Bugün, içinde yaşadığımız rekabetçi ve tüketimci kapitalist anlayışın getirdiği sorunları ele alarak, dayanışmacı bir topluluk ruhunun barış ve birlikte yaşam için neden kaçınılmaz olduğunu tartışmak istiyoruz.
Sanayi Devrimi'nden bu yana, bireylerin ekonomik çıkarlarını maksimize etmeyi hedefleyen Homo Economicus anlayışı, toplumsal yapılarımızı ve insan ilişkilerimizi derinden etkiledi, etkilemeye de devam ediyor.
Ancak, bireyci ve rekabetçi bu anlayış, toplumsal dayanışma ve ortak hedefler etrafında birleşme ihtiyacımızı yani birlikte yaşama ihtiyacımızın en büyük tehdidine dönüşmüş durumda. Bunun belki de en trajik örneğine henüz yeni okula başlamış bir çocuğun en sevdiği arkadaşını rakibi olarak görmesinde rastlarız.
İnsan, bireysel değil topluluklar halinde yaşayan bir türdür tıpkı diğer primatlar gibi. Dayanışmacı bir topluluk ruhu, sadece bireysel başarıları değil, aynı zamanda toplumsal refahı ve huzuru da artırır.
Birlikte öğrenmenin ve paylaşmanın getirdiği bu güç, barış ve birlikte yaşamanın temelidir. Bu yazıda, kapitalist anlayışın getirdiği bireyselci ve rekabetçi yaklaşımların yerine, Homo Socialis'in işbirliği ve dayanışmayı temel alan dünyasının olanaklarını gösterip temellendirmeyi murad ediyoruz.
Homo Economicus, kapitalizmin ürettiği bir kavram. 18. yüzyılın sonlarında Adam Smith'in ekonomik teorileriyle popüler hale gelir.
Smith'in "Görünmez El" teorisi, insanların kendi çıkarlarını maksimize etmeye çalışırken, toplumsal refahın da otomatik olarak artacağını öne sürer. Ancak, bu bakış, insanlar arasındaki rekabeti teşvik ederken, toplumsal dayanışmayı hem göz ardı eder hem de itibarsızlaştırır.
Peki “görünmez el”in sınırları? Smith'in görünmez el teorisi, serbest piyasa ekonomisinin en etkili savunularından biridir. Ancak, 21. yüzyılda karşı karşıya olduğumuz ekonomik eşitsizlikler, çevresel sorunlar, çatışmalar, göçler, işlevsizleşen uluslararası kurumlar, bu teorinin sınırlarını açıkça göstermektedir.
Özellikle, Thomas Piketty gibi ekonomistler, kapitalizmin güncel formu olan neoliberal ekonomi-politiğin gelir dağılımında derin eşitsizlikler yarattığını ve bu durumun toplumsal dayanışmayı zayıflattığını iktisatçı titizliğiyle matematiksel olarak gösterir. Artıp derinleşen eşitsizlikler, çatışmaları derinleştirdiği gibi her şeye kadir olduğu pompalanan bireysel iradeyi de her geçen gün daha da hiçleştirir.
Homo Socialis ise, insanların işbirliği ve dayanışma içinde hareket ettiği bir anlayışı imler. Bu yaklaşım, insanların sadece kendi çıkarlarını düşünmek yerine, toplumsal refahı, birlikte yaşamayı önceler.
Dayanışma, sadece bireysel başarıları değil, aynı zamanda toplumsal huzurun, refahın ve de barışın da güvencesidir.
Bugün, dünya genelinde artan eşitsizlikler, toplumsal ve çevresel sorunlar, Homo Socialis gibi işbirliğine can veren dayanışmacı anlayışların önemini daha da vurgulamaktadır. COVID-19 pandemisi sırasında görülen topluluk dayanışmaları, 6 Şubat depreminin ardından ülkemizde gösterilen spontan dayanışma pratikleri, küresel işbirliği çabaları, Homo Socialis'in potansiyelini ortaya koymuştur.
Ancak, bu tür dayanışmaların sürdürülebilir olması için ne gibi sistemik değişiklikler yapılabilir, yapısal düzenlemeler ile modellenebilir? Bizi birlikte düşünmeye, üretmeye, çözümler geliştirmeye götürecek yöntem nedir?
