* 10 Nisan 1938 tarihli oy pusulası. ("13 Mart 1938'de yürürlüğe giren, Avusturya'nın Alman İmparatorluğu ile yeniden birleşmesine katılıyor ve liderimiz Adolf Hitler'e ve onun partisine oy veriyor musunuz? EVET - hayır")
Mal sahibi, mülk sahibi
Hani bunun ilk sahibi
Mal da yalan, mülk de yalan
Gel biraz da sen oyalan.
- Yunus Emre
Gülhane'den Gezi'ye Yıldız'dan Beştepe'ye adını verdiğimiz yazılama dizimizin on dokuzucunsundayız. Demokrasiye bir ilgi adını verdiğimiz bu yazılamada, dizinin adına sadık kalarak, ilk bölüme coğrafyamızdaki demokrasi kroniğine kısa bir değini ile başlayacağız. Bir diğer deyişle, retorikteki demokrasiler ile izdüşümlerini serimlemeye çalışacağız.
Ardından bir kavram olarak demokrasinin kökensel anlamını, yeşerdiği bağlamı billurlaştırmaya çalışacağız. Diğer yandan izonomiyi, kavramsal anlamı ve deneyimiyle birlikte ele alacağız.
Üçüncü bölümde ise günümüzde "demokrasi" dediğimizde kimi güncel anlayışlara atıfta bulunacağız. Böylece Cumhuriyetin ikinci yüzyılına ramak kala kuramsal, kavramsal kimi perspektiflerle tartışmalara katkıda bulunmaya çalışacağız.
Demokrasilerimiz ve izdüşümleri
Bu yazılama dizisinin kendine aldığı limit 1839'da Mustafa Reşid Paşa tarafından Gülhane'de okunan ve Tanzimat devrini başlattığı için Tanzimat Fermanı da denilen Gülhane Hatt-ı Hümayunu, yani Sultan Abdülmecid'in yayımladığı mülkî ıslahat programı ile başlar.
2022'yi bitirip Cumhuriyet'in 100. yılını müşahede etmeye hazırlandığımız günlerde, 1839'da ilan edilenlerin ne ölçüde hayata geçirildiği gittikçe daha da tartışmalı hale gelmekte. "Hafıza-ı beşer nisyan ile maluldür" sözü nedeniyle ilgili maddeleri analım:
● Tüm vatandaşların can, mal ve namus güvenliği sağlanacak.
● Yargılamada açıklık sağlanacak. Hiç kimse yargılanmadan idam edilemeyecek.
● Vergide adalet olacak.
● Rüşvet ortadan kaldırılacak.
● Herkes mal ve mülke sahip olabilecek, bunlar miras olarak bırakılabilecek.
Vakti zamanında hayatını dilenerek geçiren evsiz, barksız, yersiz yurtsuz biri, bir diyardan diğerine giderken mezarlığa rastlar; mezar taşlarında doğum ve ölüm tarihleri arasında 3-5 yıl olması dikkatini çeker. Mezar taşlarının birbirini tekrar ettiğini gören yabancı şaşırır. Çünkü neredeyse 5 yaşına gelen kimseye rastlamaz bu taşlarda. Yol, onu bir köy meydanına çıkarır. Meydanda bir çınar. Çınarın altında bir kahve. Kahvede aksakallı yaşlılar.
"Selamün Aleyküm" der. "Aleyküm Selam" derler. "Erenler, bu girişteki mezarlık bu köye mi ait?" diye sorar. "Bizimdir" derler. "Nasıl olur?" der. "Neden?" diye sorarlar. "Neredeyse 5 yaşına ulaşmış kimse göremedim mevtalar arasında. Ama görüyorum ki uzun ömürlü insanların yaşadığı bir köy burası. Nasıl olur?" Erenlerden biri sözü alır: "Efendim, bizim burada bir kural vardır; insanların mezar taşlarına doğum ve ölüm tarihleri değil, doğum tarihinden itibaren bu dünyada kaç gün gün gördüler ise onlar toplanır, yazılır" der;. Bizim yersiz gezgin, bunun üzerine: "Eğer burada ölürsem, mezar taşıma 'Doğduğu gün öldü' yazın" der.
