Atilla Dorsay’ın 1999’da 17 Ağustos depreminden sonra kaleme aldığı bu makaleyi Dorsay’ın Remzi Kitabevi’nden çıkan son kitabı “Quo Vadis İstanbul? / Bir Kentin 20 Yıllık Tarihi ve Bugünü”nden aldık.
Kitabını “Gezi Parkı mucizesini yaratan kadın-erkek, genç-yaşlı, ünlü-ünsüz tüm o harika insanlara” adayan Dorsay, kitapta 1994’ten bu yana yazdığı İstanbul yazılarını okurlarla paylaşıyor.
Kitap “1990’lar: İstanbul Sarsılıyor: Refah Yerel Yönetimde ve Depremler Kapıda...”, “2000’li Yıllar: İstanbul Ranta ve Yağmaya Açılıyor”, “2010’lu Yıllar: Çılgın Projeler Dönemi” ve “2013: İstanbul-Bugün” dört ana başlığından oluşuyor.
Dorsay’ın çeşitli yayın organlarında yayımlanan İstanbul yazılarının yanı sıra Gezi Direnişi, Emek Sineması olayları ve “Bir Tayyip Erdoğan Portresi Denemesi”ni de “Que Vadis İstanbul? (İstanbul Nereye?)” kitabında bulabilirsiniz.
İnsanların her türlü farklarından sıyrılarak ortak bir kaderde buluştukları günleri yaşıyoruz. Enkaz altında kalanlar için bu en acı biçimde gerçek... Amiralle erbaşın, hanımefendiyle hizmetçinin, genel müdürle kapıcının beton yığınları altında, aynı çaresizlik içinde eşit oldukları bir korkunç kader... Allah sağ olabileceklere son bir şans, ölenlere ebedi huzur versin...
Ülke bu korkunç felaketi tam anlamıyla bir birlik havasına girerek karşılıyor. Vatandaşlar arasında oluşan gönül bağı, somut yardıma ve işbirliğine dökülüyor. Enkaz altında can peşinde koşmaktan erzak dağıtımına, kargaşa içindeki yollarda trafik düzeni kurmaktan yabancı ekiplere destek olmaya, her konuda oluşan amatör, heyecanlı ve iyiliksever bir ruh, sanki birden ortaya çıkıp her şeye hâkim oluyor. Türk milletinin son yıllarda Batı değer ölçülerine kapılarak eski yardımseverliğini, komşu sevgisini, ortak eylem bilincini kaybeder gibi olduğunu söyleyenler, bunun tersi yönde parlak örneklerle karşılaşıyorlar.
Sanatçılarımız ya yardım kampanyaları düzenliyor, ya bizzat felaket yöresine gidiyorlar. Tüm sanayi kuruluşları, tüm zenginler, tüm bankalar yardım seferberliğine katılıyor. Hep birlikte dışarıda geçirilen bir gecede, yalnız dostlarla değil, tümüyle yabancılarla bile ilişki kuruluyor, dostluk kuruluyor. Ve dışarıda, açık alanlarda veya araba içinde geçirilen gece bir tür spora dönüşürken, aynı saatlerde hâlâ enkaz altında yardım bekleyenlerin varlığı akla gelince, utanma başlıyor.
Ve Türkiye, yalnızlığından kurtuluyor. Kahpe Yunan, kalleş İngiliz, dönek Alman vb. bol keseden manşetlerle tüm dünyada yalnız kaldığına neredeyse inandırılan ülkemiz, her yerden yağan yardım, destek, dostluk ve sempati seline biraz şaşkın bakıyor. Faks ve e-postama Almanya'dan Fransa'ya, İsrail'den Hindistan'a, Japonya'dan Kanada'ya sayısız ülkedeki dost, tanış veya meslektaşımdan geçmiş olsun mesajları yağıyor. Globalizasyonu zehirli bir kavram gibi görüp göstermeye çalışanlar, artık yeni bir yüzyılın eşiğinde kimsenin, hiçbir halkın ve ülkenin gerçekten yalnız ve tek başına olmadığını ve olamayacağını anlıyorlar.
