1) Daha fazla demokrasi Türkiyeyi parçalar;
2) Tam tersine, güçlendirir.
Bu acayip tartışma, özellikle iki önemli gelişme ortamında önem kazanıyor:
1) Kuzey Irakta zaten 1991den beri embriyon halinde gelişen Kürt oluşumunun en azından federe bir devlet haline geleceğinin anlaşılması. Bu, Türkiyedeki Kürtlerimiz için bir Akraba Devlet (kin-state) olacak. Teoride çok şey ifade eden bu durumun Türkiyeden toprak koparacağından korkuluyor.
2) Birleşmiş Milletler (BM) 1966 İkiz Sözleşmelerini, Ağustos 2000deki imzamızdan sonra şimdi de Haziran 2003te Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) onayından geçirdik. Bunların ortak birinci maddesi Halkların Self Determinasyon (SD) Hakkından bahsediyor. Bu durumda kendi Kürtlerimizin Türkiyeden kopabileceklerinden korkuluyor.
Neden bahsettiğimizi bilmek için önce SDnin üç anlamını görelim:
SDnin üç anlamı
1) İç SD: 1789la ortaya çıkmıştır. Halkların kendi rejimlerini (siyasal, ekonomik, vs.) özgürce seçmeleri anlamına gelir. Yani, Demokrasi demektir.
2) Dış SD: W.Wilsonun 14 İlkesine (1920) kadar götürülebilirse de, BMnin kurulmasından sonra ve özellikle de 1960 yılı sularında uygulama düzeyine çıkmıştır. Sömürgelerin, sömürgeci ülkeden bağımsızlaşması (dekolonizasyon) anlamına gelir. Tarihine dikkat edilecek olursa, 1966 İkiz Sözleşmelerindeki anlamı da budur.
SDnin asıl anlamını oluşturan dekolonizasyon uygulamasına gelince: Her halkın SD hakkı vardır, bu halk bir mekanın tüm halkıdır; bu halk bu hakkını bağımsızlığa ulaşarak kullanır; ondan sonraki bölünmeler SD hakkına girmez. Yani, SD yalnızca sömürge halklarının hakkıdır (1960 BM Genel Kurul kararı no.1514).
Sömürge nedir? Bir ülkenin Sömürge sayılması ve dolayısıyla SD hakkına sahip olması için iki ölçütün bir arada bulunması gerekir: a) Sömürgeci ülke ile sömürgesi arasında ülkesel kopukluk olacaktır (arada deniz veya başka ülkeye ait bir kara parçası bulunacaktır); b) Sömürgeci ile sömürge arasında etnik farklılık olacaktır (1960 BM Genel Kurul kararı no.1541).
3) Ayrılma: Sömürge durumunda olmayan, bağımsız olan ülkelerden ayrılma anlamına gelir. Bu anlamdaki SD, teori ve pratikte meşru değildir. Çünkü bu tür ayrılmalar amip bölünmesi gibi, çorap söküğü gibi gidebilir ve uluslararası düzeni altüst eder.
Bununla birlikte, gerek teoride gerekse BM pratiğinde ayrılma anlamında SDnin meşru görülebildiği bir durum mevcuttur: O ülkede demokrasinin (yani, İç SDnin) olmaması. Nitekim, 1970te BM Genel Kurulunun aldığı 2625 sayılı kararda bu çok açıktır:
Aşağıdaki paragraflardan hiçbiri, SD ilkesine uyan ve ülkesinde yaşayan tüm halkı soy, inanç ve renk ayrımı yapmadan temsil eden bir yönetime sahip olan egemen ve bağımsız devletlerin teritoryal bütünlüğünü ve siyasal birliğini kısmen yada tamamen ortadan kaldıracak ya da tehlikeye sokmaya izin verecek yada bunu teşvik edecek biçimde yorumlanamaz.
