İçinde bulunduğumuz post-modern karakterli Üçüncü Paylaşım Savaşı'nın Orta Doğu cephesinde, İsrail'in Filistin'e dönük yürüttüğü katliam politikalarıyla birlikte dünya çapında harbin yarattığı çürüme bir üst boyuta taşındı. Artık başta ABD ve Almanya gibi ülkeler olmak üzere ifade özgürlüğü türünden "sıradan" haklar dahi "terörizmi destekleme" bahanesiyle kullanılamaz hale geldi. Israr edenler polis şiddetine maruz kaldı, yerlerde sürüklendi, gözaltına alındı, işinden oldu... Hem de bunu yapan devletler bizzat İsrail'in soykırımcı politikalarına her tür desteği esirgemezken. Son olarak, sokaklarında neo-Nazilerin siyasetçilere saldırdığı Almanya'da Filistin'i destekleyen akademisyenler "hain" ilan edildi. Elbette bu sahtekarlık ve şiddet bahsinde TC'nin şampiyonluğunu anmaya bile gerek yok.
Temsili demokrasinin lükse dönüşmesinin maalesef dünya çapında halklar nezdinde bir karşılığı var. Zihinleri ekranlara hapsedilen kitleler adeta "ilkel" zamanlara döndü. İnsanlar yeme-içme, hayatta kalma (güvenlik) ötesi olursa iyi olur diyebileceğimiz basit bir denklemin içine hapsoldu. Buna en yakın örnek El Salvador'daki Bukele diktası. Ülkeyi çetelerden temizleme iddiasıyla büyük bir hapishaneye/Nazi kampına dönüştüren Bukele, anayasaya aykırı olarak ikinci kez başkanlığa aday oldu, yüzde 80'in üzerinde oy aldı. Şimdi meclisteki çoğunluğa dayanarak anayasayı değiştirip diktasını kalıcı hale getirme yolunda. Sonuç: halk güvenlik (diktatörlük) istiyor! En temel insan hakları ise lüzumsuz...
Temsili demokrasinin hepten yerini başka bir şeylerin aldığına bir başka örnek daha vereyim. Dünyanın "varlıklar"ı üç beş elde toplanırken, bu "şanslı" kişilerden biri olan Elon Musk son dönemde ABD'nin Arjantin ve Brezilya siyasetine yön veriyor. Musk Arjantin'in lityum ve diğer zenginliklerini cebine atma sevdasıyla, halkı sefalete sürükleyen Milei faşizmine koltuk çıkıyor. Faşist Bolsonaro'yu kurtarmak için ise Brezilya iç siyasetine yargıya müdahil olacak kadar tebelleş oldu. Bütün bunlar olurken ortada "seçilmiş" hükümetin görevlisi ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken yok! Eskiden de böyle miydi? "Evet" ancak, Musk yerine bu işleri diplomatlar yapardı.
TC ve "muhalefet"in sayıklamaları
İşin Türkiye boyutuna gelince, "demokrasi" bizde TC'nin kuruluşundan itibaren halka emanet edilemeyecek kadar ciddi bir iş olarak görüldü. Uzun zamandır ise egemen siyaset aklının "gösteri" üzerinden kurulduğu bir zemindeyiz. Memlekette seçim türünden işler, siyaset diye yapılan şey nihayetinde halkları seçmene indirgemeye çalışan süreçler.(Basının genelinin de buna uyumlulaştırıldığını düşünürseniz neden başarısız olsunlar?)
