Türkiye toplumu 24 Haziran’da sandık başına giderek Cumhurbaşkanı ve parlamento üyelerini seçecek. Her yönüyle kritik bir seçim olacağından hiç kimsenin kuşkusu yok. Net ve öz bir ifadeyle, seçim yarışının adil ve eşit koşullarda yürütülmesi çok ama çok önemli. Bu amaçla Olağanüstü Halin (OHAL) kaldırılması gerektiği defalarca dile getirildi. Şimdilik bir gelişme yok. Ama tartışmalar süredursun, siyasal partiler erkenden yola koyulmaları gerektiğini anladılar. Dolayısıyla kısa sürede Cumhurbaşkanı ve milletvekili adaylarını belirleyip hazırlıklarını tamamlayarak sahaya inmek bir yana, adeta saha koştular. Çünkü seçim kritik, imkanlar kısıtlı, zamansa bir hayli az.
Tabii dışardaki adaylar arasında adil ve eşit olmayan koşullar bir yana, bir de içerde, yani cezaevinde tutulan bir Selahattin Demirtaş var. Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) cumhurbaşkanı adayı.
Demirtaş bir buçuk yıldır cezaevinde. Rakipleri karşısında birçok imkandan yoksun. Dolayısıyla Demirtaş, hem iktidarın adayı hem de muhalefetin adayları karşısında adil ve eşit olmayan koşullarda yarışıyor. Cumhurbaşkanı adayları şehir şehir gezerken, TV’lerde vaatlerini anlatırken Demirtaş halktan izole edilmiş bir durumda.
Demirtaş, bir fikriyattır
Oysa Türkiye toplumunda ve siyasetinde etkisi yadsınamayacak bir lider söz konusu. Hatta uluslararası kamuoyunca “Kürt Obama” olarak tanımlanan ve dünyaca ünlü bir politika dergisinde 100 küresel düşünür listesinde gösterilen bir liderden bahsediyoruz. Dolayısıyla bugün Demirtaş’ın, genç ve karizmatik oluşu bir tarafa, bir fikir, bir ideal ve bir duruş olarak toplum üzerindeki etkisi inkar edilebilir mi? Elbette Ahmet Kaya’yı gizlice dinleyenler, Demirtaş’ı da çaktırmadan okuyup izliyorlardır. Çünkü Demirtaş ısrarla en kompleks konularda sade bir dil kullanan, kritik durumlarda gerilmek yerine espri yapan, rol yapmadan samimi olabilen ve ısrarla sözüyle var olmaya çalışan bir lider.
Ötekileştirilenlerden ve ezilenlerden yana safını belirleyen Demirtaş, bir yönüyle HDP fikriyatının tercümesi adeta. Daha 2014 yılında, HDP’nin 2’nci Olağanüstü Kongresi’nde ülkenin bütün farklılıklarına değindikten sonra “‘Hak Muhammed Ali’ diyenin de, ‘Dünyanın bütün emekçileri birleşin’ diyenin de, ‘La ilahe illallah’ deyip dualarını bizden esirgemeyenlerin de, ‘Êdi bes e, ez ji lı vırım’ diyenlerin de gönlü bizdedir” diyordu. Bu fikriyatın temelinde özgürlük, demokrasi, barış, adalet ve eşitlik var. Bu nedenle Demirtaş, kendini değil, yeni yaşamı öne çıkarıyor. Cumhurbaşkanlığı adaylığı kamuoyuna açıklandıktan sonra cezaevinden gönderdiği mesajında da bunu “Beni değil, yeni yaşamın güzelliğini herkese anlatmalısınız. Bir arada, barış içerisinde, kardeşçe ve eşitçe yaşamanın ne kadar güzel olacağını anlatmalısınız” sözleriyle anlatıyordu.