Bu kıssadan yola çıkarak, Gülhane'den bu yana retoriğin ötesine geçebilen bir demokrasi deneyimi yaşadığımız günleri toplasak geride bıraktığımız 183 yılın ne kadarında uygar bir demokraside nefes aldık?
II. Abdülhamit'in Anayasanın kendine verdiği yetkiyi kullanarak meclisi kapatması ve istibdat döneminin başlaması; İttihat ve Terakki'nin siyasi cinayetler ile yıktığı rejimi (!) tez elden yeniden üretmesi; Kurtuluş Savaşı'nı yürüten kadronun göreli istikrarı sağlamasının ardından yaptığı 'temizlik' ile yoluna devam etmesi; tek parti rejimi; DP'nin "Yeter! Söz Milletin!" diyerek tek partiye dönüşmesi... Ve 1960'la başlayan darbeler dönemi: Büyük geldiği iddia edilip kırpılan özgürlükler.
Derken, dünya konjonktürünün de etkisiyle 1960'larda başlayan özgürlükçülüğün 1971'de inkıtaya uğratılıp 1980'deki cuntayla tamamen silinmesi. 1983 seçimleriyle 'sivil demokrasi'ye geçiş: darbe döneminin 'sivil demokrasi' altında pratiğe dökülüp "de juro" haline getirilmesi; Türkiye'nin kapitalizmi 'aşarak' neoliberal ekonomi-politiğe geçilivermesi... ANAP'ın Özallı yılları: "Anayasayı bir kez demekle bir şey olmaz" yaklaşımının AKP'li Cumhurbaşkanı eliyle Anayasayı rafa kaldırılan, AİHM'nin kararlarını uygulamayan, kelimenin birinci ve tam anlamıyla hukuksuz, keyfi bir rejime dönüşmesi...
Mesela, İttihat ve Terakki Fırkası bir tür tek parti devleti gibi hareket ederek diktatörlük kurar: Militer demokrasi de denebilecek bu yapı/sızlık, yumurtayı balyozla kırmaya kalkışmaktır. Ve etkileri hala devam eden sorunlar yumağı nihayetinde, hâlâ harlanarak yanan bir ateşin içindeyiz. Cehennemi yurt edindik ya da yurdumuzu cehenneme dönüştürdük. Alıştık(!) mı?
Mesela, 27 Mayıs Darbesi'ne giden yolun taşlarını da döşeyen Demokrat Parti tarafından, muhalefeti ve basını topyekun susturmak amacıyla 18 Nisan'da kurulan tahkikat komisyonu, 28 Nisan'da Resmi Gazete'de yayımlanır.
Şimdi gelin bu demokrasisizliğimizin ruhunun hayat bulduğu ilgili "kanun"a yakından bakalım: Rejim, iktidar sahiplerince diledikleri an aslına rücu ettirilebilmektedir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Tahkikat Encümenlerinin vazife ve salâhiyetleri hakkında Kanun
Madde 1 — Türkiye Büyük Millet Meclisi Tahkikat Encümenleri ve naip olarak vazifelendirecekleri Tâli Encümenler; Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu, Askeri Muhakeme Usulü Kanunu, Basın Kanunu ile diğer kanunlarda Cumhuriyet müddeiumumisine, sorgu hâkimine, sulh hâkimine ve askerî adlî âmirlere tanınmış olan bilcümle hak ve salâhiyetleri haizdir.
