Sinema okumaya daha karar bile vermeden önce, aklımda hep mübadele ile ilgili bir şeyler yapma niyeti vardı. Henüz epey küçükken, daha 18 bile olmadan, Atina'daki Küçük Asya Rumları Araştırma Merkezi'ne gidip, o kocaman göçün arşivlerini gördüğümde hem büyülenmiş, hem de Türkiye'de değil bir merkez ya da arşiv, kamuya açık üç satır bilgi bile olmamasına çok hayıflanmıştım.
Mübadele her ne kadar öyle anılmasa da buralarda, kocaman bir hak ihlali. Insanları topraklarından eden bir zorunlu göç uygulaması ve biz bunu, aradan geçen neredeyse 90 yıldır hiç konuşmuyoruz.
Özür dilenmesi gereken olaylar listeleri yapılırken hazır, mübadeleyi de atlamamak gerekiyor.
Atina'ya yaptığım yolculuk, çok sevgili anneannemin topraklarından geçerek giden bir trenle olmuştu.
Yaklaşık 17 saat sürmüş, bütün bir Trakya'yı baştan aşağı geçmiştik. Geçerken durduğumuz istasyonlardan biri de Drama'ydı.
Çocukluğumdan beri, anneannemin yaşlı, yeşil gözlerini uzaklara daldırarak anlattığı, minik Yunanistan kasabası. Yıllar önce bir göçmen gününde yazmıştım anneannemin hikayesini:
''...Anneannem Drama'dan. Aslında hiç bilmediği, doğduktan sadece birkaç yıl sonra terk etmek zorunda kaldığı, hiç görmediği halde, hatırlamadığı halde hep hayatını orada geçirmişçesine bizlere bahçelerini, bağlarını anlattığı, babasının meydandaki evinden söz ettiği küçük bir Yunanistan kasabasından...
''Daha üç yaşındayken, 1924'te, nüfus mübadelesi nedeniyle bir günde terk etmek zorunda kalmışlar Drama'yı.
''Oralara has yeşil gözlerini nemlendirerek anlattığında gelişlerini ilk kez, inanmıştım ona, önce at arabalarına, sonra bir gemiye binip İzmir'e geldiklerini, oradan da kendilerine gösterilen yere, Söke'ye gittiklerini anlatmıştı.
''Çok küçüktüm daha, ne mübadelenin ne demek olduğunu biliyordum ne de yerinden, yurdundan edilmenin... Sadece maceralı bir yolculuk yaptıklarını hayal etmiş, hatta biraz da kıskanmıştım onu...
''Yıllar geçti aradan, ben zorunlu göçün, mübadelenin ne demek olduğunu eş zamanlı öğrendim, anneannemin aslında hatırlamadığı, sadece duyduğu öyküleri yaşamış gibi anlattığını...
''Sonra düşündüm, yalan söylemiyordu aslında, Drama'yı, doğduğu kenti bilmediği için bilir gibi yapıyordu, ait olduğu yeri unutmamak, unutturmamak adına -mış gibi yapıyordu, kötü bir niyeti yoktu yani...''
Bu yazdıklarımı ve 2006'da kaybettiğimiz anneannemi bunca anımsamama elbette Çağan Irmak'ın yeni filmi Dedemin İnsanları neden oldu.
Irmak sıcak Ege'ye ve sıcak insanlara geri dönmüş, dedesi, Lozan Mübadili Giritli Mehmet Yavaş'tan hem kendi adına hem de bence hepimiz adına özür dileyen bir mübadele filmi yapmış...
Tıpkı Irmak'ın dedesi Mehmet Bey'i Girit'e götürememiş olması gibi gibi ben de anneannemi Drama'ya götüremedim. Hislerini çok iyi anlıyorum.
Geçtiğimiz hafta anneannesi Heranuş'un köyündeki çeşmelerin onarımını tamamlayıp açılışını yapan Fethiye Çetin de çok iyi anlayacaktır. Ne diyordu Çetin: ''Ben köye hiç gelmemiştim, hiç bilmiyordum. Anneannemi de getirmemiştim, böyle bir şey hiç aklıma gelmemişti. Şu anda anneannemi buraya getirmemiş olmamın vicdan azabını ve acısını yaşıyorum.''
Sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim, ben Dedemin İnsanları'nı bütün defolarına, klişelerine, insan iyidir konusundaki ısrarlı iyimserliğine ve mutluluğuna rağmen (son ikisi iyi görünen ama bence gerçeklikten uzak kavramlar zira) sevdim. Hem de epey sevdim.
