Onlar farklı bir dünyadadırlar. Coşkulu, yaratıcı, duyarlı ve fazlasıyla depresifler. Kurt Cobain, Axl Rose ve Elvis Presley’dir. Ve hayatı en uç noktada hissederler. Hayatları da kendileri de zordur. Delibal filmi de aynı üniversitede okuyan bipolar hastası Barış’la Füsun’un aşk hikâyesini anlatıyor.
Füsun için okuduğu üniversite çok şeyi ifade eder. Sosyoloji öğrencisi olarak toplumsal cinsiyet üzerine çalışırken, bastığı her adımda, dokunduğu her yerde, mimarlık öğrencisi olan Barış’ın emeği vardır. Barış aynı zamanda müzisyen ve düzenli olarak bir barda çalmaktadır. Ve o hiç tatmadığı aşk duygusunu Füsun’da tadacaktır. Buraya kadar her şey güzel. Ancak, Delibal’da Türkiye sinema tarihinde klişeleşmiş birçok şeyin, entelektüel imajlara boyanarak yeniden üretildiğini görüyoruz.
Bakış ve Arzu
Filmde izlenimcilikle bağlantılı olarak estetik ve kişisellik ön planda. Çünkü Barış’ın üzerine kurulu ve İş kadınları, baterist, akademisyen, ev hanımı vs. toplumda algılanan imajlara göre şekillendirilmiş. Aslında bu imajların var olmasında sinema ile toplumun karşılıklı etkileşiminden söz edilebilir. Yani sinema da bundan sorumludur. Ve zaman içinde insanlar bu alanlarda çalışanları, tıpkı beyaz perdede olduğu gibi görmek ister.
Delibal Barış’ta eksik kalmış bir şeyleri ve doyuma ulaşmadan aniden ölümünü anlatıyor. Rockçı bir imajı olduğundan, tıpkı ünlü bipolar hastası Janis Joplin ve Kurt Cobain gibi tasarlanmış. Toplumda aşk yaşayamamış, bipolar ve rockçı birçok insan olduğunu düşünürsek, izleyicinin Barış ile kuracağı özdeşlikte, kendi hayatının içine düşme olasılığı var. Bu yüzden doyurulmamışlığı sürdürüyor.
Aslında bugün insanların özgürlük, adalet ve eşitlik gibi hayatında eksik kalmış birçok şey var. Ve popüler kültür sineması Delibal dahil bir çok filmle, insanın sadece tek bir yanına yönelmesini sağlarken, sorgulayıcı ve dönüştürücü bir tarafı da bulunmamakta.
Toplumsal kültürün yeniden üretimi
Yönetmen: Ali Bilgin Oyuncular: Çağatay Ulusoy, Leyla Lydia Tuğutlu, Hüseyin Avni Danyal. Vizyon tarihi: 25 Aralık 2015 |
Oyuncuların karakteristiğine gelecek olursak; Barış aykırı, coşkulu ve söz konusu kadınlar olunca oğluyla gururlanan klasik bir babaya ve zengin bir aileye, Füsun ise naif mesleki hedefleri olan, sınıfsal olarak Barış’tan aşağıda ve otoriter bir aileye sahip. Aşk konusunda en büyük destekçisi ise annesi. Babası gece hayatı olmasına karşı ve yurt dışında okuması için baskı yapıyor.
Çiftler arasında yine sınıfsal farklılıklar, yine klasik kız/erkek baba rolleri, yine kadın naif ve kibar ama erkek girişken ve hovarda… Ancak en belirgin klişe Barış’ın bir erkek olarak Füsun’un hayatına ‘’süpermen’’ etkisi yapması.
Barış sayesinde tezi için yapılacak araştırmayı imkânsız denebilecek zamanda bitiriyor, onun için kendi mezuniyetini tehlikeye atıyor, Füsun’un hayatını kolaylaştırıyor. Yani sınırı olmayan bir problem çözücü. Bu da aslında Türkiye’de toplumsal olarak kabul edilen ve sinemada çokça kullanılmış yönlendirici erkek modeli . Ve bu model, Füsun’un ilk yattığı erkek olarak da ölümsüzleşmesi sağlanmış. Çünkü bu erkekler özel olarak kabul edilir.
Hiçbir çağdaş yanı bulunmayan bu aile yapılarının, kadın erkek rollerinin ve imajların, sinemada yinelenmesini, kültür endüstrisi toplumun yansıması olarak açıklar. Evet toplumsal kültürün sinemayı etkilediği doğru. Ancak sinemanın toplumu geliştirici ve dönüştürücü misyonu olduğu daha doğru. Bu yüzden kültür endüstrisini yönetenlerin, bu klişeleşmiş açıklamasının arkasında ticari başarı yatmaktadır.
Ve çok komiktir ki kadın erkek eşitliği ve cinsel ayrımcılık konusunda toplumsal dönüşüm sağlayacak bir sosyal bilim alanı olan ‘’toplumsal cinsiyet’’ Füsun’a bir etiket sağlamak için kullanılmış.
Delibal’da psikoloji bilimi açısından da önemli noktalar bulunmakta. Barış hem besledikleri kuş öldüğünde hem de Füsun’un hayatını riske attığında, kendisine karşı büyük bir öfke içindeydi. Tam da burada var olan öz değer ve sorumsuzluk sorunu için psikologdan yardım alınmalıydı. Ancak Barış’ın tedavisi sadece psikiyatrik bir süreçle sınırlanmış.
Sinema Hayatın Neresinde?
Sinemanın toplumun aynası olduğu her seferinde her platformda dile getirilirken, bugün bu ayna kırıldı mı yoksa kaldırıldı mı? Tartışmakta fayda var. Ülkede göç yoluyla ucuz iş gücü, bonzai ile gelen travmatik sonlar, kadın ve LGBTİ cinayetleri her geçen gün artarken, delibal dahil son dönem sinema filmleri, sanki bunlar hiç yokmuş gibi davranıyor, televizyon dizilerini tekrarlıyor ve toplumsal dönüşüm misyonu geride kalıyor. Ve daha kötüsü, sinema yoluyla fark edilme ihtiyacı duyan psikolojik rahatsızlıklar ve toplumsal cinsiyet gibi konular, Delibal'da olduğu gibi ticari amaçlara alet ediliyor.
Bugün anlıyoruz ki tüm bunlar bağımsız sinemaya olan ihtiyacı daha da arttırıyor ve önemli hale getiriyor. (CÖ/HK)