Yaklaşık bir aydır hakim fraksiyonlar içinde yaşanan çatışma ve gerilimin tozu dumanı ortalığı kaplamış durumda. İfşaat baş döndürücü, ifrazat karşısında ürkmemek elde değil.
Bu halde, siyasi partiler görüş mesafesi epey daralmış bir parkurda yerel seçime koşuyor. Memleket gündeminin ağırlığı yaklaşan seçime doğru kaydıkça ifşa edilen “bilgi”lerin bir kısmı da bu gündemi takip ediyor elbette.
Sözü uzatmaya gerek yok, mühim gazetecilerin kamuoyu araştırması sonuçları üzerinden yapılacak manipülasyon hakkındaki konuşmaların ortalığa dökülmesinden söz ediyorum. Bu konuşma dolaşıma girdiği andan itibaren epeyce ses getirmiş vaziyette. Dile gelen itirazlardan ilki elbette medya ile siyasal iktidar arasında olması gerektiği düşünülen mesafenin yokluğuna dair. Dümdüz söylemek gerekirse çeşitli medya kuruluşlarının hükümetle olan yakınlığının bir kez daha gözler önüne serilmesi, hatta ilişkinin yakınlıktan öte emir komuta halini almış olması. İkincisi ise seçimlerin yaklaştığının en belirgin emaresi olan kamuoyu araştırmaları, seçmen anketleri ve bu araştırmaların sonuçlarının manipülatif biçimde kullanıyor olması ihtimali.
Burada ilk meseleye şöyle bir değinip, asıl olarak ikincisine ilişkin hatırlatmalar yapmaya çalışacağım. Medya ve iktidar arasındaki mesafesizliğe dair soruna yalnızca değinecek olmamın nedeni elbette önemsizliği değil, aşikâr oluşu.
İktidarın meşruiyet zemini olarak medya
Kitle iletişim araçlarının uzun tarihsel serüvenine eşlik eden tartışmanın onun iktidar(lar)la kurduğu ilişkiyi sorgulamak olduğunu öne sürmek mümkün. İletişim çalışmaları alanından üretilen bilginin dönüp dolaşıp bu tartışmaya eklemlendiği, bu tartışmanın tarafı olduğu söylenebilir. Medyayı içinde bulunduğu ticari ilişkilerin, sermaye bağlarının doğurduğu yapısal sonuçlar içinden ele alan çalışmalardan, üretilen içerik aracılığıyla kurulan söylemin niteliğini irdeleyen çalışmalara dek pek çok metin üzerinden bu tartışmayı izleyebilmek mümkün.
Ancak geldiğimiz noktada, medyanın iktidarı güçlendiren, ona meşruiyet zemini sağlayan yanını görebilmek için bütün bu literatürü devirmeye gerek bırakmayacak kadar çok örnek önümüzde duruyor. Yalnızca ikisini hatırlatmakla yetineceğim. Roboski’de 34 kişinin canını alan kıyım gerçekleştikten kaç saat sonra ulusal ajanslarında, tv kanallarında haber olabilmişti? Bu sorunun yanıtını bilen herkes için medya ile iktidar arasındaki ilişki acıklı biçimde ortadadır.
O kadar eskiye ve uzağa (!) gitmek istemeyenler için Gezi’ye dönelim, memleketin pek çok kentinde, meydanları binlerce insan doldurmuşken ve maruz kaldıkları gaza, şiddete rağmen o meydanları terk etmemek için direnirken, yaşananların bilgisini penguen sevimliliği arkasına saklama çabası, işin içinde penguenler olsa bile gülümsetmedi bilakis öfkelendirdi. O günlerde eylemci olsun ya da olmasın, kentlerin üstünde asılı kalan biber gazını solumak zorunda kalan herkes biliyor ki olup bitenler hiç de olup bittiği gibi ekranlara taşınmamıştır. Öyle ki eylemler sürüp giderken belki de ilk kez medya bu kadar doğrudan hedef olmuş, yerinde bir tersine çevirmeyle penguen eylemin ikonlarından biri haline gelmiş ve eylemler bir özel haber kanalının önüne taşınarak doğrudan bu haber kanalını protestoya yönelmiştir. Sözün kısası siyasetçi/gazeteci arasındaki ilişkinin sembiyotik doğasını görebilmek için tapelere ihtiyacımız yok.
