Babamızı sevmiyoruz. O son derece kötü bir adam. Yıllardır annemize ve bize yaptıkları gerçekten korkunç. O sevgi nedir bilmez, acıma duygusu yoktur ve asla hiçbir şeyi önemsemez.
Ondan gelecek en büyük iyilik, ölmesi ve işlerini bize devretmesidir. Bu gece yapacağımız sempozyumun sonu, bu nedenle onun için hiç de hayırlı olmayacaktır. Belçikalı yazar Eric De Volder'in "Gece Sempozyumu" adı oyunu bizi, bir ailenin aslında trajedi sayılabilecek hikâyesinin son gecesine götürüyor.
Sen veya sem "birlikte" ya da "aynı anda" anlamındaki ön ek. Buna bağlı olarak Sempozyum kelimesinin tam karşılığı ise "birlikte içmek".* Word un önerisi bilgi şöleni, Google ise; belli bir konuda, çeşitli konuşmacıların katılımıyla düzenlenen, bilimsel ağırlıklı toplantı diyor.
Oyuna baktığımızda hangi anlamla bağlantı kuracağınıza karar vermek pek de kolay değil. Ama "birlikte içmek" sanki en doğrusu.
Birkaç sene evvel aynı yazarın "Oda ve Adam" oyunuyla İstanbul tiyatro festivalinde izleyici ile buluşan yönetmen Mesut Arslan, bu sefer "Gece Sempozyumu" ile 22. İstanbul Tiyatro festivalindeydi. Zorlu PSM yapımı olarak karşımıza çıkan ve sezon boyunca İstanbullularla buluşacak olan oyun, sahnelemesi, oyuncu kadrosu ve kurduğu tiyatro dili ile bu yılın iddialı yapımları arasında sayılıyor.
İletişimsizlik ve şiddet
Geniş bir dikdörtgen arena, oyunun gerçekleştiği dekoru oluşturuyor. Arenanın etrafında bir bar tezgâhının önüne oturmuş gibi konumlanan birinci halka seyirciler, alanın hemen dışında. Arenanın etrafında bırakılan bir boşluktan sonra dört taraflı seyirci tribünleri ikincil seyir alanını oluşturuyor.
Oyuncular kâh açılan yan panellerden geçerek, kâh arenanın duvarlarından atlayarak oyun alanına giriyorlar.
Oyun boyunca bir takım irili ufaklı topaçlar elektrikli bir araç marifetiyle arenada döndürülüyor. (Bu işlemin dikkat dağıtıcılığı ve yarattığı yabancılaşmayı da söylemeden edemeyeceğim.) Bu alan ve esnada oyunun oynandığını görüyoruz. Anlatılan aslında son derece basit bir aile hikâyesi.
Ortalarda olmayan bir baba, mutsuz bir anne ve oğullar. İletişimsizlik ve şiddeti merkezine alan hikâye soğuk ve katı bir hisse sahip.
İletişimsizlik ve şiddetin ortaya konuş biçimi olarak dilin içini boşaltmak, yoğun tekrarlarla anlamı yok etmek yazarın güçlü buluşu. Bu söz tekrarlarına uygun olarak sahnede topaçların dönmesi iyi bir ilişki gibi görünse de, oyunun bütünü düşünüldüğünde o kadar da güçlü bir ilişki gibi algılanmıyor.
Belçika'da yaşayan ve Belçika Kraliyet tiyatrosunun beş yönetmeninden biri olan Mesut Arslan, oyunu, Norveçli bir sanatçı olan Lawrence Malstaf'un önceki yıllarda çeşitli sanat alanları ve bienallerde sergilediği işinin içine yerleştirerek yeni bir dil kurmak istemiş.
Oyunu kendi anlamından ziyade oyun alanının yarattığı anlama odaklama isteği her şeyin önüne geçiyor ve bu görünüyor.
Dekor ve oyun ilişkisi
Yönetmen oyunu sahnelemek istememiş, âdete Malstaf'un eserini kullanmak istemiş ve içine bir oyun yerleştirmiş. Fakat bu kurması zor bir dramaturji olduğundan metnin anlamını oluşturan temel ögeler, buzdolabı, kelle gibi ana sayılabilecek unsurları ve metnin asıl derdi atıl kalmış bu da metnin anlamında kaymalara neden olmuş.
Dekor ve oyun arasında organik bir ilişki maalesef kurulamamış.
Sahnede gördüğünüz her şeyin bir anlamının olması, oyunun dramaturjisi içinde öyle ya da böyle bir karşılığının bulunması gerekir. Evet, zorlandığında pek çok şeye farklı anlamlar yüklemek mümkün ama yine de bu zorlama gözden kaçmaz ve bütün içinde bir eğretilik ortaya çıkar.
Tasarımı önceden yapılmış ve hayranlık uyandırmış olan bir yapının içine oyun monte etmek bu bakımdan oldukça zor bir iş. Oyun alanının yarattığı anlamla, oyun metninin ürettiği ya da dikkat çekmek istediği anlam tam uyuşmadığında ortaya eklektik ve ilişkilendirilmesi zor bir yapı çıkıyor.