Burada geçen SD terimi iç SD olup, tabii ki demokrasi anlamına gelmektedir. Demek ki, vatandaşları arasında ayrım yapmayan devlete karşı ayrılma anlamına gelen SD uygulanamaz.
Çok daha yeni olarak, İnsan Hakları Dünya Konferansı tarafından 25 Haziran 1993te kabul edilen Viyana Bildirgesi ve Eylem Programının şu ifadesi de, çok daha açık biçimde aynı şeyi tekrarlıyor:
... eşit haklar ve halkların self determinasyonu ilkelerine uygun hareket eden ve sonuç olarak o toprakta yaşayan tüm halkı herhangi bir fark gözetmeksizin temsil eden bir yönetime sahip bulunan egemen ve bağımsız devletlerin teritoryal bütünlüğünü yada siyasal birliğini tam olarak veya kısmen ortadan kaldırabilecek veya tehlikeye sokabilecek herhangi bir eyleme izin veya teşvik sağlamak biçiminde yorumlanamaz.
Bütün bu belgeler, Türkiyeye daha fazla demokrasi gelirse Türkiye parçalanır diyenlere okutulmalıdır. Türkiye, uluslararası pratiğe göre, demokrasi olmadığı zaman parçalanabilir.
Bir Tahlil: Ara Durak mı, Son Durak mı?
Bu bilgileri edindikten sonra, Türkiyenin Kürt kökenli vatandaşlarının daha fazla demokrasiyi Türkiyeden kopmak için mi (ara durak), yoksa Türkiyenin ayrılmaz parçası olmak için mi (son durak) kullanabilecekleri üzerine bir tahlil denemesine girişebiliriz.
Şimdi ölmüş olan, milliyetçilik uzmanlarının en ünlüsü Ernest Gellnere bir Ankara konferansı sırasında bir soru sormuştum. Bu soruya Gellnerin verdiği cevapta birkaç kelimeyle temas ettiği ve benim sonradan geliştirdiğim kimi kavramları kullanacağım. Soru mealen şöyleydi:
Ulus-devlet kavramının küreselleşme ortamında gittikçe zayıflaması söz konusu. Bu gidiş içinde, yeni ulus-devlet kurma girişimleri nasıl yorumlanabilir? Daha önemlisi, bunlar bu ortamda nereye kadar gider? Bugün Türkiyede Türk anababalar çocuklarına Türkçe eğitim vermek istemiyorlar. Onları, İngilizce eğitim yapan okullara yollamak için bütçelerini zorluyorlar. Oysa, Kürt milliyetçiliği, Türkçeden çok daha az gelişmiş bir dil olan Kürtçe eğitim istiyor. Kürt milliyetçilerinin bu tutumu bir anakronizma (zamanını şaşırma) mıdır? Bir de, milliyetçilik denilen ideoloji normal olarak bağımsız ulusal devleti amaçladığına göre, böyle bir ortamda bir milliyetçilik, bağımsızlığa kadar gitme yerine kültürel milliyetçilik aşamasında durabilir mi? Evetse, hangi koşullarda?
Gellner, milliyetçilik konusunda dikkatini Batı toplumu üzerinde toplamış biri olduğu için, bu sorumu önce Ben Kürt milliyetçiliği konusunda fazla bir şey bilmiyorum dedi. Sonra da, Bununla birlikte, genel bir şeyler söyleyebilirim diyerek şöyle devam etti:
Dünyada çok sayıda topluluk var. Bir kasabadan komşu kasabaya gidince dil değişiyor, diğer kasabada bir daha değişiyor. Bunların bir milliyetçilik ileri sürme ve başarma şansı yok. Eğer daha ciddi durumlarda birtakım ölçütler ileri sürmek gerekirse, dört tane sayabilirim: 1) Sayı: Ülkenin tüm nüfusu içinde anlamlı bir sayıları var mı? 2) Yoğunluk: bu halk dağınık mı, yoksa belli bir bölgede mi toplanmış? 3) Tarihsel Süreklilik: Varlıkları ve talepleri tarih içinde süreklilik gösteriyor mu? 4) Motivasyon: Bağımsızlığı ne kadar şiddetle istiyorlar veya istemek zorunda kalıyorlar. Yani, istedikleri gönence ve kültüre ulaşma olanakları kendi ülkelerinde zayıf mı? Bu sorulara olumlu cevap veriyorsanız, bu topluluğun bağımsızlık istemesi durumu kuvvetlidir.
