Tanışır tanışmaz “Nerelisin?” diye sorarız birbirimize. Sınırın adı verilince “hmm” deriz. İşte o “hmm” kulağa geldiği gibi geçiştirici, boş bir yanıt değildir.
“Özgürlük demek, yani Kürtler yoktur dememek. Bence Kürt olduğumuz için böyle yapıyorlar. Ama eylemde bir Türk de olsa bence aynı şeyi yaparlar. Bence biz, Kürt olduğumuz için böyle yapmıyorlar. Özgürlüğü istediğimiz için yapıyorlar.”
İrfan Aktan’ın 2009 yılında Express Dergisi için yaptığı söyleşide B. E. bunları söylüyor. Ayyuka çıkan şiddeti yaşayan bir milletin mensubu olan bir Kürt, yaşadıklarının niçin başına geldiği konusunda ikircikli. Eğer Türk olsaydı bunları yaşar mıydı? Ya da dediği gibi esas mesele özgürlük isteği mi?
Aradan 5 yıl geçmiş. Artık bu sorunun cevabında herkes sanırım biraz daha net: Başınızı kaldırırsanız başınız ezilir. Son bir yıldır batının da tecrübe ettiği gibi.
Ama gene de gündelik hayatın siyaset konuşmalarında sıkça duyduğunuz bir hatırlatmadır: “Evet, anlıyorum sizi. Lakin kimlik meselelerini aşmak gerekir.” Tabi, bu söz karşısında sinirler gerim gerim.
İnsan kadar eski değil “biz” olmak. İnsan kadar eski değil Kürt olmak, Çingene olmak, Ermeni olmak, Yahudi olmak. Doğa’nın uluslar, kavimler yaratmadığını, yalnızca bireyler yarattığını söyler Spinoza. Toplum mu önceliklidir, birey mi sorusu, çapraz sorguda kendini ele verir. Çünkü cevabı sorusuna göre değişir.
Ulus Baker, G. Tarde’in “Bireysel olan her zaman toplumsal, genel olandan daha karmaşıktır” lafını hatırlatarak şöyle konuşur:
“Bireyler toplumlardan, uluslardan, devletlerden ve bu tür söylemsel varoluşlardan daha çok gerçeklik içerirler, daha karmaşık, daha yoğun ve daha kapsamlıdırlar. Böylece onları tek bir kimlik içinde ayırt etmek imkânsız hale gelir. Bir Kürt, bugün yalnızca Kürt değildir, aile babasıdır, kadındır, yalnızdır ya da bir cemaate bağlıdır, yoksul ya da zengindir, bir çeteye bağlıdır veya değildir vesaire…” (1)
İlgilenilmesi gereken şey şudur Baker’e göre: Mesela, Usame Bin Laden’in kişiliğinden çok, ona biat etmiş bir kişinin psikolojisi, sosyolojik arka planı, ekonomi politik gereksinimleri.
Gene Baker’e göre, sosyal bilimler; her türden pragmatiki katleden genel ve bol kavramlar (kimlik, aidiyet, ulus-devlet, kriz vesaire) kullanarak bu bireyliği anlaşılamaz hale getirir.
Biliyoruz, biliyoruz da. Neanderthal İnsan olarak kalmadık hiç birimiz. Yüksek müsaadelerle, etkilenmez eleman olarak, birey de olamadık bir türlü. Misal, 17 yaşında bir çocuğun dünya turu hayali olamadı. Yakın mesafe dağ olabildi nedense.
Komşusu açken tok oturmak ayıptır gibi laflar biriktirdi insanlık. Oldu mu size biz ve dayanışma olguları. Hem kim sadece kendisine yetebilmiş ki? Artmadan yetmezmiş misali yetmedi kimseye kendinlik. Gelsin Kürtlük, gelsin Ermenilik, gelsin Alevilik.
Akbank Sanat tarafından bu yıl düzenlenen Gilles Deleuze konferansının konusu “Toprak ve Yer-Yurt’tu.” Konuşmacılardan biri olan Elias Sanbar, kimliklerin sıfır noktası olmadığını, köklerimizin arkamızda değil önümüzde olduğunu söylediğinde göz ucuyla salona baktım. Laf ağırdı. Çünkü değil yakınının, herhangi birinin devlet tarafından öldürülmesi, gene o devlete karşı bir siper olarak, kimliğinin sıfır noktası olabilmesi için hayli hayli yeterdi. Devam etti Sanbar:
“Başlangıç yok. Kimlikler bizim geleceğimizdir. Kökenlerinin fikrini ortadan kaldırmamız gerekir.”
Bir toprağın gerçek sahibinin kim olduğu konusunda da düzeltmeler yaptı Sanbar. “Kim olabilir ki bir yerin gerçek sahibi? Sizden önce orada yaşayan canlılar da var.”
Ya tanımak? Komşunu tanımak, dilini tanımak, bahçendeki ağacı tanımak, iklimini tanımak. Kimlik; tanıyan insanların, tanımadıkları bir şeye karşı duyduğu “biz” duygusu biraz da.
Medeniyetin temelini oluşturan kimi gariplikler var. Sınırlar gibi, haritalar gibi.
Rojava sınırını geçmeye çalışırken, çocuklarının yanında öldürülen bir kadını duyduğunuzda, sınırların kimler için olduğunu düşüyorsunuz örneğin? “Af edersiniz Rum”u duyduğunuzda Rum olmaya dikkat kesiliyorsunuz demek ki. Toprağınıza, dahası bomboş arazinin ortasına karakol kurulduğunda, diliniz yasaklandığında, sağınız solunuz militarizm ile kuşatıldığında Kürt olmakla ilgili ısrar etmeyi bir hayat meselesi ediyorsunuz demek ki.
A. Rimbaud, “kimse kafa tutamaz bize, duyumsadığımız bir silahımız var elimizde” dediği silahtır, terör silahı. O çok korkulan terör başlığının bir araya getirme gibi faydaları da var. Gariplikler, kimlikleri deli gibi sahiplenmeye yöneltiyor çünkü. Terör en makul anlamıyla, “Ben buyum, çünkü sen varsın karşımda” demenin bir yöntemi.
1- Ulus Baker, Yüzeybilim Fragmanlar, İletişim Yayınları, 2011, s. 292
Fotoğraf: Simge Kayar