77 kişiyi öldüren ırkçı Anders Behring Breivik'in, akıl sağlığının yerinde olmaması nedeniyle, cezaevi yerine psikiyatri hastanesine gönderilebileceği iddia ediliyor. Tedavisinin "ömür boyu" dahi sürebileceği belirtiliyor.
Bu olursa, Norveç ırkçılığı, ırkçılık kökenli bir toplu cinayet edimini bir "hastalık" olarak kabul edecek. Kim bilir, bu sürecin sonunda, belki Adolf Hitler'e de deli teşhisi koyarlar.
Dünyanın en önde gelen refah devletlerinden kabul edilen, bununla beraber göçmen nüfusun da oldukça yoğun olduğu Norveç'te (ve hatta bütün Avrupa'da) ırkçılık, uzun zamandır, bir hayalet gibi dolaşıyordu.
Ancak, Breivik vakası, şaşırttı: Kimse ırkçılığın bu kadar kaba bir formda tezahür etmesini beklemiyordu.
Le Pen olabilir, Haider olabilir, bir grup yeniyetme neo-nazinin taşkınlığı ve bu taşkınlıkların devlet nezdinde görmezden gelinmesi olabilir, "güvenlik sorunu", "taciz" ve "tecavüz" iddiaları ile kulaktan kulağa dolaşabilirdi, hatta Sarkozy'nin Romanları bir uçağa bindirip sınırdışı etmesi olabilirdi; ama cinayet, katliam? Bu fazla sinematikti, bu fazla dramatikti.
Hatta belki de şöyle demek lazım: Bu olsa olsa bir Lars von Trier filminde olabilirdi.
Irkçılığın artık bir siyasi ideoloji bile olamayacağını, onun artık sadece DSM-IV'te (DSM-IV, akıl hastalıkları diye tabir edilen olguların tanısında kullanılan temel metindir) kendine yer bulabileceğini düşünmek; yani liberal demokrasimizin ve çok-kültürlülüğümüzün bir tür "reddedişi" olarak nitelendirmek, çok iyimser bir yorum olur.
Ayrıca, bunu aşırılığa verilen aşırı bir cevap, bir tür zorunluluk olarak düşünmek de ikiyüzlülük olur.
Radikalizmin her türlüsünü, hazcılık dışında her türlü inancı, çoktan mahkum ettik. Doğrudur, bugün komünistleri tımarhaneye tıkmıyoruz; ama özgürlükçü demokratlar olarak onları "değişik" kategorisine havale ettik.
Artık her tür radikallik iddiası klinik eşiğin altında kalmış bir tür meczupluk olarak kabul edilirken, ırkçılığın bir aşırılık olarak belirmesi çok şaşırtıcı değil. Ancak Breivik'in deli raporuyla ortaya çıkan, psikolojinin politikayı, politikanın psikoloji etkilemesinden ibaret de değil.
Bunu tartışıyor olsaydık, pembe teskereyi, Mehmet Ali Ağca'nın anti-sosyal tanısını ve cezaevinden çıkışını da hesaba katmak gerekirdi ki; çok uzardı mesele.
Şunu sormak gerekiyor: Breivik, bir deli; ırkçılık bir tür delilik ve tam da bu yüzden, hukuktan ve cezalandırılmadan azade, bunun Norveç'in toplumsal düzeniyle nasıl bir ilişkisi olabilir ki?
Belki de burada, bu raporu daha anlaşılır kılmak için bir hayali cemaat olarak ulus-devleti hatırlamak gerekiyor ve belki bir yandan da, ulus-devletin kurbanlarını da hatırlamak gerekiyor (Ne kadar ilginç, tam da Dersim'i, zorunlu göçü, katliamı konuşurken).
Breivik bir deli olarak, ömür boyu sürecek bir rehabilitasyon için tımarhaneye koyuluyor: Tam da böylece, ırkçılık da hukukun dışına, toplumsal düzenin dışına itiliyor, anlaşılmaz; dolayısıyla topluma temas etmeyen bir tür delilik biçimine indirgeniyor.
Nihayetinde, psikotiği kim anlayabilir ki? Zeka engelliyi kim anlayabilir ki? Kendi dilsel ve deneyimsel formlarımızla şekillenmiş bizler, "öteki"ye saygıdan konuşuruz dururuz da; bir yandan da her türlü farklı deneyim formunu kendi dilimize tercüme etmek için uğraşırız da uğraşırız.
Norveç'in liberal demokrasisi, Breivik'in deliliği üzerinden kendini aklıyor, kendi bildiğini okumaya devam ediyor. Biz Norveçliler, liberaliz, çok-kültürlüyüz ve naziğiz; Breivik ise bir psikotik. Onu yargılamayız bile; çünkü efendiler efendileri yargılar, köleler hukuka dahil bile olamazlar.
Olup biten ortada, liberal demokrasi göçmen sorununu, dolayısıyla ırkçılığı, deliliğe havale ediyor ve kendini modern dünyanın iktidarı olarak yeniden kuruyor. Yırtabiliyor mu? Muamma...
Öte yandan sormak isteyenler kendini sormaktan alamıyor: Psikanalizde inkar denilen mekanizmanın toplumsal hali bu mu acaba? Yoksa buna kopuşma (disosiasyon) mu demeli?
Soruların içinde kaybolup, kurban edileni bir de biz unutmayalım. Breivik'in deli raporunda, psikotikler kurban ediliyor. Kendi yarattığı ırkçılığı bir tür psikoz, kendi yarattığı bir ırkçıyı bir psikotik olarak gören liberal demokrasi, psikotiğin kanıyla kendini yeniliyor. (HK)
* Barış Özgen Şensoy Toplumsal Dayanışma için Psikologlar Derneği üyesi