İnsanda ufuk açan bu ölçütleri Türkiye bağlamında biraz geliştirerek inceleyelim. Özellikle de, bunların içinde en önemlisi olan ve ülke içi durumu ilgilendiren motivasyon (güdülenme) ölçütünü Dış Etkenler ve İç Etkenler diye ikiye ayırarak tahlile girişelim. Türkiyedeki Kürt milliyetçiliğinin, kültürel haklar elde ederse kültürel aşamada mı duracağı, yoksa bu hakları elde ederse bunu bağımsızlığa giden yolda bir ara istasyon olarak mı kullanacağı konusunu tartışalım.
1) Sayı ölçütü
Türkiyedeki Kürt kökenliler 12 milyon kadar. Dünyada birkaç yüz binlik devletler varken, bu sayının bağımsız devlet istemeye götürebilecek bir sayı olduğu kuşkusuz. Bu durumda bu ölçütün yanına artı (yani, bağımsızlığa gidebilir) işareti koyabiliriz. Bununla birlikte, Türkiye Kürtlerinin hem önemli bir miktarı asimiledir, hem de büyük bir çoğunluğu ayrılmacı değildir; bu açıdan da bu ölçüte bir eksi (yani, bağımsızlığa gitmez, gitmeyebilir) işareti koymamız gerekir.
2) Yoğunluk ölçütü
Türkiye Kürtleri çok yoğun biçimde ülkenin Doğu ve Güneydoğu bölgelerinde yaşıyor. Bu açıdan bir artı koymalıyız. Diğer yandan, şu anda Kürt kökenlilerin yarısından fazlasının Türkiyenin batı illerinde yaşadığını biliyoruz; İstanbul dünyanın en büyük Kürt kenti. Gerçi bunun nedeni 1980lerde başlayan ekonomik ve/veya zorunlu göç ama, Türkiyede doğu ile batı arasındaki gönenç farkının bu insanların özellikle uzun erimde doğuya geri dönmelerini önleyeceği de bir gerçek. Dolayısıyla, bu ölçütün işareti bir de eksi olarak düşünülmeli.
3) Tarihsel Süreklilik ölçütü
İlk Kürt milliyetçi gazetesi Kürdistanın çıkış tarihi 1898. Yani, Jön Türk gazetesi Meşveretin çıkışından yalnızca 3 yıl sonra. Bugün Kürtlerin ileri sürdükleri kültürel özerklik vb. temalar, hatta daha yoğun biçimde, 1918 tarihli Jin dergisinde de var. Kürt ayaklanmalarının bastırılmasından sonraki 1938-59 derin dondurucuya koyma dönemi hariç, Kürt milliyetçi hareketinde hiçbir kesinti yok. Buna kesinlikle bir artı koymak gerek. Bununla birlikte, Kürt milliyetçiliği her zaman söz konusuydu, ama çok az durumda (PKK?) ve o da yeterince net olmaksızın bağımsızlık amacına yönelik oldu; bu da bir eksi gerektiriyor.