Bu akıl siyaseti, egemen sermaye kesimlerinin acımasız emek sömürüsü ve doğanın talanına dayalı kapitalizminin ve onun içeride merkezileşmiş, hızlı karar alan yönetim- hatta tek adama indirgenmiş- bir dikta; dışarıda ise neo-Osmanlıcı emperyalist-militarist politikaların öyle ya da böyle onaylatıldığı, enerji devşirildiği bir zemin olarak kurguluyor, hayata geçiriyor. "Muhalefet" bu başlıklarda rejimin maalesef yardımcısı rolünü oynuyor. CHP'nin sağcı yönetimi son yerel seçimlerde halkın değişim isteğiyle verdiği desteğe rağmen, birçok açıdan alenen rejime karşı değil rejimin "muhalefeti" olacağını sergiledi. Mevcut diktanın her alanda açıklarını yamamaya soyundular.
Rejimin politikaları sayesinde ülkede yoksullaşma alabildiğine artarken olası bir "isyan"a karşı Erdoğan'ın "yeni anayasa" önerisi de bu onarma işlerini çabuklaştırma ve diktayı kalıcılaştırmanın ötesinde elbette bir anlam taşımıyor. Bütün toplumu muhbirleştirme-faşistleştirme derdindeler. "Etki ajanı" yasa tasarısı da bütün bunları tamamlama yönünde bir adım. Erdoğan kolayca topluma bu türden dayatmaları kabullendirirken yeni anayasaya gerçekten ihtiyaç duyar mı bu da ayrı bir soru. Yeni anayasa tartışması daha çok diktanın aşınmış zeminini yeniden genişletme ihtiyacının ürünü gibi gözüküyor. Bazı tanınmış politik figürlerin hapishaneden çıkarılması, bir iki çeteleştiği alenileşmiş MHP'linin tasfiyesi türünden bir parmak bal eşliğinde muhalif olan Kürtler dahil herkesi rejimin şizofrenik kafesine tıkma arayışı.
Mücadele mi göz boyama mı?
"Müzakere ve mücadele" parolasıyla özetlenen "yeni" yaklaşımın gerçekte bir göz boyama etkinliği olduğunu sanırım Saraçhane'de CHP ve ardıllarınca sergilenen politik pratik göstermiştir. Hiç bir mücadele geleneğine dayanmayan politik liderliklerin kitaptan kulağa üflenen ve laf olmaktan öteye gitmeyen kurguları böyle yorumlamaları da normaldir. Asıl problem kendilerine Marksistlik, sosyalistlik vb. unvanlar atfedip her seçim öncesi ortaya fırlayıp şu ya da bu gerekçeyle bıkmış-hınçlı kitlelere bir kere daha CHP'ye oy verme çağrısı yapanlarda. Zira bunlar kendi işlerini, düzeni yıkmayı yani devrimi unutmuş, TC'nin CHP aracılığıyla onarılmasının teşrifatçılarına dönüşmüşlerdir.
Rejimin Güney Kürdistan ve Rojava'ya dönük işgal siyasetine CHP yöneticilerinin eğer tabandan ciddi bir muhalefet gelişmezse karşı çıkma olasılığı maalesef gözükmüyor. Hızla Kılıçdaroğlu'ndan boşalan "muhalefetteki devlet memurluğu" kadrosunu doldurdular.
Milli mutabakat
Muhalefetin böylesi aynı zamanda 3. Dünya Savaşı'nın egemen aklıyla da uygun. Zira bu kanlı-emperyal zihniyet "Orta Doğu'da ABD'nin ileride yaratacağı olası boşluğu doldurma" üzerinden kendini meşrulaştırma uğraşında. CHP için işler liyakat sahiplerine teslim edilirse gerisi teferruat. Sanırım onlara göre Ümit Özdağ özel harp elemanı değil sadece bir akademisyen-profesör; yoksa niye gizlice kapıların arkasında yan yana gelsinler, anlaşmalar imzalasınlar. Eski günlere özlem duyuyorlar. Zira aynı kanlı işler geçmişte daha sessiz yapılıyordu. Geçtiğimiz günlerde bize veda eden Celal Başlangıç gibi bazı gazeteciler arada sırada egemenlerin ne halt yediklerini/yedirdiklerini ifşa ediyordu. Yoksa her şey yolundaydı.
