Afganistan'ın "Kuzey İttifakı" ya da kaçakçı - haraççı haramiler cephesi gibi, Özbekistan'ın İslam Kerimov yönetimi de ABD'nin "teröre karşı savaş"taki "stratejik ortak"larından. Beyaz Saray'ın Kerimov'la yakınlaşması, özellikle 11 Eylül 2001'den sonra, Özbekistan'ın Afganistan operasyonu için Amerikan askerlerine kapısını açmasıyla ivme kazandı.
Uçağının Taşkent'e inememiş olması, belki Rumsfeld açısından kaderin çok da nahoş bir cilvesi sayılmamalı, kim bilir. Tam o günlerde Reuters'in Özbekistan'dan dünyaya geçtiği bir haber hakkında görüşlerini almak isteyecek gazetecilerle muhatap olmaktan böylece kurtulmuş oldu belki.
Haberi Reuters muhabiri Dimitri Solovyov, Taşkent'in 1000 km batısındaki Caşlık hapishanesinden geçmişti. Haber, "Muzaffer Avazov öldüğünde, dişleri kırılmış, tırnakları sökülmüştü, ama hapishanenin yöneticisine göre burası bir sağlık merkezi gibi" diye başlıyordu. Solovyov, artık yaşamayan Muzaffer Avazov'un fotoğrafını, annesinin elinde görmüştü. 61 yaşındaki anne, "Oğluma mahzende işkence yaptılar, kaynar suyla haşladılar" diyordu. Solovyov, fotoğraflardaki vücutta yanıklar ve derin yara izleri görüldüğünü haberinde teyid ediyordu. 36 yaşında Caşlık'ta can veren Muzaffer'in fotoğraflarını, oğlu, henüz doğmamış kardeşi babasının son anki halini, ne olursa olsun, günün birinde görebilsin diye, baba toprağa verilmeden önce çekmişti.
"Vücutlardaki yanıklar"dan ve "bir tutuklunun canlı canlı haşlanması"ndan bahseden bir başka kişi de, İngiltere'nin Özbekistan Büyükelçisi Craig Murray'di. Her şeyden önce arada hemen şunu söylemek gerek ki, Murray bugün hala Özbekistan büyükelçisi olabilmesini, İngiltere'de onu köşeyazılarına taşıyan gazetecilere, programlarını ona ayıran televizyonculara ve bu yazılarla programlara duyarlı bir kamuoyuna borçlu. "Murray olayı"na geleceğiz..
Birleşmiş Milletler işkence raportörü Theo van Boven, 2002 yılında Caşlık'ı ziyaret ettikten sonra, "sistematik işkence yapıldığı"nı raporuna geçirmiş. Reuters muhabiri Solovyov, haberinde, hapishane yöneticisi Alihaydar Kolumbetov'un "Van Boven tamamen gerçek dışı bir rapor yazdı. Temizliğimizi ve tertipliliğimizi beğendi, sonra bu saçmalığı yazdı. Önyargılıydı." dediğini anlatıyor.
Kolumbetov hapishanede işkence yapıldığını kabul etmiyor ve yaralanmaların adî mahkûmlarla politik mahkûmlar arasındaki kavgalarda meydana geldiğini, mahkûmların birbirlerine kaynar çay attığını söylüyor.
Solovyov, hapishaneden ayrılırken Akram İkromov adlı 29 yaşındaki bir mahkûmun, "Blair ve Bush'a söyle, İslam devletimizi kurduğumuzda, Bosna, Afganistan ve Irak'ta yaptıklarının hesabını soracağız" dediğini de aktarıyor. "Çeçenistan ve Özbekistan'da müslümanların öldürülmesine destek olmalarının hesabını soracağız!." Akram'ın içinde bulunduğu gruptakiler, Solovyov yanlarından ayrılırken, "Allah Ekber!" diye bağırarak yumruklarını sallıyorlar.
"Stratejik müttefik"e para, silah ve politik destek
İnsan Hakları Örgütü'nün bildirdiğine göre, son iki yıl içinde Özbekistan hapishanelerinde 10'un üzerinde tutuklu işkencede hayatını kaybetmiş. Hapishanelerinde halen 7000 politik tutuklunun bulunduğu Özbekistan'da politik muhalefet en sert yöntemlerle bastırılıyor ve medya devlet tarafından kontrol altında tutuluyor. 9 Ocak 2000'de eski Sovyet yöneticisi İslam Kerimov'un oyların yüzde 92'sini alarak yedi yıllığına başkan seçildiği ülkede, politik muhalefet ve İslami politik hareketler iç içe geçmiş olduğu için, dini inanç ve özgürlükler de sistem açısından bir tehdit olarak görülüyor ve baskı altında tutuluyor.
Bu insan hakları ihlalleri ve diktatörlük ülkesi, 2001 yılında ABD'den 64 milyon doları yardım, 136 milyon doları ise kredi (US Export - Import Bank) olmak üzere toplam 200 milyon dolar mali destek aldı. Amerikan ordusu, Özbekistan askerlerine "anti-terör" eğitimi veriyor, sağladığı mali desteğin dışında Özbekistan ordusuna hafif teçhizat ve mühimmat yardımı yapıyordu. Aslında bu eğitim ve malzeme yardımı 1999'dan beri sürüyor. Ama Ekim 2001'de Kerimov'un ABD'ye Özbekistan'ı hava üssü olarak kullanma izni vermesinden beri, mali ve askeri desteğin miktarı katlanarak artmış durumda. 2002'de destek miktarı 500 milyon dolara çıkarken, bu paranın 79 milyon dolarının, insan hakları ihlalleri ve işkenceden birinci derecede sorumlu polis ve istihbarat örgütüne gittiği bildiriliyor .