4) Dış Etkenler ölçütü
Türkiyedeki Kürtlerin bağımsızlık isteyip istemeyeceğini etkilemek açısından, sınırlar ötesiyle ilgili üç alt-ölçüt düşünebiliriz:
a) Jeopolitik Konum: Bağımsızlık isteyen bir halkın sınırda mı yoksa ülkenin ortasında mı yaşadığı, oturduğu bölgenin denize açılımı olup olmadığı gibi jeopolitik hususlar çok önemlidir. Çünkü bağımsızlık isteği bunların sonucu kolaylaşır veya zorlaşır. Kürtler güneydoğu ve doğu sınırında oturduğu için buna bir artı, bu bölgenin denize açılımı olmadığı için de bir eksi koymak gerekiyor.
b) İrredantizm Olanağı: İrredantizm, bir devletin kendi sınırına yakın yaşayan soydaşlarının oturduğu bölgeleri ilhak etme politikasıdır. Eğer sınırın öte tarafında söz konusu halkın soydaşları yaşıyorsa, bu bağımsız devlet kurma güdüsünü artırır. Türkiyeli Kürtlerin İran, Irak ve Suriye sınıra bitişik yaşayan soydaşları vardır. Üstelik, bugün bunların en azından bir federe devlet kurmaları söz konusudur. Bu nedenle buna bir artı koymak gerekir. Bununla birlikte, bu üç ülkede yaşayanlarla aralarında büyük dil, iktisadi gelişmişlik, demokrasi, sınıf, önderlik vb. farklılıkları bulunduğu için bir de eksi koyabiliriz.
c) Uluslararası Konjonktür: Uluslararası koşullar günümüzde her zamankinden de önemli. Bir defa, azınlık hakları dünyada yükselen bir değer. Bu nedenle bir artı koymak lazım. Ama Batı dünyası bu hakların bölünmeyi değil, daha büyük entegrasyona yol açması gerektiğini düşünüyor; bu nedenle de bir eksi vermek gerek. İkincisi, daha önce de tartıştığımız gibi, bir zamanların imparatorlukları gibi şimdi de ulus-devlet bu biçimiyle devrini tamamlıyor ve küreselleşme sonucu para, maddi değerler, tüketim, blucin markası gibi öğeler artık ulusal gurur gibi kavramların yerini alıyor. Bu nedenle de bir eksi konabilir.
Bir ara toplam yaptığımızda, artı ve eksilerin eşit olduğunu görüyoruz. Bu durumda aşağıdaki son ölçüt, dengeyi etkilemek açısından yaşamsal önem kazanıyor:
5) İç Etkenler (Beklenti) ölçütü:
İçte Kürtlerin beklentileri nedir? Yani, maddi ve manevi ortam açısından, ayrılırlarsa mı yoksa kalırlarsa mı daha iyi yaşamayı umuyorlar? Mevcut yönetimde gerçek bir iyileşme beklentileri ne kadar güçlü?
Türkiyeli Kürtler, eğer gönüllerindeki gönence ve kültüre (yani, iş ve ekmek bulmaya ve alt-kimliklerini rahatça ifade edebilmeye) ulaşma açısından kendilerini rahat hissederlerse, bağımsızlık aşamasına geçmeden kültürel milliyetçilik aşamasında kalabilirler. Çünkü yukarıda sözü edilen eksiler vardır; Türklerle Kürtlerin et-tırnak olma durumları özellikle aynı din ve mezhebi paylaşmaktan gelen bir gerçektir; Kürtlerin feodal gelenekleri, müstakbel bir Kürt devletinin demokratikliği konusunda çok kuşku duyurmaktadır, K.Irakdaki devlet embriyonunun durumu aynen böyledir, nihayet PKKnın demokratiklik karnesi kırıklarla doludur; bu müstakbel devletin ekonomi geleceği coğrafya nedeniyle parlak olmayacaktır; ve hepsinden önemlisi, küreselleşmenin değerleri ortadayken, İngilizce öğrenmeden ekmek bulunmayan bir Türkiyede Türk anababalar çocuklarını Türkçe okula yollamazken, hangi Kürt anababa çocuğunu Kürtçe okula yollar?