Madde 2 — Türkiye Büyük Millet Meclisi Tahkikat Encümenleri :
a) Tahkikatın selâmetle cereyanını temin maksadıyle her türlü neşriyatın yasak edilmesine,
b) Neşir yasağına riayet edilmemesi halinde mevkute veya gayrimevkutenin tabı veya tevzunın men'ine,
c) Mevkute veya gayrimevkutenln toplatılmasına, mevkutenin neşriyatının tatiline veya matbaanın kapatılmasına,
ç) Tahkikat için lüzumlu görülen veya sübut vasıtalarından olan her türlü evrak, vesika veya eşyanın zaptına,
d) Siyasi mahiyet arzeden toplantı, hareket, gösteri ve emsali faaliyetler hakkında tedbir ve karar almaya,
e) Tahkikatın selâmetle intacı İçin lüzumlu göreceği bilcümle tedbir ve kararları ittihaz etmeye ve Hükümetin bütün vasıtalarından istifade eylemeye, dahi salahiyetlidir.
Ceza hükümleri
Madde 3 — Türkiye Büyük Millet Meclisi Tahkikat Encümenlerince İttihaz olunan tedbir ve kararlara her ne suretle olursa olsun muhalefet edenler bir seneden üç seneye kadar ağır hapis cezası ile cezalandırılırlar.
Madde 4 — Türkiye Büyük Millet Meclisi Tahkikat Encümenlerince ittihaz olunan tedbir ve kararların icra ve infazında ihmal veya suiistimali görülen vazifeliler, ihmal halinde altı aydan iki seneye, suiistimal halinde bir seneden üç seneye kadar hapis cezası İle cezalandırılırlar.
Madde 5 — Türkiye Büyük Millet Meclisi Tahkikat Encümenlerinin yaptığı tahkikat gizlidir. Bu gizliliğe riayet etmiyenler veya malûmatlarına müracaat suretiyle yahut sair suretlerle muttali oldukları tahkikatla ilgili hususları veya hâdiseleri ifşa edenler altı aydan bir seneye kadar hapis cezası ile cezalandırılırlar.
Madde 6 — Türk Ceza Kanununda yazılı yalan şahitliği ve yalan yere yemin faslındaki suçları işliyenler hakkında mahsus maddelerinde zikredilen cezalar iki kat olarak hükmolunur.
Kimi çevrelerce hala "Demokrasi Şehidi" olarak görülen, seleflerince mirası sahiplenilen, trajik biçimde kendisinin de beslediği rejim tarafından idamla cezalandırılan Menderes'in akıbeti hala bir hayalet olarak dolaşmakta.
Militarist iklim, tahakkümcü tasarruf, toplumsal alanı sis bulutu içinde bırakarak bilediği kılıcını sakınmadan, sorumluluğu talepleri çözmek olmasına rağmen, cellat olur; kimi zaman hakkın, kimi zaman hafızanın, kimi zaman daha trajik biçimde katliamların celladı. Bunu soslamak, cellatlığını sis bulutu içinde görünmezleştirmek amacıyla 1909'da İstanbul'un fethini kutlar, 1909'da Kilikya İğtişaşı ya da Adana Katliamına yol verir ve 1915'te Ermeni Tehciri'ni resmi politika olarak hayata geçirir. İktidarın sözleşmesi caridir. Çünkü II. Abdülhamit'ten başlayıp İttihatçılara, oradan "Kemalistlere", Kemalistlerden Menderesçilere, Menderesçilerden Atatürkçülere, Atatürkçülerden Erdoğancılara: 1878'de ilk Ermeni Katliamı denebilecek Erzurum katliamından Roboski'ye, 10 Ekim'e, Suruç'a... tarihsel bir süreklilik söz konusudur. Bu, aslına rücu değilse nedir?
Mesela... Denizde kum... Cehenneme dönüştürdüğümüz yurdumuzda demokrasisizlik örnekleri. Yurdundan kaçıp kurtulmak ana gündemlerden. Örnek: AB İltica Ajansı, 2022 Ağustos verilerinde, Türkiye'den iltica başvuruları, Afganistan ve Suriye'ninkilerin ardından üçüncü sırada.
