Demokratik Toplum Kongresi'nin (DTK) 14 Temmuz 2011'de ilan ettiği “Demokratik Özerklik” Türkiye kamuoyunun telaffuzuna dahi hazır olmadığı olgulardan birisi olarak karşımıza çıktı.
Gezi Parkı Direnişi sürecinde maskesi ayan olan ana akım medyanın ve iktidarın bu tahammülsüzlük konusundaki katkısı büyük.
Bizzat “Kürt tarafının” icadı olması sebebiyle izahını önceleyen reddin müsebbibi olan “demokratik özerklik” nedir, nasıl anlaşılmalıdır?
Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) İstanbul milletvekili Sırrı Süreyya Önder şöyle özetledi: “Demokratik özerklik dediğimiz şey halkın Gezi Parkı'nda yaptığıdır”.
Direnişçiler, devlet ve demokrasi üçgeninde vücuda gelen Gezi Parkı Direnişi’nin Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümetine karşı bir “isyan”a dönüşmesi ve temel motivasyonunun “demokrasi” olması, Önder'in değerlendirmesi üzerine düşünmeyi anlamlı kılıyor.
Bir başka deyişle, halkın hakkı olan şeyi “temsili demokrasi” ile değil “doğrudan” talep etmesi. Alkol yasağından AVM projelerine, “en az üç çocuk” ısrarından kısa bir süre önce gündeme oturan kürtaj yasağına pek çok konuda karar süreçlerinden dışlanmış ve ötelenmiş kitlelerin Gezi Parkı Direnişi’yle gösterdikleri şey bizatihi “karar mekanizmalarında yer alma arzusu”dur.
Türkiye sosyalistleri için bu bağlamda karşımıza çıkan başlıca sorun ise, AKP'ye ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a yönelik öfkeyi sahiplenen eylemcilerin içerisinde yer alan “ulusalcı” kesimlerin “devletli” (şüphesiz burada söz konusu olan “Türk Devleti geleneğidir”) söylemdeki ısrarıdır.
Direniş alanlarında sesini gür biçimde duyurma çabasındaki bu “devlet” fetişizmi, demokratik özerklik yapısının “devlet”i reddiyle çelişmektedir. Bu konuyu biraz daha açmakta fayda var belki de…
Demokratik özerklik, “devlet ve demokratik konfederalizm arasındaki ilişki biçimi ya da hukuku” olma niteliğindedir.
Bu bağlamda temel itiraz, “devletçi” yaklaşımın demokratik yerel alana dair kısıtlayıcı ve yüzeysel yaklaşımıdır. Dolayısıyla "demokrasi ancak devletsizlikle ifade bulur" öğretisi esas alınıp ve "bir şeyin demokratik olması demek, onun devletsiz olması demektir" iddiası benimsenir.
Bu sebeple, demokratik özerklik bağlamında önem ihtiva eden temel ilişki biçimi devlet ve demokrasi arasındaki yapısal ilişkiye dair olup sürekli mücadeleyi öngörmektedir. Öyle ki, sürekli demokrasi mücadelesinin devlet karşısında kazanacağı zafer kaçınılmazdır.
Gezi Parkı Direnişi ve “demokrasi”
Gezi Parkı Direnişi, yerel düzeyde başlayan ve gün be gün farklı merkezlerde kitleselleşen protestolar aracılığıyla “devletli demokrasi sorunu”nu gündeme taşıyarak demokratik özerkliğin temsil krizine dair fiili vaatlerini görünür kıldı.
Önder'in ifade ettiği gibi, bu direnişle beraber halk, “toplumun muhafazakârlaştırılmasına, alkol yasaklarına vb. tüm baskılara karşı çıkmıştır; özünde bir kadın hareketi durumunda olan direniş diğer taraftan da bir gençlik hareketidir ve direniş, kibre tahammülsüzlüğün son noktasıdır”.