Yüzyılın bu son büyük felaketi, Türkiye'ye ve Türk insanına belki geleceğe dönük yeni umutlar, yeni perspektifler getiriyor. Ne yazık ki son derece acı bir döküm ve korkunç bir matem pahasına...
Bir de deprem felaketi ne çok şeyi toprak altına gömdü... Binlerce, on binlerce hayatı, yaşam macerasının farklı yerlerinde, kimi zaman çok başlarında bulunan taze, körpe insan fidanlarını... Binlerce belleği, binlerce bellekte birikmiş sayısız anıları, birikimleri, yaşanmışlıkları... Bir fay çizgisinin kırılması, kimi zaman elimizde yansıdığı söylenen hayat çizgilerini de birden kırdı, sildi, yok etti.
Deprem aynı zamanda kutsal devlet fikrini, Devlet Baba imgesini de zedeledi. Devletin bu gibi durumlar için yeterince hazırlıklı olmadığı, yeterince çağdaş, donanımlı, organize olmadığı ortaya çıktı. Devletle özdeşleşmiş kimi temel kurumların, örneğin Kızılay'ın üzerindeki gizem örtüsü de sıyrıldı, bu kurumları da çağdaşlaştırmak, zamana uydurmak gereği açıkça belirdi.
Deprem, alabildiğine yozlaşmış imar ve yapı sistemini, devlet ve hazine arazileri üzerindeki inanılmaz yağmayı, kaba güce, rüşvete, cehalete ve onun getirdiği pervasızlığa dayalı bir mekanizmayı da gözler önüne serdi. Artık Marmara bölgesinde, giderek Türkiye'de tüm bu korkunç gidiş değişecek, en azından aynı olmayacak. Devlet arazisine, ormanına, kamu alanlarına sahip çıkacak, yerel yönetimler müteahhitlerle çıkara dayalı kirli bir işbirliği yapamayacaklar, yeni siteler, yapılar ve evler depreme dayanıklılık açısından ciddi bir denetime tâbi olacak.
Deprem dış ilişkilerimizde yeni boyutlar açtı. Başta CNN, tüm yabancı kanalların olaya temelde Türkiye sempatisi sınırları içinde verdikleri yer çok önemliydi. Türk'ün Türk'ten başka dostu yoktur yalanını yıllardır kendi kişisel, zümresel ve partisel çıkarlarına âlet edenler, Türk'ü dünyada gerçekten de yapayalnız bırakmak için çırpınanlar, bu görkemli uluslararası destek, bu göz yaşartıcı yardım seferberliği karşısında söyleyecek söz bulamadılar.
Özellikle Yunanistan'ı hep düşman gibi gören ve gösteren şahinler cephesi şaşırıp kaldı. Komşu dar zamanda yardıma yetişti ve tam bir barış havası egemen oldu. Abdi İpekçi'nin ruhu şad olmuş, Türk-Yunan dostluğunun Ekrem Akurgal, Zülfü Livaneli, Zeynep Oral gibi neferleri ise rahat bir nefes almıştır sanırım...
Deprem ulusumuzu felaket içinde yeniden birleştirdi, tüm bir halkın tek yürek halinde çarpmasını ve yardım kampanyalarının ulusal düzeyde gerçekleşmesini sağladı. Böylesine bir birleşmeye, bir duygu seferberliğine ne denli gereksinmemiz varmış!... Bir büyük felaket pahasına da olsa bunu yaşamak güzeldi.
Ve deprem, enkaz altından bir korkunç canavar da çıkardı. Aşırı Türk milliyetçiliğinin, akıl, mantık ve insanlık tanımaz ırkçılık canavarının artık çağdışı kaldığını sandığımız yüzü, bir bakanın kişiliğinde ve sözlerinde hortlayıverdi. Ama toplumdan öylesine sert bir yanıt aldı, kamuoyundan öyle bir tokat yedi ki... Bu bile ülkemizde yeni bir yüzyılla birlikte çok şeyin değişeceğinin kanıtıydı. Artık imarı olduğu kadar sağcılığı da, toprak değerlendirilmesini olduğu kadar milliyetçiliği de çok daha çağdaş boyutlara yükseltme gereği vardı. Ve hiçbir ideoloji, hiçbir parti, hiçbir politikacı bundan kaçınılmazdı. (AD/EKN)