Dedem eski takvime göre 1340 doğumluydu. İlk kez kimliğinde gördüğümüzde ne kadar da çok şaşırmıştık. İlkokul matematik bilgimiz dedemin en az 650 yaşında olduğunu söylüyordu da ama nasıl mümkün olurdu bu, anlayamamıştık. Bize günün tarihini sorduğunda aldığı cevap karşısında da hep iki hafta gerisini söylerdi kendi takvimine göre.
O, uzun, ağarmış sakalı, hafif çıkmış kamburu, kavruk teni ve hafif titrek elleriyle bizim “sakallı dede”mizdi. Üç dört tane curası vardı dedemin, üç telli. Renkleri iyice koyu kahveye çalmış. Perdeleri hayvan bağırsağından yapıldığı için, çekirgelerden iyi korumak gerekiyordu. Tülbentlerle özene bezene, incitmekten korkar gibi sarardı curalarını ve başucunda duvara asardı.
Arada curalardan birini eline alıp, akordunu kontrol ettikten sonra titreyen parmaklarıyla dokunurdu tellere. O ezgilerde kim bilir neler vardı. Dedem pek konuşkan biri sayılmazdı, yüksek sese, gürültüye tahammülü yoktu. Biz çocuklarla arada sohbet eder, bir misafir geldiğinde ona eşlik eder ama öyle koyu bir muhabbete tutulduğuna hiç tanık olmadım. Dersim’in herhangi bir ihtiyar dedesiydi işte. Kendi sesini dinleyen, sohbete daha çok suskunluğuyla eşlik eden.
Dedemin suskunluğunun beni en çok düşündüren, kederlendiren ve saygıyla eğilmeme neden olan yanı Dersim 38’le ilgili olan anlardı. Arada gelen misafirlerden, karşısında sakallı dedeyi görüp de 38’i sormayan hemen hemen yok gibiydi. Hele de söz konusu misafirler Dersimli değilse veya köklerini merak eden Dersim sürgünleriyse.
Soru genellikle şöyle oluyordu: “Dede bize 38’den bahsetsene. Nasıldı, neler yaşadınız?” Dedemin cevabı genellikle şöyleydi: “ Hiristo heşt, hı? (38 öyle mi)” Sonrası derin ve uzun bir sessizlik. Dalıp gidiyordu.
Kim bilir neler anlatıyordu içinden, neleri hatırlıyordu, neleri unutmak istiyordu da ama unutamıyordu. Babasının katledilişini mi, akrabalarının kayboluşunu mu, bize anlatmadığı ya da anlatamadığı, anlatmaya dilinin varmadığı nasıl bir zulmü görmüştü, nasıl bir zulmü yaşamıştı? Kutsal Munzur’un kızıl rengi miydi gözlerinin önünden gitmeyen, suyun üzerinde yüzen ölü bedenler mi; kadınların / çocukların çığlıkları mıydı kulaklarında uğuldayan, imdat sesleri miydi, uzatamadığı yardım eli miydi, kahrolduğu anlar mıydı, çaresizliği miydi, neydi onu o suskunlukla baş başa bırakan?
Hani der ya şarkıda anne, 38’e dair: “Lacem çi pers kena, a ke ma diya kes nediya ( yavrum ne soruyorsun, bizim gördüğümüzü kimseler görmedi.)” Bu muydu dedemin suskunluğu da? Bunu hiçbir zaman öğrenemedik dedemin ağzından ama o suskunluğun bıraktığı boşlukları doldurmak için kitaplar okuduk, belgeseller, filmler izledik, şarkılar dinledik, kendinde anlatma gücü bulup da anlatanları dinledik.
Evet “devlet dersinde” kendi doğasına uygun bir katliam yaşanmıştı, bir soykırım. Böbürlene böbürlene de havadisleri vermişti basın. Her şey gayet de planlı ve programlı bir şekilde yapılmıştı.
İlk kadın pilotun bombardımana katılması yüce Türk milleti adına ne kadar gurur vericiydi. Acaba diyorum o bombardıman uçağının sesi hala dedemin kulaklarında çınlıyor muydu? Kaç çocuk, kadın, bebek, doğmamış çocuk, adam, genç, ihtiyar katledildi? Dağlar, taşlar, ağaçlar, kutsal mekanlar, börtü böcek, topyekun Dersim coğrafyası. Bir coğrafyanın çığlığı/katledilişi resmi tarihe zafer nidalarıyla not düşülmüştü. Geride sürgünler, darmadağın ruhlar, bedenler ve izi hiç kaybolmayacak olan yaralar...
Dedem acaba neden 38’i bize anlatmadı veya anlatamadı. O acıyı, kederi, zulmü ömür boyu taşımamızdan korktuğu için mi? Yoksa üzerinden atamadığı bir devlet korkusu mu vardı?
Yıllar önce Dersim 38’le ilgili izlediğim bir belgeselden (38, Çayan Demirel) bir sahne: Dersimli bir dededen 38’i anlatması isteniyor, kamera da kayıtta. Dedenin kelimelerle tarif edilemez uyarısı: “ â qapu keré, qeşkeri” (kamerayı kapatın, anlatayım). İşte devlet dersi.
Sıradan ve basit bir soru: 38’in korkusunu bir defa olsun hissetmemiş olan bir Dersimli var mıdır? Bırakalım Dersimli olduğunu söylemeyi, Tuncelili olduğunu Türkiye’nin her bir metrekaresinde içinde herhangi bir korku taşımadan söyleyen var mıdır? İşte devletin sürekliliği.
Dedemle başladım, dedemle bitireyim. O suskunluğun bir başka parçası olan derin sezişin, düşünüşün iki kelimede dile gelmiş felsefesi: “Xo bizani (Kendini bil).” (HÖ/EKN)