Fotoğraf: Medya ve Hukuk Çalışmaları Derneği (MLSA)
Sosyal medyanın artan etkisine rağmen, televizyonlar ve gazeteler en büyük “eşik bekçileri” olmaya devam ediyorlar. Geleneksel medya yalnız kamuoyunu bilgilendirmek değil, aynı zamanda deprem ile ilgili bilgileri belgeleyebileceği ve paylaşabileceği, kamu görevlilerinin ve uzmanların da daha geniş kesimlerle iletişim kurabileceği ve afet risklerini azaltmak için bilgi sağlayabileceği önemli bir kanal.
Bilindiği üzere risk iletişimi kamuoyu ile olabildiğince kesintisiz bir iletişimin mümkün kılınması için sürecin aktörlerinin etkileşimini gerekli kılan çok disiplinli bir alan. Bu alanda afet yönetimi, sağlık iletişimi ve medya risk iletişimi ana disiplinleri oluşturuyor.
İnfodemi ve Sosyal Medya
İnfodemi özellikle deprem gibi kriz zamanlarında, yanlış bilginin yaygınlığı nedeniyle insanların güvenilir ve doğru bilgiye erişememeleri olarak tanımlanır.
Kamuoyu bu süreçte komplo teorileri, yalan haber, ajitasyon ve provokasyona her zamankinden fazla maruz kalır. Kriz zamanlarında doğru bilgiye olan ihtiyacın artmasıyla bireylerin doğru ve yanlış bilgileri ayırt edememesi infodeminin çok hızlı bir şekilde yayılmasına ve bu durumun bir kamu sağlığı sorununa dönüşmesine neden olur. Nitekim 6 Şubat büyük depreminde bunun örneklerini gördük.
Sosyal medyada “Samsun’da bir saat içerisinde 6,3 şiddetinde deprem olacak” şeklindeki ses kaydı kısa sürede yayıldı ve bir süre sonra bu söylentinin asılsız olduğu ortaya çıktı.
Yine "AFAD’ın akşam saatlerinde 8,5 şiddetinde bir deprem beklendiğine dair açıklama yaptığı" yalan iddiasına ve hatta göçük altında olduğunu iddia eden bazı kimselerin sosyal medyadan yaptıkları sahte yardım çağrılarına da tanıklık ettik.
TV kanalları, çalışmaların ilk andan itibaren sürdürüldüğü bilgisini verirken, alternatif ve bağımsız medya depremin üçüncü gününe kadar çoğu enkaza erişim olmadığını, görevliler ve bizzat yöre vatandaşlarının elde makine olmadığı için kendi çabalarıyla enkazdan canlı ve cansız beden çıkarmaya çalıştıklarını öğreniyoruz. Bir başka deyişle, medya gerçekliği ile deprem alanındaki gerçekliğin tamamen zıt bir görünüm arz ettiğini gördük.
Dezenformasyon
Dezenformasyonun böyle zamanlarda yaygın olduğu gerçeği yadsınamaz ancak dezenformasyonla mücadele için bant daraltma uygulamasının devreye sokulması, depremde dayanışmanın, yardımlaşmanın, haberleşme özgürlüğünün ve dolayısıyla yaşam hakkının önünde engel oluşturdu, kısa bir süre sonra twitter ve tiktok kısıtlaması kalktı.
Depremin üçüncü günü bölge halkının “Kameraların gelmesiyle çalışmalar yeni başladı”, “AFAD yeni geldi. Beni vatandaşlar kurtardı” gibi açıklamalarını medyanın aktarması dezenformasyon değildir, zira dezenformasyon bilginin çarpıtılması olduğuna göre ve ortada çarpıtma olmadığı müddetçe, aksine halkın söyledikleri veya sorulması gereken soruların takipçisi olmak medyanın görevidir. Bu görevi yerine getirmemek yalnız kamunun doğru bilgiye erişimini güçleştirmez, bilgi yayma özgürlüğü ve sorumluluğunu da ihlal etme riski taşır.
Medya ve Sorular
Burada önemli olan medyanın haberlerinde doğru ve yerinde sorulara ve eleştirilere ne kadar ve nasıl yer verdiğidir.
Sahaya inen gazeteci mikrofonu depremzedelere ve orada çalışanlara tutmalı. Bir kanal muhabirinin gereken yardımı alamadıklarını söyleyen depremzedenin konuşmasını geçiştirmek istemesi, sesini duyurmaya çalışan vatandaşın sesini kısmaya çalıştırdığına dair haklı bir algı yaratılmasına neden oluyor.
