Göç, istenmeyen ayrılıkları hatırlatır hep, gideninde kalanında memnun olmadığı yolculukları. Belki göç yollarının coğrafyasında yaşadığımızdan, belki Anadolu’nun bir türlü yerleşik hayata geçememiş göçebe ruhundan dolayıdır bilinmez bir tarafı hep hüzünlüdür doğamızın da. Göçer yolculuklarının sabah saatleri de.
Anadolu’nun geleneğinde var olan göçerlik, modernleşme ile bireyin bireysel göçlerine dönüştü. Bir yerden bir yere, bir mekândan diğerine yer değiştirmiyor bireyler artık. Ancak daha acısı ki bireyler kendilerinden, sosyallerinden göçüyorlar ve bu aslında bir kış uykusuna kaçışa götürüyor onları. Ne zaman nereye uyanacakları, hatta uyanıp uyanmayacakları bile belli olmayan.
Nuri Bilge’nin ‘kış uykusu’ filmi aslında pekçok tema içeriyordu. Kendini ‘kentin ileri geleni’ olarak tanımlayan bir kişinin içinde yaşadığı toplumla ilişkisinden, zengin dünyasının fakir dünyası ile kaygısal çelişkisine, geç kalmış hesaplaşmalardan, tıkanmalara, başlamamış sevdalara kadar… Hatta iyilik- kötülük problemi üzerinden varoluşlarını dahi değerlendirdiler ana karakterler.
Filmi izlerken Chuck Palahniuk’un Tıkanma’sının aklıma gelmesi de biraz bu iyilik- kötülük problemi ve geç kalmış hesaplaşmalar ve tıkanmalar yüzünden oldu sanırım. Büyükşehirden Anadolu’ya göçmüş bir aile, aslında geçmişi ile hesaplaşmadan, üretmeden ya da toplumsal olanın dışında bireysel tatminleri için ürettiklerinden tıkanma yaşamaktadır.
Filmin ana karakteri olan eski tiyatro oyuncusu yerel gazeteye yazdığı makalesinde üstüste köyün imamını eleştirirken ablasından ‘sana da eğlence çıktı, bırak bu zavallı ile uğraşmayı’ eleştirisini almıştır. Aynı abla, boşanmasında kendine düşen sorumluluğu değerlendirmekte, geç kalmış hesaplaşmalar içindedir. Kendi içine yaptığı bu zamansız ve tıkanık göçün üretmemekten kaynaklı oluşu da kardeşinin yaptığı karşı eleştiri ile gözükmüştür.
Tiyatro oyuncusunun genç eşi karakteri de aynı tıkanmayı farklı açıdan yaşamaktadır. İsteği dışında gerçekleşen Anadolu’ya göçle aslında artan zamanı ile üretmeden tüketmenin, yardım severlikle allanıp pullanmış tıkanmasını yaşamaktadır. Öyle ki filmin sonunda felsefe üretmeden yapılan iyiliklerin nasıl sığ kaldığı, nasıl bumerang etkisi ile iyiliği yapanı vurduğu da gözükmüştür.
Filmde ele alınan, birbirinden kopuk ve toplumsal olmadığı için neredeyse arabeske kaçan bireysel acıların, belki benim gibi ‘kütük’ olmayan ince bir ruhta hissettireceği çok şeyler vardır. Ancak bireysel acılardan, tıkanmalardan, kendine bağımlılıklardan kurtulmanın yolunu vermeyen ve kişiyi çıkış yolunu yine bireyselliğinde bulacağını söyleyerek aynı kör kuyuda bırakan bir bakış estetik gelmiyor bana.
Sanat için sanat mı, toplum için sanat mı tekerlemesinin dışında bireysel bunalımları işleyen her film postmodernizmin yarattığı bireysel göçleri çözümsüz gösterdiğinde kendi kuyruğu ile oynayan köpek tadı veriyor, izlerken keyif alabiliyorsunuz ama belli aşamadan sonra sıkılıp, 5 dk sonrada verdiği keyfi unutuyorsunuz. Tabi burada Anadolu’nun eşsiz doğal güzelliği ve yılkı atları ile verilen özgürlük temasının çarpıcılığı damağınızda kalan tatlardan.
Palahniuk’un kahramanı da bağımlılığından kurtulmak için taş biriktirmeye ve kendi mabedini oluşturmaya çalışmıştı. İnsanları boğulmakta olan birini kurtararak iyilik yaptığını düşündürerek, iyilik yapmaya ve bu iyi kişileri kendine bağımlı kılmaya çalışarak varoluşunu tamamlamaya çalışan kahraman, tıpkı kış uykusunda olduğu gibi iyilik- kötülük problemini düşünmeye zorlar bizi.
Bireysel göçler kişinin üretim ilişkilerini kendi kendisi ve çevresi ile yeniden kurulması ile çözülecektir. Üretmek kişiyi yerelleştirir, aidiyet sağlar. Her iki eserde de üretmedikleri ve hesaplaşmaktan kaçtıkları yada geç kaldıklarından dolayı tıkanma yaşayan bireyleri görmekteyiz. Hepsi farklı şekillerde ‘iyilik’ yaparak ‘iyi’ düşünerek ayakta kalmaya çalışmaktadır. Ancak bu tıkanmalar bireyselliklerini, bencilliklerini ve göçlerini göremedikleri için onlar için bir uyanıştan çok ‘kış uykusu’na yatış olmuştur.
Her ne kadar Palahniuk’un üretken toplumsal bakışı vermek kaygısı, çözüm yolu çabası olmasa da, Tıkanma’nın kahramanı gibi belki bütün hesapları çözecek olan başkasına koşulsuz yardımla başlayan ‘delilik’ süreci olacaktır. (FO/HK)
Filiz Obuz, Çorum Hitit Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe ve Din Bilimleri Yüksek Lisans öğrencisi. Halen rehber öğretmenlik yapıyor. |