Dördünü sürdüler adaya
Dördünü sürdüler karaya
Menfaat girdimi araya
Ne güzel barşiylar, ha babam de babam
Tarihte, der Engels, "çözülemeyen bir çelişki güçlenerek ortaya çıkar."
Duble cuma
Önemli olaylar tarihleri ile hatırlanır. Ancak bazıları önemine göre ve genelde olumsuz sıfatlarla tarih yerine gün ile kullanılır. "Kanlı pazar", "Kara pazartesi" vb. Bu bağlamda 14 Mart (AKP’ye kapatılma davası açılması) ve 21 Mart (İlhan Selçuk’un gözaltına alınması) duble cuma olarak anabiliriz.
Türkiye’deki siyasal ve sınıfsal olarak çözülemeyen çelişkilerin sonucu hiç kimsenin beklemediği bir biçimde iki Cuma günü güçlü biçimde ortaya çıktı.
Ancak bu çatışmanın burjuvaziye ait olması, çatışmayı ortaya çıkaran çelişkileri küçümsemek anlamına gelmiyor. Tam tersine yeniden özel bir ilgili ile bakılması gerekiyor.
Diktatörlük = Demokrasi
Marksizm’in toplumsal bir ahlak yaratmak için kurallar bütünü yok. Ancak Marksizm siyaset tarihine kattığı en ahlaklı tanımlama demokrasinin, aslında bir sınıfın diğer bir sınıfa karşı kullandığı diktatörlük olarak tanımlaması. Bu nedenle ki Marksizm tarihte ilk defa kendi kurmayı planladığı siyasal sistemin açıkça bir diktatörlük olacağını ilan etti.
Bu tanımlama sayesinde burjuvazi tarihsel ikiyüzlülüğünü ortaya çıkararak demokratlığın kendilerine diktatörlüğün de komünistlere ait olduğunu iddia ettiler. Bu nedenle ki, nedense her burjuva siyaset temsilcisi, yılmaz demokrasi savunucusu.
Burjuvazi bu tanımlamada komünistlerin diktatörlük vurgusunu yaparken bu tanımlama için gerekli ikinci soruyu da yanlış cevaplar. Kimin kime demokrasisi/diktatörlüğü?
Burjuvazi bu soruyu "insanlık" olarak cevaplayarak kendice kendini aklar. Ancak tarih kişilerin, sınıfların kendi kendilerini tanımlamaları ile değil tam tersine tarihsel ilişkiler içinde ortaya çıkar.
Bağımlı erkler
Türkiye’de duble cuma’da ortaya çıkan durum, demokrasi /diktatörlük tartışmasını en azından doğru zeminde tartışılmasına yol açtı.
AKP’nin kapatılma davası açıldığında bir kesim yargının AKP’den öç aldığını iddia ederken, bir kesim yargının bağımsız olduğunu ve işini yaptığını söyledi. İkinci cuma ise, roller tamamen değişti. İlhan Selçuk’un gözaltına alınmasını öç kampanyası olarak tanımlayanlar, karşı taraf ise yargının bağımsız olup kendi işini yaptığı söyledi. Yani bir hafta trajedi yaşanlar, diğer hafta komediyi yaşadılar ya da tersi.
Eğer bu yazıyı bu taraflardan birisi okuyorsa şu soruya açıkça cevap vermeleri gerekir: Sizce Türkiye’de yargı, yasama ve yürütme her koşulda bağımsız mı? Eğer cevap hayır ise aşağıdaki birkaç satırı atlayabilirler.
Eğer cevabı evet ise, o zaman şu soruyu cevaplamaları gerekir? Her koşulu kaldırıp, sadece duble Cuma olaylarını düşünürseniz, bu üç erk bağımsız mıdır? Eğer cevap evet olursa, o kişiden bir daha politika ile ilgilenmemesinin hem kendisi hem de insanlık için daha hayırlı olacağını söyleyebiliriz.
Tarihin şimdiki zaman aktörleri
"20 yaşında geçler el yazısındaki 'Ç' ve 'Ş' harfleriyle suçlanıp, 'ç' ve 'ş'nin çengelinin çizimiyle komünizm propagandası yapmaktan hapis yatacaktı. Ama 'müritlerinin doldurduğu kamyona yeşil bayrak çekip' Urfa'da tur atan Menzil şeyhi 'Çanakkale’de ikamet' cezasına çarptırtacaktı." (Erbil Tuşalp, Kuklaturka, sf. 84)
Engels’in tarihte güçlenerek ortaya çıkan ertelenen çelişkilerini düşündüğümüzde, günümüz Türkiye’sinin tarihsel ideolojik aktörlerinin, Kemalizm ve siyasal İslam olduğunu söylemek yeni bir tespit olmaz.
Yukarıda erkler ile ilgili soruda, aslında bu iki kliğe ait her iki tarafın erklerinin bağımsız olduğunu iddia edecekleri bir taraf var: Komünistler, sosyalistler, tutarlı sosyal demokratlar.
Bu iki kliğin kendi kapışmalarında, bir zamanlar boğmak için uğraştıkları toplumsal siyasal kesimin söylemlerine sahip olması bu klikler için ikiyüzlülüğün doruğu, demokrat-muhalif siyasal kesim içinse bir utanç kaynağı.
Sosyal Güvenlik Yasa’sında burjuvazinin bir kliği (AKP) o kadar rahat hareket etmekte ki, iki saatlik uyarı eylemi sonrası, yasayı geri çekmekten değil de sendikalar ile uzlaşmayı tartışıyor. Çünkü bu yasayı çıkarmayı engelleyecek bir toplumsal kesim, şu an için tarihte aktör konumda değil. Demokrat muhalifliğin bazı yanlarını alanlar ise, iki kliğin hangisinin daha demokrat hangisinin daha diktatör olduğu tartışmasında yer alıyor.
Tarihsel düşünme zorunluluğu
Özellikle bu günlerde gündelik değil tam tersine tarihsel düşünüp konumlanma şart.
Öncelikle duble cuma sayesinde yukarıda dile getirdiğimiz demokrasi ve diktatörlük tartışmalarının aslına uygun ele alınma şansı oldukça yükseldi. Ancak AKP’nin parti kapatma davasına karşılık geliştirdiği anayasa değişikliği karşısında çok daha dikkatli olmak gerek. Öncelikle şimdiye kadar sadece kendi kliği için anayasayı demokratlaştıran AKP’nin, parti kapatılmasını zorlaştırma çabasında demokratlık aramak, intihar ile eş anlamlı olur.
Çünkü hukuk yazılan gibi değil güçlünün yorumladığı gibi uygulandığı için, göreceli olarak sınırsız özgürlükler olacağına dair rüyalara girmek, bu rüyaya girenin en kısa sürede uyandırılmasına yol açacak karşılıkları olacak.
Aksine özgürleşileceğini düşünenlere anayasanın 34. maddesinde yer alan "Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir" "özgürlüğüne" rağmen, 21 Mart gösterilerinde kurşunla ölen silahsız iki kişinin sadece "milli güvenlik" nedeniyle mi yaşamlarını kaybettiklerinin cevabını net biçimde vermelidir. (DEZ/GG)