Demokrasi: Kökensel anlamı, bağlamı, mutasyonu
"Adalet, mülkün temelidir" diye yazar meclisimizde. Peki o "mülk" nedir, kimindir? Daha da önemlisi adalet dediğimiz değer, üzerinde yaşadığımız yerde nasıl, kimler eliyle, hangi hukukla sağlanır? Adaletin tesis edildiği yer, üzerinde yaşayanlarca yurt edinilir. Yerin yurda dönüş(türül)mesinin anahtarıdır "adalet" adını verdiğimiz değer. Adalet, hangi rejimle ya da nasıl bir rejimle tesis edilebilir?
Bu soru, "Hiç şüphesiz "second best" (ikinci en iyi) de denen demokrasidedir" diye yanıtlanır. Demokrasi bir tür paradigma. Paradigma içinde kalmak, onun sınırlılıklarıyla hayatı görmek anlamına gelir. Peki, Hayatı görmemizin, adalet adını verdiğimiz değerin gerçekleştirilmesinde ya da sağlanmasındaki işlevi nedir?
Demos, bir tür kabiledir. Kabilelerin yönetimi ele geçirmesini, kratos dediğimiz erke sahip olmasını; yasal şiddet de denen mekanizmayı işletmesini sorunsallaştırmadan içinde debelendiğimiz siyasal-toplumsal alanı anlamak güç. Kadrajı genişletip demokrasi dışından bakmak bize ne söyler? Ve kadrajı oluşturan mekanizmayı ifşalayan yeni kadrajları sınamak?
Demos, her ne kadar halk olarak sözlüklerde anlamını bulsa da kelimenin Grekçe orijini, Atina'da soya bağlı nüfus sistemini, yere ya da coğrafyaya bağlı nüfus sistemini imler. Atina, phlye adı verilen üç ayrı demostan oluşur. Günümüz terimleriyle ifade edersek nüfusa kayıtlı yer anlamına gelir. Hâlâ oylarımızı buna göre kullanırız.
Demokrasinin Atina'dan doğup dünyaya sirayet ettiği anlatılagelir. Bu anlatı öylesine ana akımlaşır ki zihinlere çöreklenir; bunun dışında adaleti sağlayacak mekanizmanın varlığı dahi akla gelmez. O nedenle demokrasi, bir tür oksimoron olan ikinci en iyi (second best) diye pazarlanır. Oysa olguyu anlamlandırmada, sorunları çözmede sonsuz seçenekten yalnızca biridir. Demokrasinin toplumsal-siyasal alana çöreklenmesinden, İyonya'nın ürettiği deneyimlerden biri olan izonomi de nasiplenir.
İzonomi, Grekçe eşitlik, eşdeğer anlamına gelen isos ile yasa anlamına gelen nomosun birleşiminden elde edilir. Eşdeğerlerin yasası anlamına gelen izonomi, gündelik yaşamı organize eden kurucu ilke ya da değer olarak düşünülebilir.
Demokraside yönetim, yani yöneten ile yönetilenler söz konusuyken, izonomide ise bu ilişki söz konusu değildir. Bu durumun felsefenin kökeni olduğunu da savlar Kojin Karatani. Bir ide olmanın yanında, göreli süreliğine -MÖ 568-541 yılları arasında- bir deneyimden de söz eder. [1] Modern dönemin en büyük dikotomisi olarak bilinçlere çöreklenen özgürlük ve eşitlik idelerinin birbirine mani olmadığını, bilakis eşzamanlı gerçekleştirilebildiğinin de kanıtıdır bu deneyim.
Aristoteles, İnsanın zoon politikon olduğunu savlar. Doğrudur bir bakıma. Daha temelde o, yani insan, poliste yaşar ama gerçekte polis yoktur; polis, birtakım elemanların bir araya gelmesinden oluşan bir komplekstir. İnsan, topluluk içinde yaşayan bir hayvandır; bu özellik, insanın tözü değildir çünkü başka türlerle bu özelliğini paylaşır. İnsanın sosyal, bu nedenle de polislerde yani kentlerde yaşamasından hareketle politik bir varlık olduğunu iddia etmek sorunludur. Bu, insana dair bir ilinek olabilir; onun kuşatıcı, zamana direnebilecek bir özelliği olamaz. Topluluklar halinde yaşayan insan da politiktir çünkü politik olan toplumsal olanın türevidir.