Kamuoyu araştırması ve meşrulaştırma etkisi
Tartışmanın ikinci kısmına gelince, “kamuoyu araştırması” ve “manipülasyon” sözcüklerinin aynı cümle içinde kullanılmasının, kullanıcının niyetinden bağımsız olarak işin doğasına uygun olduğunu söylemekle başlamak gerekir.
Pierre Bourdieu kamuoyu anketlerinin varlık nedenini basitçe şöyle açıklar: "Her güç kullanımının, onu kullanan kişinin gücünü meşrulaştırmayı hedefleyen bir söylemle bir arada yer aldığı bilinir; hatta her güç ilişkisinin özelliğinin, ancak bir güç olarak kendini örtbas ettiği ölçüde tam güce sahip olmak olduğu da söylenebilir.
“Kısacası, basit bir biçimde söylemek gerekirse, siyaset adamı ‘Tanrı bizimledir’ diyendir. ‘Tanrı bizimledir’in bugünkü karşılığı ‘kamuoyu bizimledir’ olmuştur. Kamuoyu anketinin sonucu budur: Oybirliği halinde olan bir kamuoyunun varolduğu fikrini kurmak, böylece onu kuran ve olanaklı kılan bir siyaseti meşrulaştırmak ve güç ilişkilerini kuvvetlendirmek (1995: 179)."
Buradan hareket eden Bourdieu, “kamuoyu yoklamaları yapanlar ya da bu yoklamaların sonuçlarını kullananlar tarafından üstü kapalı biçimde benimsenen kabul çerçevesinde” bir kamuoyu olmadığını ifade eder (1995: 188). Çünkü bir yanda açıkça dile gelen bir çıkarlar sisteminin çevresinde harekete geçmiş kanaatler diğer yanda ise kanaat olmayan yatkınlıklar, elverişlilikler vardır ve seçim mantığı içinde düzenlenen sorular yoluyla yapılan anketler siyasal çıkarlara bağımlıdır yani hem yanıtların anlamını hem de yayınlanan sonuçlara yüklenen anlamı ciddi biçimde yönlendirir (1995: 179-188). Böylelikle bir siyasal eylem aracına dönüşür ve en büyük işlevi bireysel kanaatlerin toplamından oluşan bir kamuoyunun varlığı fikrini dayatmak, belli güç ilişkileri ve gerilimler içinde hareket ederken yurttaşların belli bir “yüzde”sini temsil ettiği iddiasını kurmaktır.
Elbette siyasetçilerin araştırma şirketlerinin hatırlı müşterileri olmalarının önemli gerekçeleri vardır. Bunlardan biri araştırma sonuçlarının siyasetçilere hem strateji oluşturmaları hem de siyasal etki yaratmaları için ihtiyaç duydukları verileri sunmasıdır.
Patrick Champagne bunu meşrulaştırma etkisi olarak tanımlar (1995: 145-146). Kamuoyu araştırmaları, belli bir kanaat ya da siyasal kararın, yurttaşların çoğunluğu tarafından onaylandığına ilişkin bir inanç geliştirmek için devreye giren siyasal kaynaklar olarak kullanılırlar (1995: 145-146). Seçim öncesi anketlerinin ise ek bir işlevi daha vardır: önceden söyleme.