Şimdi artık isyana dönüşen direnişin bu bağlamdaki analizi, onu demokratik özerkliğin temel unsur ve şiarlarıyla uyumlu kılıyor. Halkın doğanın tahribine karşı sergilediği tutum ve siyasallaşmış öznelerin yaşam alanları üzerindeki planlarda söz hakkı talebi de bu açıdan önemlidir. Demokratik özerkliğin uygulandığı bir sistemin tüm bunları kapsaması gerekiyor. Şöyle ki:
"Üretime dayalı, katılımcı bir ekonomik model üzerine şekillenen; sınıflar ve sosyal katmanlar arasındaki farkın giderek azaldığı; küresel gelişmenin yerel kültürleri, doğayı tahrip etmediği; farklı kültürel varlıkların ve sınırların belli tüm toplumsal kesimlerin örgütlenerek başta üretim, yönetim olmak üzere, tüm parametrelerde yaşama katıldıkları; sorunların demokratik yöntemlerle çözüldüğü, şiddetin tüm biçimlerinin ortadan kalktığı; küresel ve yerel değerlerin uyumlu bütünlüğüne ilerleyen ilişki sistematiğinin oluştuğu; tüm ilişki düzlem ve biçimlerinin demokratikleştiği; sanat ve felsefenin insan yaşamında daha fazla yer aldığı; bölgesel birliklere ve giderek dünya halklar konfederasyonuna ulaşmayı hedeflemek ve onun mücadelesini yürütecek demokratik hareketleri çoğaltmak gerektiğine inanan bir sistemdir." [1]
Eylem alanının ulusu, cinsiyeti?
Demokratik özerklik odaklı demokrasi mücadelesinin nihai amacı milliyetçilik, neoliberalizm, şiddet, cinsiyetçilik, inkâr gibi baskı ve sömürü mekanizmalarını bünyesinde barındıran devlet yapısının tamamen dışlanmasıdır.
Bu noktada, Gezi Parkı Direnişi’nde azımsanmaması gereken bir katılımı sergileyen “ulusalcı” kesimin beyanları dikkate alınmalıdır.
Türkiye'deki “devlet” geleneğinin mimarı olan [orta sınıf, beyaz yakalı] bu kesimin benimsediği sloganlar (“Mustafa Kemal’in Askerleriyiz!”) ve ellerindeki “bayraklar” üzerine yapılacak yüzeysel bir okuma, direnişin demokratik özerklikle paralellik sergileyen yönlerinden beslenmesi muhtemel ruhuna düşürdüğü gölgeyi fark edecektir.
Ulusalcı kesimlerin söz konusu beyanları ve üslupları, katı devletçi zihniyetin ya da ulus-devlet mantığının alanlara sızmasına neden olmaktadır; beraberinde bir yığın soruyla birlikte:
* Ulus-devletçi anlayışın alanlardaki siyasi tezahürleri, bu anlayışın karşısında duran ya da alternatif arayışındaki kesimleri alanlardan dışlayarak direnişin tüm toplumsal kesimleri kucaklamasını engellemez mi?
* Bu tarz bir devletçi zehirlenmenin bagajı olan cinsiyetçilik, atılan sloganlar ve duvar yazılamalarıyla görünürlük kazanırken, sosyalist feministler ve LGBT bireyleriyle mücadele zeminini aşındırmıyor mu?
* Ve son olarak AKP iktidarının baskı ve zulüm siyasetinden mustarip kitlelere reva görülen, alanlarda başka bir kitlenin tahakkümü müdür?
Deneyimin ve umut
Katılımcılar temelinde Türkiye siyasi tarihinin belki de en heterojen kitlesiyle karşı karşıya olduğumuz bu yeni direniş, aynı kederi ya da kaderi paylaşan grupların müttefikliği temelinde şekilleniyor.
Tarihsel özgüllüğü ise zamanlama başarısıdır. Bu zamansal çakışmanın başarılı olmasının tek yolu, mevcut direnişin bir “halk hareketi” olarak alanlarda konumlanmasıdır.
Bu tarihi misyonun taşıyıcıları ise alandaki Türkiye sosyalistleri, feministler ve anarşistlerdir.
Direniş deneyiminin, ulus-devlet paradigmasının etkisindeki ulusalcıları kısa süre içerisinde dönüştüreceği inancı şüphesiz gerçek dışıdır, ancak ortak taleplerin kitlelerin lehinde şekillendirilmesi bu tarz bir dönüşümü mümkün kılabilir.
Örnek vermek gerekirse, ana akım medyanın maskesinin düşüşü, kemikleşmiş yargıları kıracak güçlü bir ortaklıktır. Bu gibi ortak deneyimlerin eseri olması muhtemel farkındalık, “demokratik özerklik” türünde bir sistemin kuruluşuna öncülük edebilir. (BA/HK)
* Yazıda emeği geçen dostum Bahar Şimşek'e teşekkürler - Fotoğraf: Ötekilerin Postası
[1] Güler, N. Mehmet. (2010). KCK Dosyası: Küresel Devlet Devletsiz Kürtler. İstanbul: Belge Yayınları. s. 169