Bu da en başından itibaren seyircinin oyunla bağ kurmasını güçleştirirken, metnin anlamı ve içeriği, etkileyici oyun alanı içinde kayboluyor. Arena biçiminde tanımlanmış oyun alanının etrafına oturtulan- oturtulan demek ne kadar doğru bilemiyorum- konumlandırılan seyircinin ise sempozyum katılımcılığı gibi bir rolle oyuna dâhil olduklarını zannetmeleri uzun sürmüyor.
Oyuna girerken söylenen etkileşimli yapı, "ellerinizi lütfen setin ( ya da duvarın) üstünden çekin" noktasında tıkanıyor. Arenanın etrafındaki bu seyirciler, diğer seyircilerin oyun alanının görmesini güçleştiren bir dekora dönüşmekten maalesef kurtulamıyor.
Sahnenin kurulduğu alanın açıklığı içinde izleyiciler teknik ekibi kalabalık içine saklayan bir işlev görüyor. Bu durum ise bir karmaşa ve dağınıklık duygusu yaratıyor ve yerine yerleşmek, oyuna düşünsel olarak girmek isteyen seyirciyi engelliyor.
Oyun alanındaki illüzyon
Oyunun oyuncu kadrosu oldukça etkileyici ve güçlü. Hepsi birbirinden değerli ve bu ülkenin yetiştirdiği önemli oyuncular. Güven Kıraç heybetli denilebilecek cüssesinden beklenmeyecek oranda atik ve esnek. Üç farklı oyun kişisini canlandırırken de son derece başarılı.
Her biri için ayrı bir dil kurmayı başarmış.
Pervin Bağdat'ın canlandırdığı iki genç kadın rolü için bulunan saçları kullanma yoluyla rolleri birbirinden farklılaştırmasıysa oyunun ruhuyla uyumlu ve bir süre sonra da olsa fark ediliyor.
Oyun kapalı bir arenada geçtiği için oyuncuların alana giriş çıkışları genel olarak hızlı ve estetik. Derya Alabora yaşı ve oyunculuk yetenekleri ile anne rolü için oldukça uygun, yarattığı rol kişisi ile bu ailenin annesinin hakkını veriyor. Fakat ekibin kalanına nazaran esnek ve atik değil.
Alana girmeye çalışırken zorlanması, ayağını tutarak alana girişi gibi nedenlerle oyun sekteye uğruyor ve ritmi bozuluyor. Keşke başka bir çözüm bulunabilseymiş.
Oyunun ışığı, oyun alanında bir illüzyon yaratarak, alanı zaman zaman adeta bir kara deliğe dönüştürerek iyi iş çıkarıyor. Oyunun karanlık ruhuna uygun olarak etkili bir alt metin yaratıyor. Işıkla beraber, yaratılan dünyanın iticiliği daha da hissedilir hale geliyor.
Parcaları dramaturjik olarak anlamlandırmak
Kostümler yaratılan atmosfer ve oyunun ruhuyla uyumlu. Fakat topaçların öngörülemeyen hareketlerinin oyuncuların canını yakmaması adına alınan bir önlem gibi görünen şeffaf kostüm parçaları- amacı anlaşılmak ve hak verilmekle birlikte- bir parça dikkat dağıtıcı. Dramaturjik olarak değil de işlevsel olarak kullanıldıkları için bir yabancılaşma duygusuna neden oluyorlar.
Belki bu kostüm parçalarını dramaturjik olarak da anlamlandırmak mümkün olsaymış, daha etkili bir sonuç elde edilebilirmiş. Ya da yerine başka bir çözüm üretilebilir miydi acaba?
Özetle "birey/sistem, birey/birey arasındaki iletişimin sınırlarını ortaya çıkarıp çizgisel yaşam ile döngüsel yaşam arasındaki farkı keşfetmeyi amaçlamak" gibi ifadelerle oyun metni ve dekor arasında kurulmak istenen ilişki maalesef seyirciye geçmiyor. İzlenen daha çok, dekorun yönetmende yarattığı hayranlık ve onu etkileyici bir oyun alanı olarak kullanma isteğinin sonuçları oluyor.
*Yıldızlı bir dipnot ve öneri: Bıçak Altında- 28 Ameliyatta Cerrahi Tarihi. Arnold van de Laar. Koç Üniversitesi Yayınları.
Tıbba, yeni şeyler öğrenmeye ve ilginç tarihi bilgilere meraklı olanlara şiddette tavsiye ederim. Son derece tesadüfü bir şekilde bu yazıda kendine yer bulan kitap. Malum sempozyum en çok tıp ya da bilim dünyasının literatüründe kullanılan bir kavram.
Ortak Yapımcılar: İstanbul Tiyatro Festivali, Koninklijke Vlaamse Schouwburg-Brussel & Platform 0090 Kavramsal Çerçeve ve Yöneten: Mesut Arslan Yazan: Eric De Volder Çeviren: Şaban Ol Topaçlar ve Arena: Lawrence Malstaf Dramaturji: Ata Ünal Sahne Tasarımı: Lawrence Malstaf & Meryem Bayram Oynayanlar: Güven Kıraç, Derya Alabora, Serhat Kılıç, Mert Fırat / Ersin Umut Güler, Yaşar Bayram Gül, Pervin Bağdat Işık Tasarımı: Jan Maertens Müzikler ve Müzik Tavsiyesi: Eric Thielemans Ses: Stijn Demeulenaere Kostüm: Johanna Trudzinski |
(NK/PT)