Neden ölüm her zaman hayattan daha anlamlı ve derin görünür? Çünkü hayat ölümle birlikte bütünlüğüne erişir ve tam olur. Ölüm anıyla karşılaşınca bütün durumlar, olaylar, sonuçlar, düşünmeler, başarısızlıklar, başarılar, iyilikler, kötülükler ve kendimiz diyebileceğimiz her şey bambaşka bir ışık altında görünür. Ölüp gidene değil tabii, geride kalana.Belki ölüp gidene zaten hayatı başka kompozisyonlar, orijinal umutlarla, başka şekillere bürünmüştür. Şu anda yaşamaya devam eden bizlerin de hayatımız hakkında bir fikir sahibi olduğumuzu düşündüğümüz gibi.
Öte yandan, bir başkasının gözünde hayat ancak bittiği zaman anlaşılabilir, okunabilir bir metin haline gelebilir. Ben, kişisel olarak hiçbir tanışıklığım olmadığını belirtmeden geçmeyeyim, bir televizyon figürü olarak kendisinden haberdar olduğum bu genç kadının, Defne Joy Foster'ın, bir mutsuzluk eşiğinde olduğunu düşünmeye meylediyorum bu aklımla. Öldüğü için değil. Uzun zamandır televizyon programları yapıyordu. Hatta bir tanesini eğlenceli buluyor, izliyordum. Sonra yoktu bir süre. Sonra dans yarışması.Gazetelerde okudum, kocasıyla, bütün birikimlerini, Çanakkale'de otel açmaya harcamışlar, sonra pek yürümemiş. 1,5 yaşında bir bebe. Onun hem sevgisi, hem sorumluluğu. Sıkılmış, daralmış, çıkmış, dağıtmak istemiş... Ne var yani ?
Yokluğu kanıtlanamadığı için varlığı da kanıtlanamayacak bir Allahın emrini ahlak yasası kılanların dışında, ahlakını "sadakat" üzerine kurmak istemeyenler ölsün mü? Hıncal Uluç, "su testisi su yolunda" yazmış. Bir zamanlar kendi testisini mafya babalarının kurşunlarına kaptırmasına ramak kalmış, bir gözü çöplükteki bu "horoz"un yaptığı ayıptır, yazıktır, o ayrı da. Eminim, Frida Kahlo ve Diego Rivera'nın sergisine gitmiştir, gitmese de gitmeyi düşünüyordur Hıncal Uluç ve onun gibiler. Frida'nın kız kardeşiyle kırıştıran Diego'yu bağrına basan Frida'yı hangi yola uygun görecek acaba Uluç ? İşte böyledir, komünistlerin, feministlerin, siyahların, "genel ve dini" ahlak dışıların ölüsü sahtekar bir saygıya mazhar olur da canlısı ezilmeye reva görülür.
Şimdi şu an öleni de ayaklar altına alınabilir.
Defne Joy Foster'ın "sadakatsizlik", "sarhoşluk", "serserilik" yaftalarıyla taşlaştırılan ölümü aslında bu ülkede feminist mücadelenin, kadınların olanaklı kurtuluşunun kafasına atılmıştır. Güldünya'dan, Ayşe Paşalı'dan bir farkı yok Defne Joy Foster'ın ölüsünün başına gelenlerin. İşte bu nedenle, bu genç kadının, evinde öldüğü genç adamın ambülans çağırmada yaşadığı aşikar tereddüt de feminist bir sorgulamaya tabi tutulmalıdır. Bu kişisel değil politik bir meseledir.
Bu nedenle, yapılması gereken Defne Joy'u aklamak, savunmak filan değil de, erkekliğin ve kadınlığın hem "namusunun" hem "cinselliğinin" özgürleştirilmesine destek vermektir. Ve bunu ancak hep birlikte yapabiliriz.(AT/EK)