Bu noktada, öğrenme sürecini işbirliği ve paylaşım ile zenginleştiren "öğreşme" kavramı, yol gösterici olabilir.
Öğreşme, yalnızca bilgi edinmenin ötesinde, birlikte öğrenmeyi, karşılıklı etkileşimi temel alan bir yaklaşımı ifade eder. Bu anlayış, kişilerin bir araya gelerek ortak hedefler doğrultusunda hareket etmelerini, birbirlerinden öğrenmelerini ve dayanışma içinde olmalarına olanak sağlar.
John Dewey'in deneyimsel öğrenme teorisi, bu kavramı destekler niteliktedir. Dewey, öğrenmenin en iyi şekilde topluluk içinde, deneyim yoluyla gerçekleşebileceğini savunur. Bu yaklaşım, insanların birlikte çalışarak, etkileşimde bulunarak daha derin,kalıcı öğrenme deneyimleri yaşamasının yoludur.
Eğitimde ve/ya öğrenme süreçlerinde işbirliğine içkinm öğreşme, sadece akademik başarıyı artırmakla kalmaz, aynı zamanda öğrencilerin sosyal becerilerini de geliştirir. Bu, kişilerin daha empatik, toleranslı, paylaşımcı, dayanışmacı olmalarını destrekler. Ancak, piyasacı anaakım eğitim yaklaşımları, rekabeti teşvik eden yapıları nedeniyle bu tür alternatif anlayışları ne kadar desteklemektedir?
Paulo Freire'nin "Ezilenlerin Pedagojisi" ve A. S. Neill'in Summerhill Okulları, Homo Socialis modelini destekleyen alternatif eğitim yaklaşımlarının örnekleridir. Freire, eğitimin ezilenlerin bilinçlenmesi ve özgürleşmesi için bir araç olduğunu savunur. Bu yaklaşım, öğrenmenin toplumsal bağlamda ve dayanışma içinde gerçekleşmesi gerektiğine dikkatimizi çeker.
Neill'in Summerhill Okulları ise, çocukların özgür, demokratik bir ortamda öğrenerek içinde bulundukları topluluğun otonom bir öznesi olarak parçası olmalarını sağlayarak işbirliği ve dayanışma içinde yaşamalarını teşvik eder.
Bu okullar, çocukların kendi öğrenme süreçlerini yönetmelerine, topluluk içinde kararlar almalarına olanak tanır. Eğitim ortamı böylece salt bilgi aktarımı olmaktan çıkar bir tür yaşam simülasyonuna döner. Bununla da eğitimin insan yavrusunu yaşama hazırlama işlevi hayat bulur.
Freire ve Neill'in yaklaşımları, günümüz eğitim sistemlerinde nasıl uygulanabilir? Bu yaklaşımlar, özellikle dezavantajlı, marjinalleştirilmiş topluluklar için bir umut olabilir mi, nasıl? Eğitimde demokratikleşme, özgürleşme süreçlerinin, toplumsal dayanışmayı artırmadaki rolü ne olabilir?
Bugün karşılaştığımız bireysel, toplumsal, bölgesel ve küresel sorunlar, Homo Socialis modelinin rehberliğine olan ihtiyacımızı daha da belirgin hale getirmektedir.
Örneğin iklim değişikliği, türümüz ve gezegenimiz için en büyük tehditlerden biri. Hiçbir devlet, kurum, kuruluş, tek başına bu sorunla mücadele edecek güce sahip değildir. Bu krizle başa çıkmak için küresel işbirliği ve dayanışma şarttır.
Greta Thunberg ve Fridays for Future hareketi, gençlerin bu konuda nasıl bir dayanışma içinde olabileceğini göstermektedir. Ancak, Homo Economicus anlayışına dayalı statüko; ulusal, bölgesel ve küresel anlamda işbirliklerini, dayanışma kültürünü terörize ederek engellemektedir.
Diğer yandan dünya genelinde artan ekonomik eşitsizlikler, toplumsal huzuru ve barışı tehdit etmekte. Homo Socialis yaklaşımını arkamıza alarak sorunlara baktığımızda ne tür çözümler görebiliriz?
