DİSK, 14. Genel Kurulu’nu 2012 yılının Şubat ayında yaptı. Şimdi bir yıl sonra, 6 Nisan 2013’te Olağanüstü Genel Kurulu toplama kararı aldı. Aslında Birleşik Metal-İş Sendikası Genel Başkanı Adnan Serdaroğlu'nun Aralık ayında DİSK Genel Sekreterliği görevinden istifasıyla, olağanüstü kongre süreci de başlamıştı.
DİSK Türkiye gündeminden kopuyor
bianet’te 10 Şubat 2012’de yayınlanan “Emekçiler İrade Beyanı Bekliyor’’ başlıklı makalede, geçtiğimiz yıl yapılan DİSK genel kurulu ile ilgilibir değerlendirmede bulunmuş ve budeğerlendirmede “DİSK 14. genel kurulu, sadece kimin başkan olacağına endekslenmiş bir iç hesaplamaya dönüştürülmemeli. Aksi takdirde 12 Eylül darbecilerinin elimize tutuşturduğu DİSK tabelasıyla ortalıkta durmanın hiç bir anlamı olmaz” demiştim. Bu satırları yazdıktan yaklaşık bir yıl sonra 6 Nisan 2013’te yapılacak olan DİSK olağanüstü genel kurulu üzerine yeniden bir yazı kaleme almaya gerek var mı bilmiyorum.
Çünkü DİSK’te yeni bir durum yok.
DİSK içinde sürdürülen bu iç tartışmalar, emek hareketinin sorunlarını görmekten, bunlara çare aramaktan çok uzak.
DİSK yeniden yönetim oluşumuna ve başkanlık tartışmalarına kilitlenmiş durumda. Bu nedenle geçen genel kurulda ifade ettiğim düşünceler bugün için de geçerlidir. Çünkü DİSK olağanüstü genel kurulunun gündemiyle Türkiye’nin gündemi birbirin den çok farklı gözüküyor. DİSK’in genel kurulu Türkiye gündeminden uzaklaşmış ise sınıfın sorunlarından da uzaklaşmış, demokratik mücadele süreçlerinden de kopmuş demektir. İşçiler, emekçiler ve demokrasi güçleri açısından DİSK’te kimin yönetime geleceği, kimin başkan olacağı hiç de öncelikli bir sorun değildir. Doğrusu bu, kimsenin umurun da değildir. Bir kez daha bize düşen görev, Türkiye gündemiyle birlikte olağanüstü genel kurulu değerlendirmenin daha doğru olacağı sorumluluğunu hatırlatmaktır.
Yeni örgütlenme stratejisi tartışılmalı
DİSK genel kurulu, çalışma yaşamındaki verileri göz önünde tutarak bundan sonra hayata geçireceği örgütlenme ve mücadele programını tartışmalıdır.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı 2011 yılı istatistiklerine göre, çalışma çağındaki nüfus 53 milyon 593 bin kişidir. İşgücü 26 milyon 725 bin kişi, istihdam ise 24 bin 110 bin kişi olarak veriliyor. Bu sonuçlara göre istihdam edilemeyen insan sayısı nüfusun yarısı kadardır. Bu durum çalışan emekçiler üzerinde ciddi bir baskı oluşturmaktadır.
Zorunlu sigortalı olarak çalışanların sayısı ise 11 milyon 030 bin 939 kişi olarak verilmiştir. İşyerlerinin büyüklüğüne göre dağılıma bakıldığında ortaya çıkan sonuçlar şunlardır: Çalışan sayısı 10 kişiden az olan işyerlerinde istihdam edilen işçi sayısı 3 milyon 271 bin 100 kişidir. Çalışan sayısı 10-49 arasında olan işyerlerinde istihdam edilen işçi sayısı ise 3 milyon 586 bin 499 kişidir. Çalışan sayısı 50-99 arasında olan işyerlerinde de 1 milyon 063 bin 928 kişi istihdam edilmektedir.
Bu duruma göre, Türkiye’deki işçilerden yaklaşık sekiz milyonu 100 kişinin altında işçi çalıştıran işletmelerde istihdam edilmektedir. Bu işletmelerin sayısı da 1 milyon 423 bin 637’dir.
Bu rakamlar, örgütlenmenin zorluğunu da açıkça gösteriyor. 20-30 işçinin çalıştığı işyerlerinde örgütlenmeyi hedef alan bir sendika yaklaşık 5 milyona yakın işçiyi örgütlenmede kapsam dışında tutmuş olur. Gözden çıkarmasa bile böyle iş yerlerinde ne işçi sendikayı ne de sendika işçiyi bulabilir.
2011 yılında yürürlükte olan toplu sözleşme sayısı 4.423 adettir. Toplu sözleşmeler 28.435 işyerinde 1 milyon 037 bin 565 işçiyi kapsamıştır. Bu da zorunlu sigortalıların sadece yüzde 10’u toplu sözleşme yapabiliyor demektir. Geriye kalan işyerleri ve çalışanlar ulaşılmayı ve örgütlenmeyi bekliyor.
Büyük işyerlerinde ise taşeronlaştırma bir taraftan ucuz emek piyasası oluştururken, diğer taraftan örgütlenmeyi zorlaştıran en önemli faktörlerin başında geliyor. Taşeronlaştırma sonucunda aynı işyerinde farklı işkollarında kayıtlı, farklı işverenlere bağlı olarak çalışan işçiler bulunuyor. Bu durum işçilerin bütünlüğünü ortadan kaldırıyor, mevcut örgütlenmeyi zayıflatıyor, yeni sendikal örgütlenmenin genişletilmesini ise çok zorlaştırıyor.