CHP yöneticileri ve akıl daneleri açısından saraylardan çıkmayan bu neo-Osmanlı ise biraz fazla gösterişe meraklı. Çok tantana yapıyor. Şikayet konusu olan bu. Yoksa birçok "kanlı" konuda mutabıklar. Örneğin CHP yönetimi Azerbaycan'daki diktayı desteklemekte Erdoğan'la yarışıyor. Bakü'deki İsrail-TC destekli hanedanlığın ülkede muhalefet namına bir şey bırakmaması, Ermenistan'ı işgalle tehdide devam etmesi, yüz binin üzerinde insanı Dağlık Karabağ'dan sürgün etmesi gibi, binlerce insanın kanının dökülmesinden sorumlu olması; Aliyev'in Özgür Özel tarafından "dost, kardeş" diye anılmasına engel olmuyor.
Bir başka örnek: TC, Afrika'nın bir çok ülkesine yıllardır dron satıyor. Bir anlamda doğrudan değilse de buradaki savaşlara dahil oluyor ve buradaki yönetimler üzerinde nüfuzlarını artırıyorlar. Afrika'daki militarist rejimler bu dronları kullanarak her gün sıradan insanları katlediyor. Daha geçen hafta bu katliamlardan bir tanesi daha ifşa oldu. Afrika'da TC'nin dahil olduğu "iç savaş"lardan en ünlüsü 2020-2022'de Etiyopya'da yaşandı. Rejim bu savaşta dron satarak Addis Ababa yönetimini destekledi. Çatışmaları sırasında bu dronların da büyük katkısıyla çoğunluğu sivil yaklaşık 600 bin kişi katledildi.
Siz hiç gerine gerine güya rejime dış politika konusunda ayar veren ancak daha dün ne yediğini dahi "unutmuş" CHP'li yetkililerin ne yapıyorsunuz diye iktidarın yakasına yapışıp Afrika'daki kanlı-emperyalist politikalarını sorguladıklarını gördünüz mü? Göremezsiniz! Çünkü bütün bunlar egemen sermaye kesimleri, askeri bürokrasi ve CHP gibi partilerin yönetici elitlerinin de dahil olduğu görünmez bir "milli mutabakat"tın eseri.
Yukarıda anlattıklarım çoğu elbette akademik akla sahip kesimlere palavra, komplo teorisi gibi geliyor farkındayım. Ancak bu tarzda düşünen kişilerin çoğu hayatta olanlara bakmak yerine maalesef en nihayetinde tekrarlara, mantık hiyerarşisine dayanan askeri tedrisatı andıran bir zincire kendilerini mahkum hissediyorlar ve ona uygun davranıyorlar. Elbette böylesine muhafazakar zihniyetlerden düzeni rahatsız etmeleri, zorlamaları ve devrimci düşünceler üretmeleri beklenmemeli...
Gazeteciler de politikacıya dönüşürse...
Son bir söz, politikacılar kendilerine göre birer illüzyonist-sanatçı. Bugün şu lafı yarın bu lafı etmekte serbestler. Kitlelerin geneline yedirebildikleri ölçüde sözlerinin, yaptıklarının çelişkilerle yüklü olmasının herhangi bir sakıncası yok. Örneğin geçenlerde ABD Devlet Başkanı Biden, Ermeni Soykırımı'nı anarken aynı günlerde Azerbaycan'a yeni bir askeri yardımı onayladı.
Gazeteciler için bu durum farklı olmalı. Elbette kitlelerin balık hafızasına güvenip gerçeğe sadakat yerine her zaman yeni bir renge boyanabilirsiniz. Yapıyorsunuz da! Ancak sizin de katkılarınızla her geçen gün daha fazla deliler evine dönüşen bir dünyada/ülkede yaşadığınızı ve buna kendinizi de mahkum ettiğinizi unutuyorsunuz...
(AS/AS)