Yaşar Kemal çok ilginç bir şey söylüyor: Kültürel haklar verilirse, Kürtler arkasından bağımsızlık da ister, deniyor. Verilmezlerse istemezler mi? diyor. Gerçekten, acaba bağımsızlık isteyen Kürtler bunu şimdiye kadar kendilerine kültürel haklar verildiği için mi istediler, verilmediği için mi?
Sonuç
Eğer bağımsızlık talepleri gelmesin isteniyorsa, Türkiyedeki Kürt kökenlilerle ilgili olarak yapılması gereken şeyler üzerine birkaç düşünce belirterek bitirelim:
1) Bu insanlara iki şey hemen verilmelidir: Ekmek (her türlü imkan kullanılarak bölgeye maddi gönenç temini) ve Kültürel Haklar (dilini öğrenme, yazma, öğretme, alt-kimliğini açıkça belirtme olanağı). Böylece bu insanlar, artılarla eksilerin yaklaşık eşit olduğu bir Türkiyede mutlu olacaklar ve ağırlıklarını Son Duraktan yana koyacaklardır.
2) Bunlara bu iki şey aynı anda (simültane) verilmelidir. Bunun gerekçesi şudur: Yalnızca ekmek verilirse, milliyetçilik temelde bir burjuva ideolojisi olduğu için Kürt milliyetçiliği güçlenir. Yalnızca kültürel haklar verilir de ekmek verilmezse, yine aynı şey olur. Önemli olan, bu iki öğeyi aynı anda ve Türkiyenin doğu ve güneydoğusunda barışın sürdüğü bir dönemde vermektir.
3) Bu kültürel haklar herkese verilmelidir; yalnızca Kürt kökenlilere verilmemelidir. Çünkü o zaman bunlar literatürde pozitif hak denen türden olur. Pozitif haklar, vatandaşların tümüne değil, dezavantajlı bir azınlığına verilen haklardır. Böyle durumlarda hem o grubun kendini tecrit eğilimi artar, hem de çoğunluk o grubu hedef olarak görmeye başlar. Bu haklar TC vatandaşlarının tümüne verilirse Kürt kimliği öne çıkmaz, demokrasi öne çıkar. Devlet hiçbir alt-kimliğe karışmamalıdır. İnsanlar istedikleri radyo, TV, vs.de kendi kimliklerini rahatça yaşayabilmelidirler.
Bunlar yapılırsa, K.Irakta bir değil bin tane Kürt devleti kurulsa, Türkiye Kürtleri için çekici olmaz. Çünkü Türkiye ile Irak arasında zaten mevcut olan eşik (gönenç ve özgürlük eşiği) alabildiğine derinleşecektir. Türkiye Kürtlerinin aşağıya atlamak istemeyecekleri kadar derin.
4) Devlet, Kürt kökenli vatandaşların artık asimile edilemeyeceğine kesinlikle inanmalıdır (Devlet, bu şansı 1950lerde kaçırmıştır). Zaten, asimilasyon, küreselleşme olgusu tarafından da olanaksız kılınmıştır. Devletin amacı, bu vatandaşları çok güçlü biçimde entegre etmek olmalıdır. Türkiye Cumhuriyetini bölünmez kılacak olan bu entegrasyondur.
Bunun mümkün olabilmesi için de, burası fevkalade önemli, ülkemizde şu anda Türklük biçimindeki üst-kimliğin artık Türkiyelilik biçiminde algılanması şarttır. Çünkü Türkiyelilik, hiçbir alt-kimliği dışlamayan bir nitelik taşır ve gerçek bir entegrasyon aracıdır. (BB)
* Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslar arası İlişkiler Profesörü Baskın Oranın Türkiye Kürtleri, Demokratikleşme, Self Determinasyon (SD): Ara Durak ve Son Durak Üzerine Düşünceler başlıklı tebliğ özeti, 5-6 Temmuz 2003te Ankarada Dedeman Otelinde gerçekleştirilen Türkiyede Demokratikleşme ve Kürt Sorununun Çözümü konferansında sunulmuştu.