AKP iktidarının 2007’lerden sonraki Türkiye dış politikasının esasları, Ahmet Davutoğlu’nun “Stratejik Derinlik” kitabında bulunmaktadır. Kitap gerek bu açıdan ve gerekse “Milli Görüş” damarından gelerek daha geniş bir muhafazakar çevrede yaygınlaşan ve Türkiye sağı ile de alan kaymaları içeren siyasetin dünya görüşüne dair fikirler edinmek için önem arzetmekte.
Davutoğlu, Türkiye’deki esas meseleyi şöyle saptıyor: “Türkiye’de yaşanan en temel çelişki bir medeniyet çevresine siyasi merkez olmuş bir toplumun tarihi ve jeokültürel özelliklerinin oluşturduğu siyasi kültür birikim ile siyasi elit tarafından başka bir medeniyet çevresine iltihak etme iradesi esas alınarak şekillenmiş siyasi sistem arasındaki uyum problemidir ve bu durum hemen hemen sadece Türkiye’ye has bir olgudur.” (Syf. 83)
Davutoğlu’na göre bugün Türkiye olarak ‘kötü’ bir durumdaysak, bunun sebebi ait olduğumuz İslam medeniyetinde siyasi bir merkez iken (Osmanlı Devleti) bu medeniyet alanını terk edip, Cumhuriyetle birlikte Batı medeniyetine iltihak ettik. Dikkat edilirse bu sebepte iç içe geçmiş iki unsur var: İslam ve Osmanlı.
Davutoğlu’na göre Türkiye’nin temel sorunu buysa, o halde bu sorunu aşmanın yolu da ait olduğumuz medeniyete geri dönmektir. Medeniyet denilince bundan dini anlayan Davutoğlu’nun, ait olduğumuz dediği medeniyetle İslam dinini kastettiği çok açık. O halde daha fazla İslam ve Osmanlıcılık yapılmalı! Cumhuriyetle daha fazla İslam’a gidilemeyeceğine göre, Cumhuriyeti daha fazla Osmanlılaştırmak gerekiyor. Çünkü toplumun İslam’la rabıtalandırılmasını sağlayan temel yapı olarak Osmanlı’yı gören bu siyaset, rabıtanın istenilen şekilde yeniden tesisi için, Cumhuriyeti neo Osmanlıcılık yoluyla siyasal İslamcı bir yapıya kavuşturmayı hedefliyor. Nitekim AKP iktidarının özellikle son 5 yılındaki çıkardığı yasalara, AKP’li belediyelerin uygulamalarına ve yetkili ağızların konuşmalarına baktığımızda, bu yönde mesafeler kat edildiğini görürüz.
Batı medeniyetine ‘iltihak’ eden Cumhuriyetin toplumdaki birçok sorunu çözemediği ve toplumun siyasi sistemle uyumsuzluğu bir gerçektir. Tamam da, bu böyle diye çözümü neden Cumhuriyet’in demokratikleştirilmesinde değil de, İslam’da ve Osmanlı’nın kimlik ve kurumlarında arıyoruz?
İslam medeniyeti diye diye başı dönen Davutoğlu, 600 sayfalık kitabında İslam coğrafyasında bir tane demokratik ülke gösteremiyor. On binlerce kelime içerisinde insan gibi yaşamın kurulduğu bir İslam ülkesinin adı geçmiyor. Çünkü yok!
Davutoğlu, Batı medeniyetine iltihakın ne gibi sorunlar getirdiğinden ve o sorunların İslam medeniyetindeki çözümünden söz etmiyor. Söz edemez çünkü bir yığın siyasal sorunları, ideolojik çatışmaları, savaşları yaşatmış olmasına rağmen yine de o Batı medeniyeti karşısında İslam medeniyetinin söyleyeceği pek bir şeyi yoktur! İnsan haklarında, kadın haklarında, işçi haklarında, özgürlüklerde, can ve mal güvenliklerinde, adalette, güçler ayrılığı gibi yönetimsel organlarda, hukukta, kültür ve sanat faaliyetlerinde, eğitimde; kısacası yaşam kalitesinde Batı ile İslam dünyasındaki durum nedir?
