Yaygın medyanın estirdiği "zirvede çatışma" dehşeti ve MGK toplantısı ardından yaydığı "ohhh derin bir nefes aldık," yanılsamasıyla yetinmeyecekler için, bu suretlerin gerisinde önemli sayabileceğimiz gelişmeler var.
Özellikle MGK bildirisinin söylemini çözümlemeye giriştiğimizde, ilk bakışta fark edilmeyen, ama üzerinde durulunca kavranılmaya başlayan MGK'nin "parlamentonun üstünde olduğunu" hükümete de doğrulatan yaklaşımı bu kapsamda stratejik bir alamet olarak görülebilir.
MGK bildirisini bu kez "hükümete tavsiye" değil, Meclis'e verilmiş bir direktif olarak özetleyebiliriz: "Demokratikleşilecek, demokratikleş!"
Artık MGK, kendisine tanınmış Anayasal üstünlük çerçevesinden de taşıyor. Hükümeti değil, Meclis'i "çekinceler"ini koyarak muhatap alıyor. İkisi birlikte ele alındığında; bu kararı, MGK'nin, TBMM'ye gönderdiği güçlü bir uyarı olarak da okumak mümkün:
"Beni hesaba katmadan bir şey yapamayacağını bilecek kadar 'olgunluk' bekliyorum senden."
Mesut Yılmaz'la Silahlı Kuvvetler arasında bir çatışma bekleyenler -ya da bekletilenler- rahat bir nefesle arkalarına yaslanırken, Silahlı Kuvvetler "vesayet" rejimini bir adım daha ileri götürerek, yalnızca MGK üyesi bakanları değil, "milletvekilleri"ni de kapsama alanına alıyor: "Olgun olun!"
Az fark sayılmaz bu.
Ancak bundan önce, son çatışma sahnesinin nasıl kurulduğuna bir göz atalım.
Perde her stratejik konu tartışılırken olduğu gibi Genelkurmay Genel Sekreterliği ile sivil toplum ve politikacılar arasındaki ateşli bir polemikle açıldı. Necip Fazıl veya Peyami Safa'yla Nazım Hikmet arasındaki ünlü polemiklerde olduğu gibi, açıkça söylense etkisi daha fazla olamayacak imalar; yumuşakmış ve sureti haktanmış gibi görünen bir girişten sonra, bel altına indirilen acı ve kesin darbeler; söylenmesi gerçek olmasından beter durumlar...
Silahlı Kuvvetler'in, medyanın manipülatif gücünü herkesten iyi ve örgütlü bir biçimde kavradığını kanıtladığı ve ağır silah envanterine dahil ettiği 28 Şubat'tan bu yana , Türkiye'nin toplumsal ve politik tartışma alanının bir süper köşe yazarı, süper "anchorman"i var artık: Genelkurmay Genel Sekreterliği.
Köşe yazarlarının köşe yazarı, anchorman'lerin anchorman'i. Ona kısaca GGS diyebiliriz.
Genelkurmay başkanları değişse de onun üslubu, tarzı söylemi hep aynı: Kuru bir askeri bildiri ya da sıkı yönetim duyurusundan çok farklı bir stil ve muhakeme . Daima politik bir bakış açısından, bir politik hasmı yere indirme hırsıyla tutuşan bir nefretin dışa vurumu; sınırlı kavrayış, kelime hazinesi ve ifade yeteneğinin gerisinde fokurdayan politik edebiyat tutkusu; her şeyin doğrusunu bildiğine beslenen kör inancın yıkıcılığını artırdığı husumet duygusu ve elbette ancak "yarı-tanrı" olduğuna inananlarda rastlanabilecek bir ben merkezcilik ve narsizm... Biraz Emin Çölaşan, biraz İlhan Selçuk, biraz Serdar Turgut...
GGS ilk "parlak" politik bildirgesini TÜSİAD'ın Prof. Bülent Tanör'e yazdırdığı "Demokratikleşme Programı"na verdiği kılıç gibi keskin yanıtla sergilemişti: Yıkıcı vuruşunu "Marksist, dönek enteller"in "vatanın bütünlüğüne kastı"na yöneltmiş; TÜSİAD ve kamuoyu bu GGS "köşe yazısı"nı Silahlı Kuvvetler'in görüşü olarak kabullenip korkuyla geri basınca, işadamları uzun süre raporuyla arasına mesafe koymuş ve Bülent Tanör'ü "Demokratikleşme Programı"yla baş başa bırakmışlardı.
Ancak, bu keskin çıkışın hemen ardından yayımlanan "Milli Güvenlik Siyaset Belgesi"nde, yani Hürriyet'in yakıştırdığı tanımıyla "Gizli Anayasa"da Silahlı Kuvvetler'in bu kez anonim kimliğiyle şaşırtıcı bir biçimde TÜSİAD'ın "Kürt Sorunu", "Avrupa Birliği" ve "küreselleşme" konusundaki temel varsayımlarını "ulusal strateji" olarak kayda geçirdiğine tanık olduk.