Siyaset, Demoslar arası rekabetin ya da polemosun (savaşın) arenası olarak da görülegelmiştir; bunun yapıldığı zemin de demokrasidir. Her phlyenin amacı arenada kendi düşüncesini tanıtarak hayata geçirmektir. Endüstri çağıyla birlikte bunların her biri sınıf olarak adlandırılır. Nüfusa kayıtlı olunan mahalle, yan anlamıyla eşitlik ilişkisi kurduğumuz ya da irademiz dışında öyle tanımlandığımız kimlik üzerinden sayılageliriz.
Günümüzde her phlye doğası gereği geçirgenleşir. Sınırları belli olmayan phlyelerdeyiz: Hem nicel hem de nitel anlamda farklılaşan mahallelerdeyiz. Tüccarlar şirkete, şirketler holdinglere, holdingler bir tür sahipsiz sermaye dediğimiz küresel aktörlere dönüştüğünden bu yana, Ortaçağdaki Felsefe dinin hizmetçisidir sözü [2] yerini Felsefe, sermayenin hizmetçisidir anlayışına bırakır.
Günümüz phlyelerinin bir araya getirdiği polisler ağının oluşturduğu küresel toposun teknofeodali da denebilecek Elon Musk, 44 milyar ABD Doları'na Twitter'ı satın aldı. Twitter'ın kurucularından Jack Dorsey, Twitter'ı Elon Musk'a sattı. Musk şirketi borsanın dışında tutacağını, yani harici denetimin olmayacağı salt özel bir şirket gibi hareket edeceğini ilan etti. Nasıl? Bu da devlet sevicilerin, hukuk fetişistlerinin, mülkiyet bazında radikal liberallerin, res publica'yı (halka ait, kamusal olan, halk şeysi) çağ-dışı bulanların en nötr ifadeyle üzerine düşüneceği bir olgu olsun. Res publicayı Machiavelli, imparatorluğun zıddı; Montesquieu despotik yönetimin zıddı, günümüzdeki içeriğiyle cumhuriyet anlamında kullanır. Tam da bu olgu politik alana çöreklenmişken res puplica ne anlama gelir?
Demokrasinin geleceği için endişeli pek çok kişi. Dorsey'ın ifade özgürlüğünü etik düzlemde ele almasına karşın Musk'ın aynı probleme pür bir iş insanı olarak yaklaşması, ifade özgürlüğü açısından tedirgin edici bulunuyor. Bulanlara sormazlar mı "Özel girişim olan, derdi kâr maksimizasyonu olan şirketler ne zamandır res puplica?" diye.
Burada günümüze dair muazzam bir çelişki manzumesi var; lakin çağın ruhuyla uygun bir çelişki. Çünkü herhangi bir şirketin müşterilerine dair elinde var olan bilgi ile devletin yurttaşına dair sahip olduğu bilgi arasında uzun zamandır simetri yok. Şirketler, özel bilgilerimize de sahip. Doğum günlerimizi, sevgililer günümüzü, varsa evlilik yıldönümlerimizi kutluyor. Neleri araştırdığımızı, nelerden hoşlandığımızı algoritmalarla anlayıp yaşamımızı kolaylaştıran çözümler üretiyorlar(!)
Çağı, olgularını, sorunlarını paranteze alıp düşünmek en hafif deyimle gerçeklikten kopuk biçimde yaşamaktır. Hepimiz çağımızın özneleriyiz. Oysa şimdide yaşa(ya)mıyoruz. Çağımızın insanı değiliz... Kavramlar akışkan, onlarla senkron olamıyoruz. Modern demokrasiler, kurumlar, pozitif hukuk normları, uluslararası sözleşmeler vb. on dokuzuncu yüzyıl fikirlerinin endüstri çağıyla, yarattığı habitat ile etkileşerek kurumsallaşır. Bunlarsa 1980'lerden bu yana işlemiyor. Dahası, gittikçe kapitalizmden dahi uzaklaşmaktayız. Bu, yepyeni bir rejim. Neoliberalizm ile ifade edilegelen bu rejimin henüz kavramının olmadığı iddia edilebilir ya da en yalın ifadeyle negatif tanımı yapılabilir yani ne olmadığı söylenebilir.