Siyasal İslamcılar 150 yıldan bu yana Batı medeniyetiyle (Daha doğrusu tarihsel bir aşama olarak moderniteyle) olan sorunlarını bir türlü çözemediler. Batı’nın fennini alalım ama kültürünü asla demekle, alafrangalığı züppeliğe indirgemekle, Batı’yı oryantalizmle özdeşleştirmekle, Batı’yı salt sömürgeci olarak görmekle bu sorunlar çözülmedi, çözülmüyor! Bu çatışmada sorunun kaynağının bizatihi kendileri olduğunu ve bir yenilenmeye (İslam’da reform cümlesini hiç sevmedikleri için yenilenme diyorum) gitmedikleri takdirde de, bu çatışmanın ezileni olarak kalacaklarını söyleyebiliriz! Çünkü modernite salt bir düşünce sistemi, bir teori, bir önermeler dizini değil. Modernite bizatihi toplumların tarihinde iktisadi, sosyal ve siyasal alan yapılanmalarıyla toplum pratiklerinin bir birikimi ve tarihi bir aşamadır. Modernitenin 300 yıllık tarihindeki çatışmaların, milliyetçiliğin ve özellikle iki dünya savaşının getirdiği yıkımların üzerinden hareketle bir ileri İslam medeniyeti pazarlamaya ve modernitenin insanlığa kazanımlarının üzerini örtmeye çalışmak beyhude bir çabadır! Pisliği halının altına süpürmekle ortalık temizlenmez. Siyasal İslamcılar önce kendi evlerinin içini temizleyip kapılarının önünü süpürsünler!
Cumhuriyetin seçtiği yön doğrudur! Kaldı ki bu yön tayini, Cumhuriyetin kurucularına da ait değildir. Batılılaşma serencamı III. Selim’e kadar götürülebilir. İttihatçılarla birlikte ideolojik bir niteliğe kavuşan milliyetçiliğin, pozitivizmin ve toplum mühendisliğinin I. Dünya Savaşı dönemindeki korkunç yıkıcılıklarıyla ve bu yapının büyük ölçüde Cumhuriyetle devamıyla hesaplaşmanın yolu öyle İslamcılıktan, Osmanlıcılıktan falan geçmiyor. Sorun, Cumhuriyete demokratik bir nitelik kazandırılmamasında yatıyor.
Elbette Cumhuriyetin ilk yıllarda ‘içe kapanmacı’ ve sonra Soğuk Savaş koşullarının ‘dengeleyici’ ortamında ABD eksenli dünyanın bir ileri karakolu konumundaki rehavetli dış politikası Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle mutlaka değişmek zorundaydı. Soğuk Savaş’ın bitmesine, Duvarın yıkılmasına rağmen Cumhuriyetin gelenekselleşmiş bu dış politik tutumu, küreselleşmenin gerisinde kalmış ve AB ilişkilerinin gereklerini, demokratikleşmediği için yerine getirmemiştir.
AKP iktidarı 2009’lara dek genel bir demokratikleşme seyri göstermekle birlikte, bu tarihten sonra otoriterleşme eğilimleri giderek artmış ve bugün, devletin kurumlarını dizayn ederek yeni bir vesayet rejimi kurmuştur. AKP iktidarının bu siyasal grafiği bize, AKP’nin ilk dönemlerde içte ve dışta (Özellikle AB ilişkilerinde umut verici gelişmeler yaşandı) bir meşruiyet arayışı nedeniyle demokrasi lafızlarını kullandığını, yani takiyye yaptığını gösteriyor. Ne zamanki AKP, iktidar gücünü yerleşik/güçlü hale getirdiğinde, kamu kaynaklarını keyfince kullanma ve ideolojisini yerleştirme aşamasına geçti. Bunu yapabilmesi için de, devletleşerek otoriterleşti. Bu iktidar seyrinin dış politikadaki iz düşümünü de, sıfır sorun amacıyla başlayıp sorunlu bir yalnızlaşmayla bitmesi oluşturdu. Böylesi de doğal çünkü İslam ülkeleriyle her alanda ilişki kurmak yerine, bu ilişkileri bir İslamcılık ideolojisiyle teçhizatlandırarak siyasi güç oluşturma yoluna gidildi! Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Ortadoğu’da ve özellikle Mısır ve Suriye konusunda “Müslüman Kardeşler”e endeksli bir politika takip etti. Bu politikanın izleklerine Davutoğlu’nun “Stratejik derinlik” kitabında bolca rastlıyoruz. (HŞ/HK)
***
Hüseyin Şengül'ün Davutoğlu'nun "Stratejik Derinlik" kitabı üzerinden 'Yeni Türkiye'nin dış politikasını değerlendirdiği yazı dizisi.
1- “Stratejik Derinlik”in Baskı Stratejisi
2- Davutoğlunun Derde Deva İki İlacı: İslam ve Osmanlı
3- Davutoğlu'nun Stratejik Derinliğinin Merkezi