bianet'in 12 Eylül'de halkoylamasına sunulan anayasa değişikliği paketiyle ilgili, kimin, neden evet, hayır ya da boykot dediğini okuyabileceğiniz dizisindeki diğer yazıları görüntülemek için tıklayın.
Bu yazıda önce AKP'nin anayasa yapım süreci ve değişikliklerinin 12 Eylül'ü derinleştirdiğini, sonra da bu değişiklikler geçerse ortaya çıkacak yapının dönüştürülmesinin neden çok zor olacağını açıklamaya çalışıyorum.
Dışlayıcı Anayasa Yapım Süreci
Anayasa yapım siyaseti iki sebepten daha eşitlikçi ve demokratik bir siyasal yapının oluşması için hayatidir (bu sürecin önemi Latin Amerika'nın pek çok ülkesinde demokrasiye geçişten epey sonra yapılan katılımcı anayasa değişikliklerinden izlenebilir). Birincisi, anayasa yapımı katılımcı siyasetin işlediği bir süreç olursa çıkacak metin de daha demokratik olur (çünkü güçlü gruplar kendi doğrudan çıkarları dışındaki taleplere de yanıt vermek zorunda kalırlar). İkincisiyse, anayasa yapım sürecinin katılımcı olması her türlü demokratik ve eşitlikçi talebin seslendirilmesi/güçlenmesine ve demokrasinin siyasal bir oyun olmaktan çıkıp ekonomik ve toplumsal bir düzleme taşınabilmesine imkan tanır.
Hatta anayasaların yürürlüğe girdikten sonra daha demokratik bir şekilde yorumlanmasına da yarayan kısmı bu yapım sürecinde ortaya çıkan siyasettir. Ama AKP bu değişiklikleri bir sürü yalan dolandan, yok öyle bir gündem dedikten sonra meclisin önüne koydu ve şimdi de kesinlikle ortaklığı olmayan birsürü maddeyi - muhalefetin karşı çıkmasına rağmen - birleştirip referanduma götürüyor. Bu şekilde bir katakulli aslında referandum kampanyasının da seviyesizleşmesinin asıl nedeni. Kim onlarca birbiriyle ilişkisiz madde üzerinden iç tutarlılığı olan bir siyaset üretebilir? Yani, iktidar, sadece anayasa yapım sürecini otoriter bir şekilde yönetmedi aynı zamanda referandum sürecini de (beraber oylanmasıyla) siyasetsizleştirdi.
Aslında süreçle ilgili (kaçırılmış dönüştürücü etkisi dışında) bir başka büyük sorun da anayasa konusundaki değişim enerjisinin bu derece kapsamsız (en iyi okumayla) bir paketle heba edilmesi. Ama zaten boyle dışlayıcı bir şekilde hazırlanmış bir paketin dar parti çıkarlarının dışına çıkması çok zordu.
İçerikle ilgili sorunlar
Dışlayıcı anayasa yapım süreci, içeriğinde tuzaklar ve AKP'nin kısa dönemli çıkarlarını içeren düzenlemelerle dolu olmasına yol açtı. Bu haliyle herhalde 80'lerde ve 90'larda demokrasiye geçişini yapmış (ve sonradan anayasasını değiştirmiş/yenilemiş) ülkeler arasinda en antidemokratik değişiklikleri Türkiye yasekilpıyor. Sendikal haklarla ilgili gerilemeyi, yerindelik denetimiyle ilgili tuzakları veya idarenin işleyişiyle ilgili şikayetleri inceleyecek Kamu Denetçiliği Kurumu oluşturup o kurumun başını hükümetin (meclisten basit çoğunlukla seçilir) seçmesi gibi komik düzenlemeleri bir tarafa bırakıp siyasal kurumlarla ilgili tarafları tartışırsak, bu paketin 12 Eylül anayasasını değiştirmek bir yana, onu derinleştirdiği rahatça savunulabilir.