Özbekistan, ABD gibi İngiltere'nin de "teröre karşı savaş"taki stratejik ortaklarından. Dünyada "insan haklarına toz kondurmayan liderler" sıralamasında en tepelerde yer alan, İngiliz İşçi Partisi lideri ve İngiltere Başbakanı Tony Blair, 2003 başlarında Özbekistan'a silah ithalatı için açık çek verdi. Kerimov'a "Benden istediğin her silahı alabilirsin" diyen Blair, Özbekistan'daki insan hakları ihlallerini ülkesine raporlayan büyükelçisi Craig Murray'e ise tam bir devlet adamı sorumluluğuyla yaklaşmasını bildi.
Blair büyükelçiyi kulağından tuttu, ama...
Saddam Hüseyin'in Irak'ı ile Özbekistan arasında açık açık paralellikler kuran Craig Murray, büyükelçilik görevine başladığı ilk günden itibaren Özbekistan yetkilileri için göze batan adamdı zaten. Ama 2002'nin ekim ayında, Özbekistan'daki Amerikan destekli "Özgürlük Evi"nin ("Freedom House") açılışında yaptığı konuşma herhalde bardağı taşıran damla oldu. O açılışta Murray, herkesin önünde, canlı canlı haşlanan tutuklulardan, politik ve dini nedenlerle hapsedilen binlerce insandan bahsediyor, Özbekistan'in bir demokrasi olmadığını ve o yönde yürümediğini acı acı ve açık açık söylüyordu. Toplantıda bulunan bazı tanıkların anlattığına göre Murray konuşurken ABD büyükelçisi renkten renge girmişti. Toplantıyı izleyen pazar günü Özbekistan dışişleri yetklilileri Murray'den açıklama istediler. İnsan hakları savunucusu Talip Yakubov'a göre ise (BBC'den Sanchia Berg'e söylediği), Murray'in tavrı " ancak rüyalarında görebilecekleri bir destek "ti.
Murray bu açılış olayının ertesinde epeyce görevde kaldı. 2003 yazında ise Londra'dan çağrıldı. Hakkında disiplin suçlamaları olduğu bildiriliyordu. Ardından, Murray'in bakanlıktan aldığı ültimatom sonrasında psikolojik tedavi görmeye başladığı söylendi. Büyükelçi, gelişmeleri izleyenlerin zerre kadar kuşkusu yoktu ki, açık açık, açığa alınmıştı. Ama basında hesapta olmadığı kadar çok haber, hesapta olmadığı kadar yoğun eleştiriler çıkmasının ardından İngiliz dışişleri, "Nereden çıkarıyorsunuz şerefli büyükelçimiz hakkında bu dedikoduları?" diyerek olayı farklı bir noktaya bağlayıverdi. "Psikolojik tedavisisi tamamlanan" Murray Özbekistan'a, görevinin başına döndü.
Bush ve Blair ikilisi, maddi - manevi yardım, taahhüt ve "kendi memuruna ihanet" de dahil her türlü desteği Özbekistan yönetimine boşuna vermedi, vermiyor. Özbekistan, Orta Asya'nın "koalisyon"a açılan ilk kapısı sayılır. 5 Ekim 2001'de Kerimov'un ABD'ye hava üssünü ve hava sahasını kullanma izni vermesinin , ülkenin güneyindeki Hanabad üssüne 1500 Amerikan askeri ve helikopterlerin yerleştirilmesinin ardından Kırgızistan onu takip etmiş, (Manas üssüne 2000 asker ve savaş uçakları), bunları Tacikistan'ın Kuliab Havaalanı'nı ABD'nin hizmetine açma sözü izlemişti.
Bugün ABD'nin Özbekistan Büyükelçiliği Web sitesine göz atanlar, "Özbekistan Açık Dünya'ya adım atıyor" başlığını görebilirler. Bu başlıktaki samimiyetsizlik, "Açık Dünya" kelimelerindeki anlamsızlık insanın midesini bulandırabilir ya da fazlasıyla tanıdık gelebilir. Ama asıl dehşet, bir işkence ve diktatörlük ülkesine ABD ve İngiltere'nin neden destek vermekte olduğunu kabul edince başlayacaktır. Öyle soyut bir genellemeyle, "kendi çıkarları" için deyip geçerek değil..
ABD ya da İngiltere için elbette insanları canlı canlı haşlayan işkencecilere, sistematik işkenceyi yönetiminin temel unsurlarından biri haline getiren diktatörlere destek sağlamak gibi bir öncelik yok. Şirketlerine yeni pazarların kapılarını gerekirse kırarak açmak, enerji kaynaklarını serbest piyasa ekonomisi adına "kamulaştırmak" için gerekli adımları atmak gibi öncelikler var. Dün ABD'ye kendi topraklarımızdan cephe açmadığımız için, biz açmayınca ABD'nin kendine başka stratejik ortak arayıp bulduğu için hayıflananlar, karalar bağlayanlar, bugün kırılan kapılardan ihale kapmak, "kamulaştırılan" enerji kaynaklarından nasiplenmek için ellerini çabuk tutmaya çalışıyorlar. Tutuyorlar da. Dehşet, bütün bu yaşananların fazlasıyla günlük hayatlarımızla, "iş"le ve "güç"le ilgili olmasında. Fazlasıyla "normal" olmasında. ABD ve İngiltere için "neden"in bu kadar "meşrulaştırılabilir" olmasında.