Anayasa değişikliği, referandumda oylanarak kabul edildi. Bu Anayasa değişikliği ile getirilen değişikliklerin en önemli kalemleri, yargıya ilişkin olanlar.
Türkiye toplumu üzerinde uygulanan ideolojik hegemonyanın ve otoriter politikaların -ordunun yanı sıra- en önemli ayaklarından biri olan yargıdaki kast sisteminin değiştirilmesi yönündeki adımlar, Türkiye'nin demokratikleşmesi için küçük fakat çok önemli adımlar. Ancak yargıda yapılacak reform çok daha radikal olmalıdır.
Mesela sadece Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun (HSYK) veya Anayasa Mahkemesinin üye sayısının genişletilmesi, kastın kırılması için başlangıç olabilir ama yargının demokratikleşmesi için, yargı camiası içinde seçimlerin temel bir ilke olması gerekir.
Pakette birçok eksik nokta var
Pakette birçok eksiklikten söz edilebilir ve bu eksikliğin en önemli kaynağı, paketin hazırlanma sürecinde değişik sivil toplum aktörlerinin katılmamış olması.
Mesela engelliler için getirilen değişiklikler: Daha ziyade "baba devlet", "zayıf" olan bu insanlar için "koruyucu önlemler" getiriyor. Bu ilk anda kulağa hoş gelen bir yaklaşım olabilir ama yetersiz. Çünkü engellilerin esas beklentisi eşit olmak, farklılıklarını ayrımcılığa uğramadan yaşamak.
Bu tabii ki çok daha felsefi bir düşünce geliştirmeyi gerektiriyor; yani toplumda her ne kadar "engelli" diyerek, "ayıp" bir laf söylememek için özen gösterildiği düşünülüyorsa da söz konusu insanlar "sakat" ve sakatlığın anormal bir durum olmadığının farkına varmamız gerekiyor.
Sakatlar da herkes gibidir ve farklıdır. Kadınlar, Kürtler, Ermeniler, başörtülüler, Aleviler, Çingeneler gibi...
Hiçbir insanın özel ayrıcalığa tabii tutulmasına gerek yoktur. Mühim olan her insan tekinin sahip olduğu özelliklerle toplumda saygı görmesi ve toplumsal hayatın onları da içine alacak şekilde yeniden düzenlenebilmesinin önlemlerini alabilmektir.
Böyle bir yaklaşım, bu memleketin meselelerinden en yakıcı tezahüre sahip olan Kürt meselesi için de geçerlidir. Kürtlerin farklılıklarıyla yaşayabilmeleri onların "normal" olarak kabul edilmelerinden geçer. Bir Türk nasıl "normal bir şekilde" Türkçe öğrenebiliyorsa, bir Kürt de "normal bir şekilde" Kürtçe öğrenebilmelidir.
Bir körün kaldırımlarda "normal bir şekilde" yürüyebilmesi, kütüphaneleri, ulaşım araçlarını "normal bir şekilde" kullanabilmesi ve bu normalliğin sağlanabilmesi için gereken önlemlerin alınabilmesi gibi...
Pakette yetersizliklere bir başka örnek, örgütlenmeye ve bireylerin ve toplumsal aktörlerin kapasitelerini arttıracak önlemlere ilişkindir. Mesela memur sendikalarının toplu sözleşme hakkına ilişkin örnek verilebilir.
Grevsiz bir toplu sözleşme hakkı, uyuşmazlıkların bir hakem kuruluna bırakılarak, o kurul içindeki güç ilişkilerine umut bağlanması, temel olarak çalışanların gücünü kırabilecek, beklentilerini riske sokabilecek bir özelliğe sahip.
İdeal Anayasa arayışı sürecek
Pakette yer alan her madde var olan koşullardan ileri doğru adım niteliği taşıyor olsa da, toplumun hareketi için hiçbir zaman yeterli değildir. Dolayısıyla ideal bir Anayasa da yoktur. Adalet ve özgürlük taleplerinin karşılanması, sosyal ve kültürel hakların gelişmesi için toplumsal mücadele bitmeyeceğinden, daha ideal bir Anayasa arayışı da hep var olacaktır.
Bugünkü paket, bu yüzden sadece Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) paketi değildir. Bugünkü toplumun -güç ilişkileri içinde- formüle edip siyasete taşıyabildiği taleplerin yansımasıdır. Fakat aynı zamanda AKP'nin toplumdan yükselen talepleri kapasitesi, toplumsal - siyasal ve de iç dengeleri içinde yorumlayabildiği ölçüde ortaya çıkmış bir pakettir. Bu paket sonuç olarak, daha ileri bir siyasal düzey ve daha ileri, sivil ve demokratik bir Anayasa için bir basamaktır.
Referandumun açtığı kapıdan herkes geçebiliyor
Anayasa paketi için "yetmez ama evet" diye mücadele edenler, başından beri bu değişikliklerin toplumsal mücadeleyi ileri götüreceğini biliyorlardı. 12 Eylül'ün ve darbecilerin yargılanabilmesi için hukuksal olanın yanı sıra her şeyden önce sembolik bir bariyeri yıkacağını da biliyorlardı.
Referandumdan "evet çıktığı için", 13 Eylül'den itibaren de 12 Eylül darbecileri hakkında suç duyurusunda bulunmak için Adliye'ye koştular. Ancak referandumda "evet" demeyenler de koştular; bir bakıma referandumun açtığı kapıdan herkesin geçebilmesi mümkün oldu.
Aradan 30 yıl geçtikten sonra, referandum tartışmaları sayesinde, tabii ki yargının bu denli sorgulanması, muhafazakar kesimlerin de dahil olması ve yeni bir 12 Eylül'de yüksek bir "evet" oranı sayesinde, bu "küçük dev adım" çok önemli bir bariyeri yıktı ve Türkiye'de siyasallığı çok daha geniş kitlelerle birlikte ileri bir düzeye taşıdı.
Bugün bütün toplum vicdanında 12 Eylül darbesinin "gayrimeşru" ve tarihin bir paçavrası olarak kabul görmesi mümkün oldu.
Artık şansımız daha fazla
Sivil ve demokratik mücadele için özgüvenin sağlandığı bir ortamda, bundan sonrası için de mücadeleden başka çare yok. Ve bundan sonra şansımız daha fazla. Öncelikle tecrübemiz ve bu tecrübeyi paylaşan kesimler çok daha fazla.
İçinde muhafazakârların, sol çevreler içinde "hayır" ya da "boykot" seçeneklerini kullanmış olanların da olduğu geniş kesimler arasında da yeni bir Anayasa talebi var.
Bugünden itibaren, çok daha geniş kesimlerin katılabileceği, sadece "ben bilirimci" dayatmaların olmadığı, farklı sesleri de duyabilen bir tartışma ortamından çok daha demokratik, adil ve özgürlükçü bir Anayasa'nın çıkmaması mümkün değil.
Bu yönde ilerlemek için çok yönlü, çok aktörlü, "öznelerarası" bir öznelik haliyle, yani dar kimlik politikalarına, cemaatçi yaklaşımlara kapanmadan yürümeyi temel kıstas olarak kabul etmek çok önemli bir başlangıç olabilir. Çünkü herkesin bu mücadeleye katabileceği kültürel, sosyal ve siyasal sermayesi vardır. (FK/BB)
* Ferhat Kentel, Doç. Dr., İstanbul Şehir Üniversitesi öğretim üyesi.