Bununla geniş anlamda barışın temeli olan sosyal adaletin sağlanmasını nasıl gerçekleştirebiliriz? Mesela “evrensel temel gelir” gibi politikalar, bu yaklaşımın bir parçası olarak değerlendirilemez mi?
COVID-19 pandemisi, sağlık sistemlerinin ve küresel dayanışmanın önemini gözler önüne sermiştir. Aşı dağıtımında yaşanan adaletsizlikler, Homo Economicus’un bir sonucu olarak görülebilir. Homo Socialis, bu tür krizlerde daha adil, sürdürülebilir ve etkili çözümlere doğası gereği içkindir.
Epiküros'un komünlerinden, John Dewey'in deneyimsel öğrenme teorisine, Paulo Freire'nin Ezilenlerin Pedagojisi'nden, A. S. Neill'in Summerhill Okulları'na kadar pek çok örnek, dayanışmanın ve birlikte öğrenmenin gücünü bizlere göstermektedir.
Bu anlayışı benimseyerek, barış ve birlikte yaşam için daha güçlü ve dayanışmacı topluluklar inşa edebiliriz.
Tam da şimdi, 2024’te özetle Homo Socialis kavramında cisimleşen anlayışa nasıl can verebiliriz? P4C çemberleri, bunun bir imkanı olabilir mi, nasıl?
1970’lerde Lipman’ın geliştirdiği P4C ya da çocuklar için felsefe 1990’ların başından bu yana Türkiye dahil pek çok ülkede uygulanan bir yaklaşım.
Homo Socialis’in dayandığı dayanışma ve işbirliği kavramları, çocuklar için felsefe (P4C) yönteminde önemli bir yer tutar.
P4C'nin 4C'sinden biri olan "collaborative thinking" (dayanışmacı, işbirliğine dayalı düşünme), atölye katılımcılarının birlikte düşünmeyi, öğrenmeyi ve sorunları çözmeyi amaçladığı bir yaklaşımı ifade eder. P4C’nin C’leri: Yaratıcı (creative), eleştirel (critical), özenli (caring) ve dayanışmacı (collaborative).
P4C adı verilen metodolojik anlayışla gerçekleştirilen atölye çalışmaları, geleneksel öğrenme ekosistemi paradigmasını reddeder.
Bunun yerine öğreşme ekosistemini önerir: katılımcıların demokratik yurttaşlık, birlikte yaşama değerlerini deneyimleyerek edinebilme olanağı buldukları bir tür barış içinde birlikte yaşama anlamında demokrasi simülasyondur.
Atölyelerin doğal sonucu olarak eleştirel düşünme yeteneği geliştiren katılımcılar, felsefece sorulayabilir; kavrayışların en üst seviyesi olan kavramsal düzlemde anlayabilirler; olaylar ve/ya olgular arasındaki benzerlikleri, farklılıkları görebilirler; çeşitliliği zenginleştirici, güçlüklerin üstesinden gelici seçici bakışı giyinebilirler, eşitliği ilke olarak benimserler, karşılaştıkları kişi ya da olaylara karşı anlama ilişkisi kurmaya çabalarlar; rekabeti sorunsallaştırarak dayanışmacı, paylaşımcı bir tutumla topluluk ruhunu öncelerler.
P4C ya da bireyin özgürleşerek kişileşip etik varlığa dönüşmesine olanak sağlayan dişil iletişim ortamıyla çember, eşdeyişle topluluk, hayatı genleştirip derinleştirerek zenginleştiren birlikte düşünme eylemiyle, üretimleri anonimleştirir; bununla “toplum yok, birey var.” ideolojisini sorunsallaştırmakla kalmaz, bu bakışı eyleme tercüme ederek sürdürülebilir birlikte yaşamın bir diğer deyişle barışçıl bir toplumun cansuyu olur.
Çember, aynı zamanda iktidarın kendini yeniden ürettiği yaygın eğitime alternatif bir pedagojiye içkindir; bu içkinliği dolayımıyla çağcıl -zamanın ruhunu gören, duyan- bir olanak ve/ya yaklaşım olduğu söylenebilir.
(MVB/EMK)