Paradigma değişti. 1962'de Thomas Kuhn, Bilimsel Devrimlerin Yapısı adlı çalışmasında bilimin doğrusal değil devrimlerle hareket ettiğini gösterir. Paradigma, kuramlar kuramı olarak da adlandırılabilir. Öncesi olmakla birlikte, önce 17. yüzyılda Birleşik Krallık, ardından Fransız Devrimi dolayımıyla Fransa'da, ardından ilan edilen meşrutiyetlerle monarkların günümüz demokrasilerindeki cumhurbaşkanlarına, devlet başkanlarına dönüşme sürecinde oluşan modern demokrasi paradigması içinde nefes aldığımız iddia edilmekte. Özetle, 18. yüzyıldan bu yana günümüzdeki formuyla işleyen bir demokrasi paradigması söz konusu cari. Çözümler de bu paradigma içinde aranıyor. Oysa işlemiyor. [3]
Güncel, çağcıl demokrasi kavrayışları ya da önerileri
Akışkan demokrasi [4]
Doğrudan ve temsili demokrasiyi nitelikleri bakımından sentezleyen sıvı (likit) ya da akışkan demokrasi, kolektif karar alma için çağcıl bir öneri ya da çözümdür. Akışkan demokrasinin aksiyomu ya da daha hafif bir deyimle hipotezi, herhangi bir oylama söz konusu olduğunda kişinin oy verme hakkını, konuyla ilgili kendinden daha nitelikli, bilgili, deneyimli, uygun birine devretmesinin iyi ya da işler sonuçlar yaratacak kararlar alınmasını sağlayacağı yönündedir.
Temel hakların sıkça plebisite çağrı yapan bir yerden oylama konusu edildiğine rastlıyoruz. Kimi zaman ülkemizde de gündeme geliyor. Mesela Brexit sürecini düşünelim: "kararsız" denilen milyonlarca seçmene fake news de denilen milyarlarca ileti gönderildi. Hatta referanduma hile karıştığını ileri sürenler, 5 milyonun üzerinde imza topladılar. Sonuçların iptali talep edilse de nihayet bulmadı. Birleşik Krallık'ın AB'den çıkış süreci resmi olarak işliyor. İngiltere için görece hassas pek çok teknik ayrıntının olduğu bir konuda, oyları devretmek görece ucuz, kolay, sorunsuz bir çözüm üretebilir(di).
Bu, elbette kitlelerin bilgeliği ile görece çelişen bir nokta. Maslow, "Anahtar takımında çekiç olan kişi her şeyi çivi görmek eğilimindedir" der; oysa başka aletlerimiz de var.
Radikal demokrasi [5]
Radikal demokrasi, Ernesto Laclau ile Chantal Mouffe'nin birlikte yazıp 1985'te yayımladıkları Hegemonya ve Sosyalist Strateji: Radikal Demokratik Politikalara Doğru adındaki kitaplarında ileri sürülen bir ide, yöntem, anlayış olarak değerlendirilebilir. Varlık nedeni ya da varoluşu, toplumu dönüştürmek, idelerini, ülkülerini hayata geçirmek iddiasındaki toplumsal, politik hareketler için müesses nizam ya da establisment da denen mevcut politik anlayışla mücadele etmekte strateji olarak kullanılabileceği ileri sürülebilir. Bununla neoliberal ve neomuhafazakar demokrasiyi aşacak alternatif bir yaklaşım sunmak iddiasındadır. Aksiyomları, "eşitlik" ve "özgürlük" kavramlarını içeren liberal anlayışla demokrasiyi, tanımını genişleterek yeniden yorumlar.
