İnançla herhangi bir teması olan bir insanın, dini vecibelerini yerine getirmezse bile ciddi bir tehlike ile karşı karşıya kaldığında can havliyle ağzından çıkan ilk kelime “Allah” olur. İslam toplumu içinde yaşayan bir bireyin bu refleksi anlaşılır bir psikolojiye dayanır.
15/16 Temmuz darbe girişiminde cuntanın sivil demokratik parlamenter sisteme ve siyasi partilere el koyacağı ihtimali belirdiğinde de hem siyasi partiler hem de toplumun geniş bir kesimi adeta can havliyle “demokrasi” dedi. Çünkü herkes darbelerin panzehirinin demokrasi olduğunun farkındaydı.
Bu anlamda demokrasinin ancak halk eliyle sokaklarda korunabileceği 15 Temmuz’u 16 Temmuz’a bağlayan gece tekrar anlaşıldı. Çünkü halk o gece iradeleri için sokaktaydı. Hangi amaçla dışarı çıkılırsa çıkılsın en rasyonel gerekçe burada demokrasiydi. Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın ağzından da bu tehlike anında ilk çıkan kelime demokrasi oldu.
Tabii bu durum sadece zor durumda kaldıklarında akıllarına “Allah” gelenleri anımsatıyor. Her şeye rağmen tüm darbe teşebbüslerini boğacak ve yok edecek tek panzehirin demokrasi olduğunun anlaşılması demokratlar açısından bir kazanım sayılabilir.
Kabul etmek gerekir ki 15 Temmuz gecesi çok büyük bir tehlike atlatılmıştır. Öyle ki halkın iradesi olan Meclis bile bombalanmıştır. Tanklar caddelerde yürümüş, uçakların sesi göğü inletmiştir. Bir gecede yüzlerce insan yaşamını yitirmiştir.
Bütün bunları ciddiyetle ele alıp geleceğe nasıl sağlıklı adımlarla yürünebileceğinin sorgulanması gerekir. Bu anlamda Meclis’te grubu dört partinin darbe karşısında birlik olması ve halkın kahir ekseriyetinin darbeye karşı durması gelecek açısından iyimser olmamız için birkaç gerekçedir.
Tabii Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) Hükümeti’nin darbe girişimi üzerinden milliyetçi-mukaddesatçı bir kitleyi konsolide etmeye çalışmasının riskleri de mevcuttur. Birkaç gündür halkın sokağa dökülmesi için AKP Hükümeti her türlü imkanı sağlamaktadır. En tehlikesi de silahlanma yönünde yapılan çağrılardır.
Oysa darbe girişimi bertaraf edildikten sonra toplumsal sağduyuyu sağlayıp hukukun imkan verdiği ölçülerde darbecilerin cezalandırılmasına geçilmeliydi. Ne yazık ki tüm iç yollar tüketilmeden AKP Hükümeti işin kolayına kaçarak tüm ülkede üç ay süreyle olağanüstü hal (OHAL) ilan etti.
Bugün OHAL çerçevesinde devlet kurumlarında ciddi bir tasfiye hareketi başlatılırken kimi kurumların tekrar yapılandırılması ve idamın getirilmesi tartışılmaktadır. Türkiye yabancı sermaye için öngörülemez hale gelirken toplum açısından bir belirsizlik büyümektedir.
Herkesin ortak görüşü temel hak ve hürriyetlerin korunması ve bu musibetin yeni bir demokrasi hamlesine dönüşmesidir. Aksi takdirde ülkenin belli bir ideolojik kod üzerinden yapılandırılması ve toplum mühendisliğinin devreye sokulması her zaman toplumsal huzursuzlukları besleyecektir. Bu anlamda Ortadoğu ülkelerinin siyasi tarih okumaları yapıldığında ne tür risk ve komplikasyonların olduğu açıkça görülebilir.
Darbe girişimi ve OHAL [Olağanüstü hal] ilanı sonunda ülkenin geleceğini AKP’nin Suriye ve Kürt politikası belirleyecektir. Bu anlamda içte tekrar bir çözüm ve barış sürecinin başlayabileceğine yönelik büyük bir beklenti oluşmaya başladı.
Halkların Demokratik Partisi (HDP), İmralı heyeti ve PKK cenahından gelen mesajların AKP’de nasıl bir karşılık bulacağı merak ediliyor. Aynı şekilde AKP’nin Rojava Kürtlerine yönelik politikasındaki bir değişim de Türkiye’de ve bölgede Kürt sorunu üzerinde büyük bir etki yaratacaktır.
Sonuç olarak HDP, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), ve Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) gibi siyasi partiler, sivil toplum kuruluşları ve halkın tamamı darbeye geçit vermeyerek halkın iradesini korudular.
Şüphesiz herkesin beklediği bir tablodan bahsediyoruz. Ama bu saatten sonra AKP’nin hem siyasi partilere hem de halkın iradesine karşı ciddi bir devlet politikasıyla cevap vermesi gerekmektedir. Çünkü anlaşılıyor ki bir gün herkesin ihtiyaç duyacağı en önemli şey demokrasidir. (İG/EKN)