12 Eylül anayasal düzenlemelerinin siyasal kurumlarla ilgili en önemli iki ayağından biri (diğeri asker) çift başlı yürütmeyi (cumhurbaşkanı ve bakanlar kurulu) kuvvetlendirmesi -- bu hem Evren/Sunalp'in gücünü artırma, hem güçlü/etkin hükümet yaratma, hem de neoliberal reformları rahatça yapabilme isteğiyle ilgili. Bugünkü değişikliklerse yargının üstünde yürütmeyi 12 Eylül'ün bıraktığı yerden alip daha da kuvvetlendiriyor. Bu yapısıyla da sadece solun degil siyasal liberalizmin de tam karşısında yer alıyor. Örnek olarak Anayasa mahkemesi (AYM) değişikliklerini kısaca inceleyelim.
AYM'nin yeni yapısında üye sayısı 11'den 17'ye çıkıyor. Cumhurbaşkanı (CB) 4 üyeyi doğrudan belirliyor. 10 üyeyi ise, yargıtay (3), danıştay (2), askeri yargıtay (1), askeri yüksek idare mahkemesi (1) ve YÖK (3) tarafından gösterilen adaylar arasından atıyor. 3 üyeyiyse meclis, sayıştay (2) ve baro başkanları (1) tarafından gösterilen adaylar arasından seçiyor. Böylece yürütme CB'nin doğrudan seçeceği 4 ve yine kendi atadiği YÖK tarafından gösterilecek 3 aday ve ayrıca basit çoğunlukla seçtiği için meclisten gelecek 3 adayı kolaylıkla kontrol edebilecek (yani 17 üyeden 10'unu). AYM'ler parlamenter sistemde hükümetin geçirdiği kanunların anayasaya uygunluğunu denetlediğine gore; CB ve parlamento aynı parti tarafından kontrol edildiği sürece dünyanın bütün otoriter liderlerinin gözlerini kamaştıracak, AYM'yi anlamsızlaştıran bir düzenleme ile karşı karşıyayız.
Burada iktidarın popülizminin ikiyüzlülüğüne iki tane örnek vermekte yarar var. Birincisi, başbakanın 'milli iradenin tecelligahı' dediği meclisin AYM'ye üye seçmesiyle ilgili. Aslında meclis hiç kimseyi seçmiyor, seçen Erdoğan ve ondan sonra gelecek başbakanlar. Çünkü meclis basit çoğunlukla seçtiğine ve parlamenter sistemlerde meclis çoğunluğu bakanlar kurulunun kontrolünde olduğuna göre kurum olarak meclisin gerçekte kimseyi seçtiği yok.
İkincisi, değişikliğe göre 12 yılla sınırlanan AYM üyeliği, geçiş hükümlerine göre mevcut ve yedeklerden eklenen üyeler için eski düzenleme olan 65 yaş sınırını koruyor. Somutlaştırırsak, atanabilmesi için önce AYM raportörlüğünden bir aylığına denizcilik müsteşar yardımcılığına sonra da yüksek bürokrat kontenjanından Gül tarafından 41 yaşında yedek üyeliğe atanan yeni üye 2033 yilina kadar konumunu koruyacak - Gül'ün atadığı YÖK'ten gelen üye de 44 yaşında. Bu, Gül'den sonra milli iradenin temsilcisi olacak cumhurbaşkanlarının milli iradeyi AYM'ye hakim kılma hakkını sınırlandıracağı gibi, Gül 25 yıla kadar atayabilirken sonrakiler sadece 12 yıl için atayabilecek. Kısaca AKP demokrasi istemiyor ayrıcalık istiyor.
Siyasal kurumsal yapı ışığında değişiklikler
Siyasal kurumlar birbirleriyle etkileşim halinde sonuç yaratır. Seçim sistemi parti sistemini, onlar da beraber yasama-yürütme ilişkilerini etkiler. Bu şekilde geniş bir çerçevede düşünürsek yukarıdaki kötü tablo vahim hale geliyor. Örneğin, meclisin AYM'ye seçtiği üç üyeyi düşünelim. Meclisin basit çoğunlukla seçtiği yetmiyormuş gibi bir de yüzde 10 barajlı bir seçim sistemiyle mecliste çoğunluk kurmuş ve sorunlu bir siyasal partiler kanununa göre düzenlenmiş bir partinin üyeleri bu seçimi yapacak. Yani seçecek olan meclisin basit çoğunluğu bile aslında temsili bir çoğunluk değil. Kısaca, baraj yüzünden, meclisten basit çoğunlukla üye seçilmesi kötü bir uygulamadan vahim bir uygulamaya dönüşüyor.