Öncelikle, bence Dedemin İnsanları, Çağan Irmak sinemasının en politik filmi. Ben genel kanının aksine Babam ve Oğlum'u politik bulmam, 12 Eylül'ü anlattığını da düşünmem.
Ama Dedemin İnsanları, çocukluğundan beri aklını mübadeleye takmış olan beni epey kıskandırdı, bir yandan da sonunda Pandora'nın Kutusu'nun iyi ve sevimli bir yerden de olsa açılmasına sevindirdi.
Dedemin İnsanları politik bir film. Bir Ege kasabasında, mübadeleden neredeyse 60 yıl sonra, 60 yıl önce gelmişlerin nasıl hâlâ 'yabancı' ve 'öteki' olduğunu gayet doğru bir yerden anlatan, kasabalının her zaman bilindiği kadar sevimli ve iyi yürekli olmadığını göstermeye çalışan ama bu noktada bence epey çekimser kalan, yükü yine (tabii çok haksız sayılmaz ama) sisteme bırakan bir gidişat.
Filmin orta ekseninde 12 Eylül duruyor, ki bence gereksiz. Şart değil. Sırıtıyor mu? Hayır. Ama şart mı? Ona da hayır. Çünkü ne yazık ki bu topraklarda ırkçılık, birini ötelemek için darbe ortamı şart değil, bakın etrafınıza, son birkaç yıldır darbe ortamında değiliz ama her gün yeni bir sıradan ırkçılık haberi okuyoruz...
Irmak her ne kadar böyle nitelendirilmekten hoşlanmasa da, bir ana akım sinema temsilcisi. 450 kopya ile gösterime giren Dedemin İnsanları da bunun bir kanıtı.
Filmi birlikte izlediğim arkadaşım Zeynep Erdim'in çok yerinde tesbitiyle 'Google ağlama motoru' gibi. Senaryo dinamiklerini ve yaşadığı ülkenin izleyicisini çok iyi biliyor, filmde en az beş defa ağlama odaklı yükseltiyor insanı.
Bu benim hiç tercih ettiğim bir sinema olmamasına rağmen, bu kez (Babam ve Oğlum ve Issız Adam'ın aksine) bu yöntemin doğru ve iyi çalıştığını düşünüyorum. En azından beni tavlamayı başardı diyeyim.
Dedemin İnsanları sıradan, mutlu (hatta biraz fazla mutlu) kasaba insanlarını anlatıyor. O mutluluğun içindeki sıradan ayrımcılık, aslında çok da iyi bir insan olan Mehmet Bey'in hayatını nasıl etkiliyor, onu görüyorsunuz ve beraberinde, bence Türkiye sinemasında çekilmiş iyi dönem örneklerinden birini, mübadele hallerini görüyorsunuz, 1923'te geçen...
Filmin itirazım olan noktasıysa, işte tam da bu iyi insan hali... Irmak sinemasının köşe taşı Babam ve Oğlum'da yaşadığımız 'ama onlar iyi insanlardı' hali Dedemin İnsanları'nda da var. Iflah olmaz bir iyimserlik.
Iyimserlik, içinde yaşadığımız dünyada artık pek de karşılığı olmayan bir kavram bence. 1923 nüfus mübadelesi, zorunlu göç, yüzbinlerce insanı fikirlerini sormadan yerinden, yurdundan etti. Aralarına iyi insanlar, kötü insanlar, hırsızlar, uğursuzlar, herkesler vardı. Birileri iyi insan olduğu için bu göçe maruz kalmaları korkunç değil yani, kim olursa olsun bu zorunlu göç korkunç.
Irmak'ın belli ki kendisi tarafından bile zamanın çok örselenen dedesi Mehmet Bey, eminim ki çok iyi bir insandı, Irmak bu duyguyu hepimize hissettirmeyi gayet iyi becermiş. Ama ya iyi bir insan olmasaydı? 1924 Nüfus Mübadelesi iyi olmuş mu diyecektik?
Irmak'ın niyetinin iyi olduğunu biliyorum. Bu kadar siyasi bir filme kalkışmışken insan bir adım daha atmış olmasını istiyor sadece, o kadar... Hatta içimden keşke Fethiye Çetin ve Çağan Irmak tanışsa da, anneanne ve dedelerini konuşsa diye geçiriyorum.
Nüfus Mübadelesi üzerine daha çok konuşulması, çok film yapılması, çok anlatılması gerekiyor, Irmak'a açtığı kapı için teşekkürler... (ÇM/BA)