Özellikle yeni deprem yönetmeliği sonrası inşa edilen binaların neden yıkıldığı, yıkılan binaların denetiminin kimin sorumluğunda olduğu, deprem vergilerinin akıbeti, müdahalede gecikme, vinç, iş makinası, jeneratör konteynır vs. gibi teçhizat eksikliği, su ve elektrik ile ilgili sorular sormadan gazetecilik yapılamaz, gazetecinin kamuoyu adına hesap sorma yöneticilerin de hesap verme yükümlülüğünün olmazsa olmazıdır bu.
Medyanın görevi yalnızca arama kurtarma çalışmalarını yayınlamak değil, aksayan yönleri, başarısızlıkları, hataları duyurup çözüm odaklı habercilik yapmaktır.
Depremi yaşayanların birebir aktardıkları, beyan ettikleri bilginin yalan olduğunu iddia etmek orada bu felaketi yaşayan halkta çaresizlik, umutsuzluk, kızgınlık, öfke ve yalnız bırakılmışlık hissi yaratır.
Haber Çerçevelemeleri
Haber çerçevelemelerinde kişiselleştirme, dramatizasyon ve çatışma önyargıları sıklıkla kullanıldı. Bu süreçte haberlerin ve özellikle gazete başlıklarının insan kayıplarına odaklanma eğiliminde olmaları kaçınılmaz olsa da bu odaklanmanın kaderci yargılara katkıda bulunabilecek bir yıkım manzarasını tanımlayan çaresizlik, kıyamet, peş peşe felaket, yüzyılın felaketi/yüzyılın acısı, yıkıldık Türkiye’m gibi ifadelerin yaygın kullanımı (zaman zaman arka fonda müzik eşliğiyle) dramatik etkiyi, sansasyonelliği ve acının pornografisini arttırmaktan başka bir işe yaramaz.
Halbuki medya bunun yerine, her türlü acil müdahale, arama kurtarma, güvenlik önlemleri, geçici barınma, su veya elektrik kesintileri, afet bölgesinin ihtiyaç listesi, acil durum telefonları, bölgedeki yakınlarına ulaşmak isteyenler için irtibat bilgileri, elzem bilgilere yanıt arayan bir habercilik sorumluluğunu yerine getirmelidir.
Kişiselleştirme çerçevelemesine; göçük altında kalan kızının elinden tuttuğu fotoğraf, “baba kız el ele” olarak sunulması veya enkazdan çıkarılan bir depremzedenin kendini kurtaran görevliye söylediği
“Bana sarılmadan gitme ağabey” sözlerini örnek olarak verebiliriz.
Mucize çocuk, kahraman itfaiyeci veya AFAD görevlisi gibi sözcüklerin kullanımı hikâyeleştirme ve yoğun dramatizasyona dayalı yayıncılık pratiği münferit hikayelere gereksiz odaklanmanın yanı sıra haberi bağlamdan kopararak vermeye de örnek oluşturmakta. Muhabirin “Şimdi tuğlaya mikrofon uzatacağım deyip depremzedeye “Ercan Bey beni duyuyor musunuz? Geldi mi ses? Kaç kişisiniz?” diye bağırması, sanki depremzedeyi kendi saptamış havasında şov yapar gibi bir yayın yapması gazetecinin görevi olmadığı gibi acının pornografisini sergilemektir.
Mağdurlar
Afetzedeyle empati kurmak, travma yaşayan veya yasını tutan birine neyi nasıl soracağını bilen bir başka deyişle bu konuda eğitim almış muhabir ile mümkündür. Kaynağı güvenilir olmayan bilgiler aktarılmamalı, güvenilir olanlar ise nesnel bir biçimde bilimsel verilere dayandırılarak sunulmalıdır.
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin Gazetecinin Hak ve Sorumlulukları Bildirgesi’nin Sarsıcı Durumlar başlığı altında şu ifadelerini hatırlamakta yarar var. “Üzüntü, sıkıntı, tehlike, yıkım, felaket ya da şok halindeki insanlar söz konusu olduğunda gazetecinin olaya yaklaşımı ve araştırması insani olmalı ve gizliliklere uyularak duygu sömürüsünden kaçınılmalıdır”.
Afet kurbanlarının hayatlarını yeniden kurabilmeleri için onları yüreklendirici haberler yapılmalı. Özellikle çocuk depremzedeler “poster çocuklar” a çevrilmemeliler zira bu davranış çocukların kendi durumlarını algılamada zorlanmalarına neden olabilir. Ayrıca çocuklar iyi görünseler bile iyi olmaları olanaksızdır, kendilerine soruya değil rahatlamaya ihtiyaçları vardır, görüntü yayınlamak dramatik ve incitici olabilir, aynı zamanda kurban için yaralayıcı ve utandırıcı olabilir.
Egemenin veya sistemin değil bölgede felaketi yaşayan insanın yanında ve lehine haber yapmayı amaç edinen hak haberciliği pratiğine her zamankinden fazla gereksinim var.
(YGİ/EMK)