Son yıllarda sosyal medyada politik tını kazanmış bir “Türkçede de’ler ayrı yazılır” meselesi var.
“Vurde Vuralım Ölde Ölelim!”
“Tamam ölelim, ama sen önce şu de’leri ayır!”
“Askerde Bizim! Poliste Bizim! Vatanda Bizim!”
“Sen önce de’leri ayır!”
“Bizde Kandırıldık, Bizde Aldatıldık.”
“Ayırın şu de’leri artık!”
De’leri ayıramayanlar arasında iktidar yanlısı belediye başkanları, öğretim üyeleri, milletvekilleri, köşe yazarları var. Bu da Türkiye’yi de’leri ayıramayanların yönettiği, güçlerini de’leri ayıramayanlardan aldıkları, esas meselenin de bu olduğu fikrine yol açmışa benziyor.
“Sen önce de’leri ayır!” ilk karşımıza çıktığında yadırgatıcı bir etki yapmış olabilir. “Askerde Bizim, Vatanda Bizim”in milliyetçi tonuyla Türkçenin olmamışlığı arasındaki çelişkiye işaret edip cümlenin tansiyonunu düşüren, Türkçeyi milliyetçi-ırkçı reflekslerle değil, daha dikkatle kullanmaya çağıran, cümlenin sahibini dönüp cümleye bir kez daha bakmaya yöneltebilecek mizahi bir zemin kaydırma. Ama bugün ısrarla tekrarlandığında “Önce de’leri ayır!”ın kendisi bir reflekse dönüşmüşe benziyor.
Türkçenin dil sorunları üzerine yazan bir yazarın, Necmiye Alpay’ın tutuklanması, “de”leri bir kez daha gündeme taşıdı: Bu iktidar de’leri ayıramadığı gibi suçsuzu da suçludan ayıramıyor! De”leri ayıramayanlar de’leri ayırabilenleri nasıl hapse atar?
Türkçenin “de” sorunu üzerine Necmiye Alpay da yazmıştı. Okurlarını iyi bir imlaya layık görmeyenleri az eleştirmedi. Kötü imlanın zihnimizi okunanları düzeltmekle gereksiz yere oyaladığından, dilsel anlamı yaraladığından, cümleden aldığımız zevki azalttığından söz etti. Dilde kasıtlı ihlallerin gücünü zayıflattığını, şiirsel sapmalar yaratma olanaklarını kısıtladığını söyledi. Yanlış yerde duran bir “de”nin cümlenin anlamında ne büyük değişikliklere yol açtığını, ufacık dilsel ayrıntıların bazen nasıl büyük bir zihniyeti ele verdiğini anlattı. “De” kullanımlarının “dahi”yle sınırlı olmadığından, okullarda “‘dahi’ anlamındaki ‘de’ ayrı yazılır” kuralcılığı kadar, dilsel problemleri cahillikle açıklamanın da sorunun bir parçası olduğundan söz etti.
Ama Türkiye’de yaşayanları hiçbir zaman de’leri ayıranlarla de’leri ayıramayanlar olarak ikiye ayırmadı Necmiye Alpay.
Kendini bir “de” bekçisi, bir “Türkçe yanlışları” düzeltmeni, bir hata avcısı olarak görmedi. Dil yanlışlarından değil, ısrarla dil sorunlarından söz etti. “Dil faşizmi” kavramını sevmediğini söyledi, ama dil üzerine yazarken bu ihtimali her an dikkate aldığını söylemeyi de ihmal etmedi. İktidarı de’leri ayıramadığı için değil, insanları ayırdığı için, gücünü ayrımcılıktan, baskıdan, adaletsizlikten, savaştan aldığı için eleştirdi.
“Güzel Türkçemiz” kulvarına hiç girmedi. Tersine, otoriterliğin, yabancı düşmanlığının, ırkçılığın, hıncın bir dilin ufacık ayrıntılarına yerleştiğinde o dili nasıl çirkinleştirdiğinden söz etti. Roland Barthes’ın cümlesi: “Bir hastalığım var: Dili görüyorum.”
Necmiye Alpay bu huzursuzluğu hepimize bulaştırmayı denedi: Dili görürsek, düşünmeden tekrarladığımız cümleleri gerçekten görebilirsek, onlara biraz dışarıdan bakabilirsek, belki başka türlü düşünebilir, başka türlü konuşabiliriz.
De’ler, evet. Ama önce şu iki şeyi birbirinden ayıralım. Necmiye Alpay de’leri ayıranlardan olduğu için değil, “de” hafiyeliğiyle, Türkçe düzeltmenliğiyle, “Güzel Türkçemiz” bekçiliğiyle yetinmediği için hapiste bugün. Türkiye’de okumuş yazmışlara ayrılan kompartmanda seyahat etmek istemediği, kendisine önerilen Türklük kimliğini kabul etmediği, Türkçenin en çok işitilen, en gurur duyulan, en kanıksanan sözcüğünün “şehit” olmasını istemediği için hapiste. Türkçenin bir yıkım dili değil, bir konuşma dili olmasını istediği için.
Ama bazen ufacık bir “de” hayat kurtarır. Bir şair arkadaşım ilk şiirinin nasıl bir utanç sahnesine doğduğunu anlatmıştı. Küçük yaşta ailesiyle birlikte köyden şehre taşındıklarında Türkçenin yalnız de’lerini değil, ki’lerini, mi’lerini de ayıramadığını söylemeye gerek yok. Lisede edebiyat öğretmenine âşık oluyor. O zamana kadar kimseden duymadığı güzel cümleler kuran genç bir kadın. Aşk, şiiri de beraberinde getiriyor. Akşam özenle temize çekilip ertesi gün ders bitiminde öğretmenin masasına bırakılıyor onun için yazılmış aşk şiiri.
Sonradan aşkın yerini utanca, sınıfın önünde küçük düşme korkusuna bıraktığını tahmin etmek zor değil. Sonraki derste öğretmen sınıfa girdiğinde elinde şiirin yazıldığı kâğıt var. Sıraların arasında dolaşıyor, korkuyla titreyen âşığın önünde duruyor. Şiiri yavaşça sıranın üzerine bırakıyor. Öğrencisine doğru eğilip diğerlerinin duyamayacağı kadar kısık bir sesle, elini ağzına siper ederek fısıldıyor: “De’ler ayrı yazılacak!” Utancın yakıcı sahnesinden “de”nin serin sularına doğru açılıyor genç şair.
Yıllardır pek çok ağızda korkunun, hıncın, umursamamanın diline dönüşen, ölüm ekip ölüm biçen bir Türkçenin bir kez daha konuşma diline dönüşebilmesi için çalıştı Necmiye Alpay. İyi yazamayanlar kadar iyi yazanlar da Türkçeyi utanç duymadan kullanabilsin, Türkçe denince aklımıza ölüm cümleleri değil, dirim cümleleri gelebilsin diye. Evet, Türkçede bazı de’ler ayrı yazılır. (NG/HK)
* Bu yazı Kültür Servisi'nde yayınlandı.