Barışın savaşa üstün gelmesini hep birlikte dilediğimiz şu günlerde yaşamla çok yakından bağı olan "tıp ve sağlık" gibi bir alanda, hem de yaşama yön verecek bir bilimsel etkinlikte, Orta Doğu, Avrupa ve Anadolu'da yaşayan ve "ana dili" Kürtçe olan hekim ve bilim insanlarının, kendi dillerindeki bilimsel üretimlerini paylaşmalarına tanık oldum. Bu bir tarihsel olaydı ve ben de oradaydım.
Geçen haftaki yazımda aynı duygu ve düşünceleri ortaya koymuş hem mutluluğumdan, hem de giderek büyüyen umudumdan söz etmiştim.
Orada yazdıklarımın boşuna olmadığı, orada geçirdiğim üç gün içinde kanıtlandı. Dört farklı ülke ve en az iki farklı kıtadan gelen Kürt hekimler ve bilim insanları, mesleki ve bilimsel üretimlerini kendi dillerinden kendileri gibi olan kardeşleriyle ve meslektaşlarıyla paylaşmalarının ne büyük bir gereksinim olduğunu, buna ulaşmak için neleri göze alabileceklerini orada ortaya koydular.
Bu gereksinim yalnız onlar açısından söz konusu değil aslında. Gerçekten bir arada ve birlikte yaşamak, dahası birlikte bir şeyleri üretmek ve paylaşmak, eşitlik ve kardeşlik duygusunu hissedebilmenin "barış"ı isteyen, umut eden herkesin gereksinimidir. Bunu orada gördük ve tanık olduk.
* * *
Konferans sırasında verilen kahve-çay ve yemek aralarıyla, toplantı sonrasındaki zamanlarda yaşanan kişisel mesleki deneyimler ve paylaşımlar da dahil olmak üzere üç gün boyunca kongre tıp biliminin bilgilerini, uygulamaları ve sonuçlarını, gelecekteki gelişimini ve yönelmesi gereken alanları ortaklaştırdı.
Bunlarda insana, topluma, yaşama ve "sağlığa" dair çıkarılacak pek çok bilgi ve ipucu vardı. Ama oradaki altı yüz kişiye yakın insanın paylaşımı yetmezdi ve onların dışındakilere de bunların ulaşması gerekiyordu.
Döndükten sonra yaptığım bir taramada, kimi yerel ve politik değinmelerin dışında burada konuşulanlara dair medya üzerinden bir paylaşımın olmadığını, orada anlatılanları ve olanları yaygınlaştırılamadığını görünce, bu bağlamda yapacak daha çok işimiz olduğunu fark ettim.
Kongre boyunca ele alınan pek çok önemli konu başlığı vardı. Yalnızca sağlık hizmetindeki kullanılan dilden kaynaklanan sorunlara dair küçük bir araştırmanın bulgularının bile sağlık hizmeti sunumunda bilinir dilin yani "anadil"in ne kadar büyük önem taşıdığını ortaya koyması bakımından dikkat çekici olduğunu söyleyebilirim. Başlı başına "haber" olabilecek bir sunumdu bu. Ama bunu yalnızca salondakiler öğrenebildi.
Eğer bu sunum yaygın kamuoyuna medya ve yayın organları aracılığıyla ulaştırılsaydı, yalnız bunun bile toplumda bu konudaki önyargı ve yanlış düşünceleri ortadan kaldırma açısından büyük yararları olur, pek çok kişiye alacakları tutum ve gösterecekleri tepkide yol gösterici olur diye düşündüm.
Kongre başkanının açılış sırasında hitap ederken söylediği "Bizler Mezopotamya'da yaşayan insanlarımızın, diğer insanlar gibi iyi şeylere layık olduğumuzu düşünüyoruz" şeklindeki sözleri bence benzer bir başka işaretti.
Herkes iyi şeylere layıktır; herkes sahip olduğu hakların hepsine ulaştığı zaman daha çağdaş, daha demokratik ve daha özgür bir toplum olabiliriz. Aslında tüm bunlar da bizi bir arada tutan, bizim birbirimize daha sıkı sarılmamızı sağlayan olanaklardır da bir yandan.
* * *
Sağlıkçılar ve hekimler bu kongre sırasında yaptıklarıyla, kendi pratiklerinden ve gereksinimlerinden yola çıkarak çok önemli bir noktayı, yaşamdaki somut karşılığı ile ortaya koydular. Kanımca medyanın da bu anlamda bir sorumluluğu bulunmaktadır. O da "barış"a giden süreçte, yaşama dair bu ve benzeri örnekleri daha çok, daha sık ve daha yaygın olarak ortaya koyarak, toplumun farklı duyarlıklarla gösterdiği kimi tepkilerin doğru yönlenmesini sağlamaktır. Böyle bir tutuma sahip bir medyanın yalnız toplum açısından değil, bizzat kendi varlığı ve işlevi açısından da vazgeçilmez hale geleceği açıktır.(MS/EÜ)