Türkiye'nin bugünü, demokrasi ve özgürlükler mevzu bahis olunca yine yeniden çok bulutlu... Hatta hava öylesine kasvetli ki sanki epey bir gök gürüldeyecek, sel sağanak altında kalacak yarım yamalaklaştırılmış ümitlerimiz.
Ne oldu da Avrupa Birliği tam üyeliği yolunda giderken, mütemadiyen "ileri demokrasi" nutuklarını dinleyip askeri vesayetle 'hesaplaşırken', Kürt açılımı ile kimimiz "belki bu sefer" derken; yine otoriter ve tekçi bir siyasal üslubun ve seçilmiş iktidar ile atadıklarının anti-demokratik, baskıcı ajandasına mahkûm oluverdik...
Bu sorunun cevabı büyük ölçüde Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) ve onunla bütünleşik entelijansiyanın "siyaset" kavrayışında saklı. Kendini post-Kemalizm çağının dönüştürücü muktediri olarak algılayan ve tek başına tüm siyasal alanı yönlendirmeyi hedefleyen kadroların "politika"yı kavrayışı, erken Cumhuriyetin tek parti zihniyetinden çok da uzak değil. Bir başka ifadeyle söylem "yeni" de "siyaset" algısı eski...
Cumhuriyet rejiminin öncü seçkinlerinin tesis ettiği ve modernist-katı laik-milliyetçi motifleri belirgin resmi ideolojinin cenderesini yerden yere vuran bir AKP için bu söylediğim birçok okura tuhaf gelebilir. Ancak biraz daha derine indiğimizde, toz duman dindiğinde benzerlikler apaçık biçimde karşımıza çıkacaktır.
Toplum mühendisliği
AKP ve "organik aydınları", son yıllarda Kemalizm'in "yeni nesil yaratma" projesine benzer bir siyaseti adım adım uygulamaya koydu. Kemalizm'in cumhuriyetçi-milliyetçi-modernist ve kurucu lidere bağlı nesiller tahayyülüne mukabil bu sefer zikredilen servet biriktiren, ekonomik kalkınmayı yeterli gören, Erdoğan'a ve onda cisimleşen otoriteye hayran "dindar nesil" yetiştirme arzusu. Müfredat değişiklikleri -bilhassa Kuran-ı Kerim, İslam peygamberinin hayatı gibi yeni derslerin konma mantığı-, oldubittiye getirilen 4+4+4 uygulaması ve daha niceleri, bu "yeni" toplumsal mühendislik projesinin araçları olarak seferber ediliyor.
Bu kadarla da kalınmış değil!
Tanımlarının muğlâklığını bir kenara bırakarak, "kamusal alan"da özgürlük nidaları atan neo-liberal muktedirlerin "özel alan"a müdahalede bu denli heveskâr olması da bu toplum mühendisliği aşkının ürünüdür.
Kürtajı yasaklama teşebbüsleri, üç çocuk öğütleri vs. bedenler üzerinden toplumu biçimleme yönelimi olarak arkaplanında totaliter çağrışımları taşıyor. Hatırlayalım erken Cumhuriyetin çoğu tıp kökenli yazarı pro-natalist politikaları savunurken anne olmaya müsait ama bunu tercih etmeyen kadınları "vatana ihanet" ile suçluyordu.
Neticede bugün bir kez daha siyasal iktidar, toplumun içsel dinamikleriyle oynama hakkını kendinde görmektedir ve bunu otoriter-popülist söylem ve modern devletin teknolojik imkanlarıyla gerçekleştirmektedir.
Siyasal- kültürel alanı daraltma
AKP iktidarının gücünü tahkim eden ideolojik üretim, siyaseti bir 'yönetim tekniği'ne indirgiyor. Muhalif siyasetin neşet ettiği kaynakları kurutma yöntemi bilindiği üzere otoriterliğin alâmetifarikasıdır. Tek parti iktidarının muhalifleri özellikle de İslamı isimleri nasıl tasfiye ettiğini anlatan iktidar dili, bugün benzerini kendisi yapıyor. Üniversitelerden medyaya ve sokağa muhalif siyasetin yapılma zeminini ortadan kaldıran müdahaleler siyasal alanın kanallarını tıkıyor. İktidar kendi estetik algısına uymayan kültürel üretime tahrip edici, köstekleyici perspektiften yaklaşıyor. Anıtları "ucubeleştirip" yıktırıyor, "müstehcen" gördüklerini yasaklatıyor; yerine kendi "edepli" kültürünü üretiyor. Hal böyle olunca konuşmaktan, eleştirmekten, fişlenmekten korkan insanların 'siyasetsizleşen' ülkesinde umutlar birbir sönüyor.