O zaman Genel kurmay başkanı İsmail Hakkı Karadayı idi. Şimdi Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kıvrıkoğlu . Her iki Genelkurmay Başkanının eş kişilikler olduklarını ileri sürmek çok güç ama, Başkanlar değişse de GGS'nin stilinde bir şey değişmiyor
Yılmaz'ın "Ulusal Güvenlik" tartışmasını açışının ardından gelen ve Türkiye medyasının bütün köşelerinde birden yayımlanan "köşe yazısı" , aradan geçen zamanda GGS'nin belâgatinden bir şey yitirmediğini gösterdi hepimize. Aynı keskin polemikçilik, aynı tartışma kabul etmez kesinlik, rakibi aynı hor görüş ve aynı bitirici vuruş: "Onursuz".
Bu durumun bir açıklaması olabilir mi?
Eğer Silahlı Kuvvetler, taş ya da beton gibi yekpare bir yapı olarak tasavvur edilecek olsaydı şu basmakalıp açıklamayla yetinilebilirdi pekala:
"GGS, Genelkurmay Başkanı'nın, Genelkurmay Başkanı da bir bütün olarak ordunun görüşlerini yansıttığına göre, 'Yılmaz'a ordu bir şamar yapıştırdı'."
Ama bu şamardan sonra, nasıl olup da MGK toplantısından, esas olarak Yılmaz'ın "anayasal reform" istemlerini doğrulayan bir bildirinin çıktığını açıklamak mümkün olmazdı.
Oysa, Silahlı Kuvvetleri, toplumdaki cari eğilimleri, mesleki ve ideolojik bir filtreden geçmiş halleriyle yansıtan bireylerden; iş bölümü, uzmanlık, eğitim ve kuşak farkları dolayısıyla birbirlerinden az ya da çok farklı kaygılara sahip grup ve birimlerden oluşan bir organizma olarak düşününce... Her ikisinin de, MGK'nin de GGS'nin de, gerçek konumları yansıttığını söylenebilir.
GGS,tıpkı çok satan ve etkili bir gazetedeki itibarlı ve polemikçi bir köşe yazarı gibi, kendi gibi düşünenlerin eğilim ve kaygılarını uçlaştırarak, sivrilterek ve popüler ilgiyi üstüne çekme arzusuyla sığlaştırarak yansıtırken; MGK, ağır başlı bir editoryal üslubunda, bütün dengeleri , hassasiyetleri, bütün meşrulaştırma mekanizmalarını hesaba katarak
görüş beyan ediyor.
Örneğin, GSG'nin esip gürlerken; OYAK'ın geleceğini , Silahlı Kuvvetlerin modernizasyon programını, ya da ABD ile stratejik ortaklığı veya AGSK bağlamında nasıl bir süreçte yol alındığını hesap etmesi gerekmiyor; o, kıt'anın sesi.
MGK ise karargâhın sesi. Silahlı Kuvvetlerin etkisi ise, bütün bunların ve açıkça dile getirilmeyen başka etkilerin toplamından oluşuyor.
Başa dönersek, her ikisi de son MGK öncesi ve sonrasında Silahlı Kuvvetler adına yapılan iki açıklama, iki kez düşünmemizi gerektiren ciddi bir farkı haber veriyor:
Birincisi, GGS'nin dile getirdiği, toplumsal ve siyasal alanı gerçek dinamiklerden yoksun bir devlet içi saflaşmada taraf olmaya zorlayan, bir "TSK partisi" Genel Sekreterliği üslubuyla seslendirilen meydan okuma , ortalama askerin siyasal yaşamı belirleme tutkusunun güçlenmekte olduğunu kuvvetle duyuruyor.
İkincisi, MGK bildirisi, MGK'nin yalnızca yürütme değil, yasama erkini de devralmaya hak sahibi olduğuna dair güçlü bir inancı dillendirmeye başladığını duyuruyor.
Toplumun ve siyasetin tamamını kuşatan bir vesayet rejimi , kendini gerçekleştirmek üzere, iki kuvvetli adımla birlikte yeni yasama dönemini açmış bulunuyor. İlk reform de facto gerçekleştirilmiş bile sayılabilir:
"Silahlı Kuvvetler mensuplarının siyasetle iştigal etme" yasağı fiilen son bulmuş ve "parlamenter rejim" hüküm sürerken Silahlı Kuvvetler "demokratik siyasal hayatın vazgeçilmez bir unsuru olarak," siyasal mücadele alanında kendi yerini tanımlamıştır artık." (NU)