Radikal demokrasi için demokrasiye köktenci bir yaklaşım ya da demokrasinin dibi, kökü de denebilir. Liberal ya da Batı demokrasisinin -retoriği bir yana- farklı düşünceleri, anlayışları, dünyaya dair kavrayışları bastırdığını ileri sürer. Hayat, doğası gereği sonsuz zenginlikte anlayışlar üretir. Hayatın kendisi, liberal demokrasinin farklı anlayışları kendi potasında eritmesine direnir. Mekanizma ifşa edilerek anlayış sorunsallaştırılır. Demokrasi anlayışları, farklılıkları merkeze alarak siyasal, toplumsal hareketlerin muhalefeti örerek cari demokrasinin güç ilişkilerini sorunsallaştırıp politik alanda kendilerine yer açabileceklerini savlar.
XX. yüzyılın sonunda Batı demokrasisi ya da liberal demokrasi, girdiği soğuk savaşı kazanınca, Berlin Duvarı'nın 1989'da yıkılmasıyla Fukuyama, tarihin sonunu ilan etti. Oysa bu zafer 1989'dan bu yana derinleşen yoksulluk krizinin, edinilegelmiş hakların, bu hakların güvencesi olan kurumların aşınmasının, devletlerin (de facto devlet beslemeli sermayelerin) hayatın her alanına çöreklenmesinin iki yüz yılı aşkın zamandır verilen mücadelenin edinimlerini teker teker elimizden alıp milyarlarca insanı prekaryalaştırmakta, yoksulluğu derinleştirmekte. İtalya gibi görece varsıl ülkelerde dahi Neo Faşizm yükselip iktidara gelebiliyor.
Derin demokrasi
Çatışma kaçınılmaz. Muradımız barış. Barışı tesis edemezsek ne ilişkimiz ne de biz kalırız. Bir aradalığımız, gruplar, topluluklar halinde yaşadığımız bir olgu. Sorumluluğumuz bunu duymak, gözetmek, kaçınılmaz olan sorunları bertaraf edecek yaklaşımları geliştirmek. Arnold Mindell'ın çalışmalarına dayanan Derin Demokrasi, kişinin kendini ifade ederek güçleneceğini, içinde bulunduğu grubun ya da topluluğun öznelerini dinlediği ölçüde etkileşeceğini ileri sürer.
Derin Demokrasi, en yalın ifadeyle ana akım ya da tahakküm kuran yerleşik, yaygın anlayışların gölgesinde varlık bulamayan, kendini gösteremeyen bakışların, kavrayışların güvenli biçimde kendine yer açmasına olanak sağlayan bir yöntemdir. Bu yöntem, Güney Afrika'da demokrasinin tesis edilme sürecinde bir kolaylaştırma yöntemi olarak geliştirilir. Bununla mevcut ve/veya olası çatışmalar, sanılanın ya da beklenenin aksine çözüme ulaşmayı kolaylaştırdığı gibi ulaşılan çözümlerin daha da güçlü olmasını sağlar. Karra alma süreçlerine bütün öznelerin güven içinde katılımına imkân sağlayarak "oyun"un dışındaki kimseyi bırakmaz. Böylece alınan kararlarda bütün öznelerin rızası, onayı, katkısı vb. vardır. Bu da çözümün ya da kararın sahiplenilmesini sağlar.
Her kavrayış önemlidir. Alınan kararlara düşülen her şerh de. Çünkü kitlenin anlamamış ya da görmemiş olması onun olmadığı anlamına gelmez. Farklı kavrayışlara yer açabildiğimiz ölçüde murad edilen sürdürülebilr, sahiplenilen, içselleştirilen, içselleştirildiği ölçüde de takibi yapılabilen çözümlere ulaşabiliriz.
İnsan, yine başka pek çok konu söz konusu olduğunda düşünmeden edemiyor: Gerek Gezi Parkı gerek Barış Sürecinde çatışmalara Derin Demokrasi yöntemiyle yaklaşılabilirdi. Eteklerdeki taşlar dökülür, şerhler bertaraf edilerek katılımcılık retoriğin ötesine geçilerek hayata geçirilir. Çatışmasızlık, pozitif barış tesis edilebilir.
