“Kimseye gücüm yetmiyorsa kendime de mi yetmiyor?” diye bir söz vardır bizim oralarda. Kimi zaman sözün bittiği yerde bedenin silahın olur. Sözün bittiği yerdeydik ya da biz öyle olduğunu sanıyorduk. Çünkü O bize söylenecek sözün henüz bitmediğini hatta daha yeni başladığını gösteriyor. Herkese, her şeye karşı bedeniyle savaşan, ölüme meydan okuyan, güçlü bir kadın duruyor karşımızda.
Hiçbirinin karşılaşmaya cesareti yok ama bir o kadar da bu “cesaret”i görmek için istekliler. O’na doğru yaklaştıkça aralarındaki konuşmalar da kendiliğinden diniyor. Sessiz ve dingin bir heyecan çöküyor üzerlerine.
Çevresinde Toma’nın beklediği binadan içeri giriyoruz. Kapıda kızı Sabiha karşılıyor. Hepsini tanıdığı için tek tek sarılıyor, gözleri doluyor. Ayakkabıları dışarıda çıkartıyoruz. Üç genç kadın hazır bekliyor. Biri ayağımıza giymemiz için galoş uzatıyor. Diğeri elimize steril su döküyor. Bize verilen maskeleri takıp içeri giriyoruz. Her türlü ‘mikrop’a karşı korunması gerek.
Önce Leyla Güven’in, yüzüne hüznün yerleştiği ablasının karşıladığı bir salona alıyorlar bizi. “Sizi göreceği için çok mutlu” diyorlar. Ve yanına girdiğimizde ne yapmamız gerektiğini başlıyorlar anlatmaya. Kalabalık olduğumuz için bir düzen gerekiyor. Üçer kişilik gruplar halinde alınacağımız söyleniyor. Enfeksiyon kapmaması için fazla yaklaşmamızı, dokunmamamızı ve mümkünse sadece kapıdan selamlayarak çıkmamız isteniyor.
Bulunduğu odadan içeri giriyoruz. Beyaz çarşafların serildiği yatağında, zayıflamış bedenine giydiği krem rengi bir hırkayla uzanmış, maskesinin ardındaki yüzünde davasının mecnunu olan Leyla’nın aşkla dolu gözleri ışıldıyor. Başucundaki sehpada peçete ve su bulunuyor. “Hoşgeldiniz güzel kadınlar” diyor gülümseyerek. Herkes sessiz bir biçimde ona bakıyor. Kimi dayanamayarak gözyaşlarına hakim olamıyor, kimi duygu yoğunluğundan kalbinin duracağını söylüyor. “Ayakta durmayın, oturun” diyor, misafirlerini ağırlayan ev sahibesi edasıyla. İlişiyorlar karşısındaki kanepeye. Söylenecek sözü olan kadınlar olmalarına rağmen sessizlikleri sürüyor. Hepsi gözleriyle ve içinden konuşuyor onunla.
Sükuneti bozan Leyla oluyor ve başlıyor çağıldayarak konuşmaya: “Dokunamasak bile bu buluşma bana yetiyor. Lütfen bozmayın moralinizi, üzülmeyin” diyor.
“Ben bu yola çıktığımda karanlığa bir çığlık yolladım. O çığlığın dışarı ulaşıp ulaşmayacağını bilmiyordum ama şimdi görüyorum ki duvarları aşmış ve ulaşmış. Açlık grevine başlarken Amed zindanında yaşananları düşünerek motive oldum.”
Nefes almakta zorlanıyor, kızından su istiyor, boğazını ıslatarak, güçlükle devam ediyor derdini anlatmaya:
“Elbette hepimiz bir şekilde öleceğiz. Ben sıradan bir ev kadınıydım. Bu mücadelede dolu dolu bir 25 yıl yaşadım. Bu ülkede toplumsal barışın sağlanması için bedenimi ortaya koydum. Herkesin yüklendiği tarihi bir misyon var. Sizler de Kürt kültür ve sanatını yaşatmak için cesaretli bir biçimde yürüdünüz. Sizleri görmek bana enerji katıyor. Birgün o elimizden alınan salonları geri alacağımız günler olacak”.
Leyla konuştukça kadınların morali yükseliyor ve cesaretleri artıyor. Zor da olsa cümle kurmaya çalışıyorlar. Sanat yapmaya çalışan kadınlar olarak vicdanlarıyla üretim yaptıklarını ve Leyla’nın kendileri için umudun ışığı olduğunu söylüyorlar.
“Haberlerde Leyla ismini gördükçe güç kazanıyoruz” diyorlar. Leyla “maskelerinizi indirin görmek istiyorum sizi” diyor. Mizgin Tahir’den söylemesini istediği stranı gözlerini kapayarak dinliyor. Ardından Özlem Gerçek “Daye daye” adlı Zazaki parçayı seslendiriyor.
Daha fazla yormak istemiyoruz ama “biraz daha kalın” diyor. Sonra yatağın içinde oturmak istediğini söylüyor. İki kişinin yardımıyla oturuyor ve hırkasını çıkartıyor. “Gelin şöyle etrafıma” diye çağırıyor, dışarıda bekleyenler de giriyor içeri. Çoğalıyorlar. Ve zafer işareti yaparak objektiflere bakıp, tarihe not düşen Leyla yine bozuyor düzeni. Aramızdaki mesafe kapanıyor, yürekler birleşiyor, dokunamadan kucaklaşıp sarmalıyor herbirimizi. Selamlarını gönderiyor ve el sallayarak uğurluyor misafirlerini.
“Daha güzel zamanlarda yine görüşeceğiz” diyorlar yanından ayrılırken. Onun hafiflemiş bedeninin ağırlığını nasıl taşıyacaklarını bilemeden, bir kez daha dönüp bakıyorlar. Asla son bakış olmasını istemeden... (BD/HK)