Muhalifleri itibarsızlaştırma
Tek parti iktidarının tesisinde muhaliflerin saygınlığını ortadan kaldırma onları "hain", "işbirlikçi" ilan etme yöntemi çokça kullanıldı. Bizatihi Nutuk bile bu mantığı görmek açısından kitabi bir referanstır.
Otoriterlik peşinde koşan siyasal aktörler, bu mirası birer tasfiye aracı olarak benimsedi. Merkez sağ gelenek bahsettiğim kulvarda oldukça "başarılı" sayılabilir. AKP'nin on yıllık iktidarı içersinde de en net gözlemlenebilir olgulardan birisi kendine muhalif olanları hem siyaseten hem de "ahlaken" itibarsızlaştırma stratejisi. Bugün AKP'nin ve onunla hareket eden entelektüel kalemlerin legal Kürt hareketini kriminalize etme yönündeki taktiği, siyaset yapan, kendisiyle müzakere edilebilecek politik özneleri AKP'li olmamaları durumunda tümden "terörist" olarak nitelemeyi beraberinde getiriyor.
KCK tutuklamaları, BDP'li vekillere "dokunma" hevesi burada gelinen hali özetliyor adeta. Aynı yöntem, muhalif sol hareketler için de geçerli. AKP'nin hükmetme mantığına direnen tüm sol akımları ulusalcı ve/veya darbe hevesli kadroların stepnesi ya da "maşası" olarak tarif etme eğilimi, çoktan hem AKP'lilerde hem de iktidarla aynı çizgide kalem oynatan yazarlarda ortak kesen haline geldi bile.
Direnişin anahtarı nerelerde
Böylesine bir atmosferde iktidarın baskıcı - tektipleştirici siyasetine karşı direniş kanallarını ve direnen özneleri çoğaltmak tek çıkış yolu. Ulusalcı cenahın AKP'ye muhalefet etmede dayandığı kıstas demokrasi ve özgürlükler değil Kemalizm'e endeksli bir ilericilik-gericilik dikotomisi. Dolayısıyla ulusalcı-Kemalist kanattan daha fazla özgürlük, daha fazla demokrasi adına aktif destek beklemek en hafif deyimle hayalperestlik. Öyleyse demokrasi ile araçsal ilişki kurma yolunu tercih etmemiş sol siyasal oluşumlar, direniş konusunda müttefik bulmada hangi sulara açılacak?
Tam bu noktada Kürt politik hareketinin mevcut meseleyi "AKP ve Kürtler" denkleminden "AKP ve Türkiye'nin demokrasi sorunu" çerçevesine kaydırması halinde daha net kazanımlar elde edilebilir.
Legal Kürt hareketlerinin böyle bir vizyona ve birikime sahip olduğuna inanmak için birçok nedenimiz var. Yine kendi adıma bu dinsel motiflerle süslü neo-liberal otoriterizme direnişte mütedeyyin kesimin pozisyonunun da çok hayati olduğuna inanıyorum. Zira AKP'nin toplum mühendisliği projesini, kendi yaşam biçimi açısından belki "kabul edilebilir" ve "doğru" ama bir "proje" olarak yani yukarıdan dayatılan bir şey olarak yanlış bulan mütedeyyinlerin çoğalması halinde demokrasi mücadelesinde yeni bir safhaya geçilebilecektir. Bu nedenle Türkiye'deki sol örgütlenmelerin siyaset kavrayışı özelinde çoğulculuğu içselleştirme potansiyeli mevcut öznelerle ilişki kurması elzemdir. (GGÖ/HK)
* Yrd. Doç. Güven Gürkan Öztan, İstanbul Üniversitesi, Siyasal Bilgiler Fakültesi, Siyaset Bilimi