Derin demokrasi, çoğunlukçuluğunu, tahakkümü sorunsallaştıran, bireysel kavrayışlara yer veren, süreci önceleyen bir yaklaşım. Günümüzün çok bileşenli çetrefilli sorunlarını çözmek anlamında yeni araçlar sunuyor.
Sonuç niyetine
İnsan, yaşadığı çağda nefes alan ama mazide yaşayan bir varlık. Bu, belki de anlam varlığı olan türümüzün en büyük trajedilerinden biri. Aradaki makası mümkün olduğunca daraltmak çağcıl bir hayat sürmenin koşulu olabilir. Çağcıllık ise günümüzün sorunlarını günümüzün kuramlarıyla ele alarak çözmek iradesi geliştirmektir. Maziyi, gün(ümüz)e bakarak duyduğumuz ölçüde şimdide yaşar, bir diğer deyişle çağcıl oluruz.
Modernizme ya da endüstri devrimine tercüme edilen günümüz demokrasisi çalışmıyor. Demokrasinin karar alma süreçlerini güncelleyerek, katılımcı süreç tasarımını işleterek, içerimci demokrasi anlayışı geliştirilerek Galtung'un pozitif barış adını verdiği durum yaratılabilir. Hem şimdiden hem de maziden öğreneceklerimiz var. Nasıl şimdinin yaklaşımları olan radikal, derin, akışkan demokrasi anlayışlarını duyuyor isek izonomiyi de duyar, izonominin eşitlik ile özgürlüğü birleştiren kavrayışının yöneten-yönetilen yarılmasını ortadan kaldırarak polemostan çözüm bağlamında istifade edebiliriz.
Bu tartışmanın sorunları, kavramları, güncel arayışları, Cumhuriyet'in 2. yüzyılında, modern demokrasi talep etmemenizin 183. yılında bize ne(ler) söylüyor? Neredeyse 200 yıldır içinde debelendiğimiz örüntüleri ifşa etmek, tarihin tekerrürden ibaret olduğu savını gerçekliyor bir bakıma. Örüntüleri yakalamak, içinde debelenilen, bir türlü patika açıp cangılın içinden çıkmayı başaramayan siyasal-toplumsal alanlar için işlevsel kapıları aralayabilir mi? Oysa tarih bilincimiz dolayımıyla da biliyoruz ki: Başka türlü de olabilir. Çünkü sonsuzluk her yerde. İş, onu görebilecek zihinlerin ortaklaşarak bir bakış üretebilmeleri, üretmekle kalmayıp hayata geçirebilmeleri, göreli ısrarın ardından kuramlar kuramı da denen paradigmaya. (MVB/SD)
[1] Kojin Karatani, İzonomi, Çev. Ahmet Nüvit Bingöl, Metis, İstanbul, 2018.
[2] Burada sözü edilen "felsefe" dönem itibariyle insanın kendini ve/veya dünyayı bilme, anlama, yorumlama gücü anlamında kullanılmaktadır. Günümüz ile analoji yapılarak bilimlerin, felsefenin, sanatların, hukukun vb. sermayenin güdümünde olması imlenmektedir.
[3] Tarihyazımı, hiç şüphesiz bu yazılamanın ne işi, ne de sınırları içinde. Meramımızı ifade edebilmek için limit almak amacıyla böylesi bir referansa ihtiyaç duyduk.
[4] Likid demokrasiyi, "delege demokrasisi" ile değil dinamizmini imlemek ve "delege" kavramının temsili demokrasilerdeki anlamı, yananlamı nedeniyle türkçenin kavramsal dilinde kendine özgül bir yer açması amacıyla "akışkan demokrasi" diye kullanmayı tercih ediyoruz.
[5] Ernesto Laclau, Chantal Mouffe, Hegemonya ve Sosyalist Strateji, Radikal Demokratik Bir Politikaya Doğru, Çev. Ahmet Kardam, İletişim