Champagne, bunların siyasal liderlerin seçimlerde sahip olduğu şansı “test etmeye” yaradığını ve adayların seçimi konusunda da bir ağırlık oluşturduğunu, aynı zamanda da partilerin kurmaylarına öngörülebilir siyasal güç dengeleri hakkında bir fikir vererek, siyasal ittifak ya da birlik stratejilerinin tanımlanmasına yardımcı olduğunu ifade eder (1995: 146). Ancak buna seçimlerde kazanacakları görme yararı yani sıra kaybedecekleri ilan etmenin etkisini de eklemek gerekir. Türkiye’nin uyguladığı gibi barajları nedeniyle demokratik yapısı zayıflayan seçim sistemlerinde, kaybedecek olanın ilanı kazanacak olanın yüzdesini büyüten bir doğrudan sonuç yaratmaktadır. Bu yolla yurttaşın karşısındaki seçim skalası daraltılmakta ve “kazanacaklar” arasındaki birkaç seçeneğe indirilmektedir. Böylece seçmene zaten kaybedecek olana verilen oyların ziyan olmasındansa kazanacak olanla yandaş olma çağrısı yapılır.
Gazetecinin "tarafsızlık" güvencesi
Gelelim gazetecilerin bu araştırmalara sıkıca sarılmalarının nedenlerine. Bu anketler, gazetecilere siyasal olana doğrudan müdahale etme konusunda meşruluğu bilimsel olarak garanti altına alınmış bir olanak yarattıkları gibi aynı zamanda “taraflı” gazeteci olmanın yarattığı rahatsız konumdan da kurtarır (1995: 148). Böylece gazeteciler, “halkın gerçekten düşündüğü şeyler”i bilimsel olarak güvence altındaki sözcüklere dönüştürürler (1995: 148).
Seçim araştırmaları aynı zamanda izleyicilerin karmaşık ve zor bulduğu için ilgilenmediği siyasal tartışmaları bir gerilim havasına sokarak, spor karşılaşmalarının skora bağlı mantığı içinde yeniden düzenler ve böylelikle çekici kılınmasını sağlar (1995: 148).
Bütün bunların nedeni ise siyasal olanın kendini kurma biçimidir. Siyasal tartışma ve katılım kanallarının açılarak, toplumsal ve siyasal sorunların çözümünde tarafların görüşlerini içermeyi hedefleyen karar alma süreçleri yerine manipülatif ölçme-değerlendirme yöntemlerinin yeğlenmesi, politik söz yerine istatistiksel sonuçların görünürlüğü, siyasal kararların oluşmasını sağlayan etkileri ve nedensellikleri anlayarak bu kararları gözden geçirme eğilimi yerine hesaplanabilir, rakama vurulabilir kanaatlerin ikamesi. Siyasal kurumları ve karar alma mekanizmalarını dışlayarak, geniş toplumsal kesimler arasında müzakere ve oydaşma aramak yerine, siyasete “dışarlıklı” uzmanlık bilgisini egemen kılarak “dışlayıcı” bir yapıyı hâkim hale getirmek.
Kapsayıcı ve katılımcı bir yerinden yönetim yerine çeşitli uzmanlık alanlarının “bilimsel” yetkesini arkasına alarak, otoriteryan, katı merkezci bir idari yapıyı konsolide etmek.
Kısacası daha çok güç daha az demokrasi. Hal böyle olunca değiştirme iddiasıyla yola çıkılacaklar listesi kabarıyor. Mesele üçün beşin hesabını yapmakta değil, siyasal alanın tümünü yeniden ve yerinden kuracak, katılım mekanizmalarını artırıp güçlendirecek, rakamsal çoğunlukları değil, fikri çoğulculuğu esas alan bir demokratik zemin yaratma mücadelesinde yani “başkan değil baştan değiştirmek”te. (İK/ÇT)
**
Kaynakça:
Bourdieu, P., (1995), Kamuoyu Yoktur, (ed) Hülya Tufan içinde, s. 177-188, İstanbul, Kesit
Champagne, P., (1995), Kamuoyu araştırmaları, oy kullanma ve demokrasi, (ed) Hülya Tufan içinde, s. 1143-176, İstanbul, Kesit