AKP neden böyle bir paket hazırladı?
Yüksek yargının verdiği bazı kararların meşruiyetini düşürmesinin yarattığı değişikliğe müsait ideolojik ortam, neden bu şekilde sorunlu bir paketle harcandı? Öncelikle, önündeki seçimleri kaybetse bile değişikliklerden küçük bir kısmı kısa bir zaman içinde sadece AKP'nin gücünü artıracak şekilde düzenlendi (örneğin AYM üye sayısını artırırkenki atamalar). İkincisi, AKP'nin CB ve basbakanlık seçimlerini bir süre daha kazanacağını düşünmesi. Eğer AKP seçimleri kaybedeceğini düşünseydi en azından HSYK değişikliğini daha demokratik yapardı. Üçüncüsüyse, diğer aktörleri de düşünerek düzenlemeleri yapma ihtiyacını hissetmesine sebep olabilecek tek mekanizma olan referandumu, manipule ederek kazanabileceğine inanması olsa gerek. Bunun sebebi de, bir yandan başka maddeler ekleyerek AKP dışı grupları etkileyebileceğine, diğer yandan da hem finansal olarak hem medyada hem de kamu organlarında sahip olduğu orantısız güce güvenmesi olmalı. Kısaca, AKP'nin kendi dar çıkarı dışında geneli düşünerek karar vermesi için hiçbir sebep yoktu ve karşımıza bu anayasa paketi çıktı.
Neden evet kötüye doğru son adım?
Bu değişiklikler onaylanırsa, uzun bir süre siyasal sistemimizin bir parçasi olarak kalacaktır. Çünkü, yürütmeyi güçlendirirsen daha sonra yürütmenin kontrol ettiği meclis çoğunluğu onun gücünü azaltacak bir düzenleme yapmaz. Diyelim CHP anayasayı değiştirecek şekilde bir çoğunlukla seçimleri kazandı, neden kendi adalet bakanının HSYK yetkilerini kısıtlasın? Yukarıdaki örnekten gidersek, AYM üye seçimini demokratikleştirmek için iki ihtimal kalıyor:
1) CB seçilen kişinin partisi seçimlerde meclisin 1/3'ünden az sandalye alır ve meclisteki 2/3 çoğunluk başka partiden olan CB'nin yetkilerini kisar;
2) Seçimlerde mecliste 2/3'ten fazla çoğunlukla hükümeti kurmuş olan parti bir sonraki seçimde çökeceğine inanarak, kendisinden sonra gelecek hükümetin yetkilerini kısar ve meclisin seçme yöntemini nitelikli çoğunluğa çevirir. Bunlar çok düşük ihtimaller olduguna göre güçlüye güç verirsen bir daha geri alamazsın kanunun işleyeceğini rahatlıkla farzedebiliriz. Kısaca bu değişiklikler kesinlikle iyiye doğru bir ilk adım değil, olsa olsa kötü bir son adım.
Ne yapmalı?
Daha eşitlikçi ve demokratik bir anayasa ve siyaset isteyenlerin barajsız, geniş seçim bölgeli bir sistemle seçilecek kurucu meclis talebini kuvvetli bir şekilde vurgulamaları gerekiyor. O halde, evet değişimin önünü tıkadığına göre, 12 Eylül anayasal düzeninin değiştirilebilmesi için bu referandumda hayır demek gerekir. Hayır sonuçta elbette ki bu dışlayıcı anayasa yapım sürecine, bu çağdışı anayasa değişikliklerine, ileride sermaye ve devlet lehine demokrasinin alanını daha da kısıtlama gücü edinecek bütün iktidarlara hayır demek kadar, halihazırdaki iktidara ve ikiyüzlü propagandasına da hayır demektir. (YS/TK)
Dr. Yunus Sözen, Siyaset Bilimi, Bahçeşehir Üniversitesi