Kamu işyerlerinde de benzer bir durum var, aynı işyeri içinde benzer işleri yapanların bir kısmı memur bir kısmı ise işçi statüsünde görev yapıyor. Tümüyle farklı statüdeki bu farklı çalışan gruplarını içermeden ortak sendikal örgütlenme yapılabilmesi mümkün olmuyor.
Ayrıca istihdam rakamları açık ve gizli işsizliğin ne derece büyüdüğünü de gösteriyor. Resmi rakamlara göre gençler arasında yüzde 25 düzeyine yükselmiş olan işsizlik oranı sömürülmenin bile bir “şans” haline geldiğini gösteriyor.
Özetlemek gerekirse, emek hareketi örgütlenmesinin önünde barikat oluşturan temel sorunlardan birincisi işyerlerinin parçalanmasına bağlı az sayıda işçi çalıştıran küçük ve orta ölçekli işletme sayısının çokluğu; ikincisi, İstihdam oranlarının düşmesi ve artan işsizlik nedeniyle çalışanlar üzerinde oluşan baskı; üçüncüsü ise çalışanların taşeronlaştırma vb. yöntemlerle parçalanmasıdır.
DİSK genel kurulu esas olarak bu üç durumu bilerek yeni bir sendikal yapılanmayı tartışmaya açmalıdır. DİSK genel kurulu bugünkü örgütlenme modeli ile sendikal mücadelenin ileriye taşınmasının mümkün olamayacağını konuşmalı ve yeniden yapılanma ve yeni bir örgütlenme stratejisi tartışmalıdır.
Türkiye’de ve dünyada neo liberal politikaları uygulama görevi üslenmiş küresel şirketlerin hükümetleri, sendikaların gündemine yeni sorunlar ve daha ağır hak kayıpları ilave ediyorlar. Emekçiler açısından yoksullaşma ve işsizlik devam ederken DİSK’in gereksiz gündemlerle verimsiz genel kurullar yapma hakkı yoktur.
DİSK genel kurulundan bizim ve bütün emekçilerin beklentisi, bu durumu açığa çıkartması ve DİSK’e yakışır bir tartışma sürecinin öncülüğünü yapmasıdır.
DİSK barışın örgütleyicisi olmalı
Türkiye’nin siyasal gündemi çok hızlı değişiyor. Üç ay önce çatışmaların ve toplumsal gerginliğin hangi boyutlarda seyredeceğinin bilinmezliği konuşulurken, Türkiye bu gün barışı, yeni anayasayı, demokratikleşmeyi konuşuyor.
Yaklaşık üç aydır ne asker ne de gerilla cenazesi toprağa düşmedi. Bu sevindirici gelişme Türkiye siyasetinin yeni bir döneme kapı aralamaya başladığını gösteriyor.
Böylesine önemli bir dönemeçte DİSK bu gündemlerin uzağında kalan bir genel kurul yapıyor. Bu genel kurul vesilesiyle DİSK ile ilgili bazı soruları yeniden sormanın da zamanıdır.
Bu güne kadar Kürt sorununda ulusalcı çizgiyi aşamamış bir konfederasyon bu defa cesaretli davranabilecek mi?
DİSK, ulusalcı-sol yaklaşımlardan uzaklaşarak emekçilerin savaş nedeniyle yaşadıkları kayıpları ifade edip barışın örgütleyicisi olabilecek mi?
Elbette DİSK barış karşıtı bir örgüt değildir. Bunu söylemek DİSK’e yapılacak bir haksızlık olur. Burada söylenmek istenen şudur: Bugünlerde “akil insanlar” listesinde yer alan Türk İş- Memur Sen gibi örgütler yıllardır bırakın Kürt sorununu gündemlerine almayı, nerdeyse savaş kışkırtıcılığı yapma noktasında tutum belirlemiş örgütlerdir. Bugün barışın akilleri durumundalar. DİSK genel kurulu buna sessiz kalacak mıdır? Ya da “içinde de olmam karşısında da olmam” mı diyecektir?
Demokrasi, talep edilirse kazanılır. DİSK, bu ülkede yaşayan bütün insanlarımızın dil, din, ırk mezhep farkı gözetmeden eşit yurttaşlar olduğunu söylemeyecek mi?
Tüzüğünde yazan ifadeleri anayasal güvenceye almak için “eşit yurttaşlık talebini anayasaya da yazın” demeyecek mi?
Anadilde eğitim hakkı bu vatanı böler diyenlere karşı “anadil bölmez birleştirir” demeyecek mi?
Tarihsel olayların üzerini örten devlete karşı “katliamlarınla yüzleşmelisin” demeyecek mi?
DİSK’in tüzüğünde yer alan faşizme karşı mücadele, neyi ifade ediyor? Bunu hep birlikte bir kez daha düşünelim.
Emek ve demokrasi mücadelesi yürütenlere düşen görev, barış mücadelesinin en ön saflarında olmaktır.
Barış için, demokrasi için, emeğin hakları için DİSK ön saflarda yerini almalıdır.
* Sami Evren, 4. Dönem KESK Genel Başkanı