar gündeme geldi; bu kez BM Genel Kurulu'nda. Dörde karşı 133 oyla Arafat'ın desteklenmesi kararı alındı. Oylamadan önce görüşlerini açıklayan ülke temsilcilerinden biri de bizden Ümit Pamir'di. Pamir, seçilmiş bir liderin sürgüne gönderilmesinin doğru olmadığını, karar tasarısının lehinde oy kullanacağını söyledi.
Oylamada ABD ve İsrail, Marshall Adaları ve Mikronezya Federal Devletleri ile bir "mini koalisyon" oluşturarak "hayır" derken, "birleşmiş milletler" evet diyerek hukuk dışı İsrail yaklaşımına karşı Arafat'a destek verdi. Oylamadaki ilginç görüntülerden biri de, Orta Asya ülkeleri Kırgızistan, Moğolistan, Özbekistan, Tacikistan ve Türkmenistan'ın blok olarak oylamaya katılmamasıydı.
Bushun görev çağrısı, Blairin Berlin zirvesi
Amerikan başkanı George W. Bush'un 23 Eylül'deki BM Genel Kurulu'nda yapacağı "görev çağırısı" (Irak için) konuşmasına hazırlandığı günlerde İngiltere Başbakanı Tony Blair lobi seferine çıktı.
"Berlin zirvesi"nde Fransa cumhurbaşkanı Chirac ve Almanya başbakanı Schröder'le görüşen Blair, Irak'ta kader birliği yaptığı Bush gibi BMnin "atalet"ten kurtulması, işlevsel bir platform haline gelmesi için çırpınıyordu. Ama zirveden sonuç alamadı. Gazeteler Schröder'in Blair'in elini kibarca sırarken Chirac'ı nasıl kucakladığını yazıyordu.
"Ortak çıkar"ın formülü yok
1948'den bu yana BMyi işlevsel bir biçimde işlevsizleştiren zengin devletler kendi aralarında derin bir ayrılığa düştüklerinde ne olmuştu böyle? Lobi seferleriyle, tehditlerle, rüşvetlerle ya da doğrudan doğruya şiddetle tekrar eski günlere dönmenin yolu bulunabilir miydi?
Uluslararası örgütlere neler oluyordu? Meksika'daki Tarım Zirvesi'nde, başını Brezilya, Çin ve Hindistan'ın çektiği orta halli ve fakir "G-21" ülkeleri karşısında ABD ile Avrupa Birliği (AB) daha dün az çok ittifak içinde değil miydi? Zirve'nin G-21'ler ile ABD - AB blokları arasında bir anlaşmaya varılamadan kesintiye uğrayıp dağılması, Zirve'nin sponsoru Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) için çanların çaldığı anlamına mı geliyordu?
Tarım konusunda ortak paydalar bulabilen, ortak çıkarlar formüle edebilen ABD ve AB neden eski "sosyalist" yeni "demokratik serbest piyasa" ülkelerinin "gelişen pazarları"nı paylaşmada ve Ortadoğu-Kafkasya enerji kaynaklarına birlikte baskın yapmada mantıklı bir formüle ulaşamıyordu? Rusya'yı da yanlarına alıp ona da bir kardeş payı ayırarak?
Mesele ABD'nin paylaşmacılığa artık epeyce soğuk bakması ve baskın basanındır tavrıyla, "hadi siz de peşimden - üç adım arkamdan ve sesinizi çıkarmadan - gelin" kabalığına girmiş olması mıydı?
Mesele, bugünün krizleriyle (enerji bağımlılığı / darboğazı, işsizlik, uluslararası rekabet, plansız üretim) başa çıkmada ABD ile Avrupa'nın ne zamandır farklı silahlarla donanmakta olması ve dolayısıyla krizlerden farklı etkilenmesi miydi?
Rusya'yı güneyden "yeni müttefikler"le kuşatıp dururken, onu "paylaşım" konusunda az çok eşit koşullarda işbirliği yapılabileceğine inandırmak mümkün müydü? Kendi dışında herkese "nükleer - biyolojik - kimyasal silahlar cız!" diyen bir devletin kendi ülkesinde yeni nükleer - biyolojik - kimyasal silahlar geliştirmek için zamanla yarışması kim için ne kadar güven verici olabilirdi?
Öyle haftalara giriyoruz ki, bizim Meclis ve hükümetin "yapılabilecek tek şey" olarak yaptığı ve çok yanlış bir adım atmak istemeyen tüm devletlerin de ortak tercihi olan "zaman kazanma" süreci artık doluyor.
"Veto gücü" olan bir devletin, "cinayet seçeneği"nden söz eden başka bir devlete meşruiyet sağlamaya çalıştığı, BMyi bunun uğruna işlevsizleştirdiği, sonra dönüp artık hiçbir gerekçeye dayandıramadığı bir işgali üstlenmediği için BMye bozuk attığı, onu "ya işlevsellik ya ölüm"e zorladığı günler geldi çattı.
Tıpkı Marmara depremi gibi, ne zaman olacağını bilmediğimiz, sadece gerilimin kritik noktaya varmasıyla tetiklenecek ve bir ara bir biçimde yaşanacak depremin sessiz çatırtıları duyuluyor. Şimdilik sadece çatırtılar. (ŞA/BB)