Dünyada bir ilk yaşanıyor
Cumhurbaşkanı adayı Demirtaş bu süreçte inanılmaz yıpratma ve sindirme operasyonlarına maruz kaldı. Her yerde konuşulan, tartışılan, eleştirilen, hatta öcüleştirilen o oldu; ama yaygın medya kuruluşları mikrofon uzatıp da onu dinlemedi. Buna rağmen Demirtaş ne popülaritesinden ne de saygınlığından bir şey kaybetmedi. Çünkü en temelde toplum, her şeyi göze batarcasına abartan veya çarpıtan yaygın medyaya olan güvenini yitirdi, merkez medyayı ciddiye almamaya başladı. Yine 6 milyon oy almış bir parti ve liderin ülke siyasetinde “yok muamelesi” görmesi de topluma garip gelen bir diğer durum. En nihayetinde Demirtaş bugün sadece kısacık bir tweetiyle bile sevenlerini motive edebiliyor, toplumda tebessüm yaratabiliyor. Çünkü Demirtaş, siyaseti bir intikam kılıcı olarak görmüyor. Bağırmadan derdini anlatıyor, espriyle yapıyor, öfkeye karşı kucaklıyor.
Bu nedenle cezaevinde de olsa seçim propagandasından gayet emin. Çünkü kendi deyişiyle Demirtaş, “Burada elim kolum önemli ölçüde bağlıdır. Şimdi, benim elim de kolum da, sesim de, nefesim de sizsiniz; gençlerdir, kadınlardır” diyor.
Bununla birlikte Demirtaş, sadece Türkiye’de değil, dünyada da bir ilkin yaşandığının farkında. Evet, dünyadan bir örnek olarak İrlanda’da Bobby Sands 80’li yıllarda cezaevindeyken milletvekili seçildi. Yine Türkiye’de, 2011 genel seçimlerinde cezaevinden 8 kişi CHP ve BDP listelerinden Meclis’e girdi. Ama şu zamana kadar ne bir cumhurbaşkanının cezaevinden seçildiği örneği var ne de bir cumhurbaşkanı adayının cezaevinde tutulduğunun. İşte bu yönüyle bir tarih yazılıyor ve herkes buna şahitlik ediyor. Tabii hapishanelerin tarihin akışına etkisini en çok Demirtaş biliyor. Çünkü bunu daha Haziran 2017’de yazdığı bir yazıda anlatmıştır.
“Hapishaneleri yok sayanlar yanıldılar”
Yazısında Demirtaş, hapsetme uygulamalarının Türkiye ve Ortadoğu tarihine etkilerinin analiz edilmediğinin tespitini yapmıştı. Sonrasında Foucault’tan yaptığı alıntıda, iktidarın ve otoritenin bizzat hapishaneler eliyle yeniden üretilerek tarihim akışına etki edildiğinin altını çizmişti. Yazıda hapishanenin ortaya çıkışı ve psiko-sosyolojik etkileri de genişçe anlatılıyor. Ama söz konusu yazısını Demirtaş, 24 Haziran’a giden süreçte adeta bugün maruz bırakıldığı koşullara vurgu yaparcasına “Aslanların tarihi, her zaman avcılar tarafından yazılmaz. Tarih akıp giderken hapishaneleri yok sayanlar hep yanıldılar; tarihi yazarken hapishaneleri unutanlar da sadece kendilerini aldattılar.” sözleriyle bitiyor. Demirtaş’ın bu tarihi belirlemesi, seçimin ikinci turunda çok net anlaşılacak.
Seçimlerin demokratik koşullarda, şölen havasında geçmesi herkesin arzusu. Halkın özgürce sandığa erişiminin sağlanması, partilerin rahatça propaganda yapabilmesi herkesin sorumluluğunda. Tabii bu seçimde de HDP ve Demirtaş birçok zorlukla karşı karşıya. Ama bunca zorluklara rağmen “Her zaman olduğu gibi bu seçim de gençlere ve kadınlara emanet” diyen Demirtaş, başarılarının formülünü “Bunun tek sırrı, halkın öz gücü” vurgusunu yapıyor. Bugün bunu, adeta miting havasında geçen HDP seçim bürosu açılışlarında görmüyor muyuz? (İG/HK)